logo

let’s make something together

Give us a call or drop by anytime, we endeavour to answer all enquiries within 24 hours on business days.

Find us

PO Box 16122 Collins Street West
Victoria 8007 Australia

Email us

[email protected]
[email protected]

Phone support

Phone: + (066) 0760 0260
+ (057) 0760 0560

16 MART 1920 İSTANBUL’UN İKİNCİ İŞGALİ VE EYÜP BAHARİYE’YE GÖMÜLEN ŞEHİTLERİN SAYISI VE KÜNYELERİ

BÜYÜK POSTAHANEDEKİ ANKARA MAKİNASI BAŞINDAKİ
TELGRAF MEMURU MANASTIR’LI HAMDİ [MARTONALTI]‘NİN
DURUMU ANKARA’YA BİLDİRMESİ

“….-Efendiler 1920 senesi martının 16. günü öğleden evvel saat onda makine başında iken şöyle bir telgraf verildi: 

Deraliye 16.3.1920
Ankara: Mustafa Kemal Hazretlerine

Bu sabah Şehzadebaşı’nda mızıka karakolunu, İngilizler basıp oradaki askerlerle İngilizler müsademe ederek neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Berayı malûmat maruzdur (Hamdi) -Ben bu telgrafın altına kurşun kalemiyle “Serian kolordulara benim imzamla. M. Kemal” işaretini koyduktan sonra bu telgrafı verenden istizahata başladım. Manastırlı Hamdi Efendi mütemadiyen malûmat vermeye devam etti: “…Bizim en emniyetli bir arkadaşımız var ki , yalnız o değil, herkes, yani gelen söylüyor. Şimdide Harbiye’nin işgalini haber aldık. Hatta Beyoğlu telgrafhanesinin önünde İngiliz askeri olduğunun fakat telgrafhaneyi işgal edip etmeyecekleri meçhuldür…”

İngiliz askerleri Cadde-i Kebir’de
(Vera Dumesnil, İşgal İstanbulu adlı eserden)

Servet-i Fünun Gazetesi 26 Mart 1341 (1925)
(Şener Türkmenoğlu Kolleksiyonu)

-Efendiler bu esnada, Harbiye telgrafhanesinden memur Ali malûmat vermeye başladı : 
   “…Şehzadebaşı karakolunu İngilizler sabah basarak altı kişi şehit ve onbeş kadarda mecruh oldu. Şimdi İngiliz askerleri nezarete geliyorlar. İşte içeri giriyorlar. Teli kes. İngilizler buradadır…” 

Tekrar Manastırlı Hamdi bizi buldu: 
   Paşa Hazretleri, Harbiye telgrafhanesini de İngiliz bahriye askeri işgal edip teli katettiği gibi bir tarafdan Tophaneyi işgal ediyorlar. Bir taraftan zırhlılardan asker ihraç olunuyor. 
   Vaziyet vehâmet kesbediyor efendim. Sabahki müsademede altı şehit, on beş mec-ruhumuz vardır. Emirlerinize muntazırım. 

16.3.192 (Hamdi)3 

ATATÜRK’ÜN MANASTIRLI HAMDİ’YE ÖVGÜSÜ

“…Bu hamiyetli ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. İstanbul’da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki cümlesinin heyecan ve helecan kaplamıştı. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir halegelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?…”4 

Dikkat edilirse ilk telgrafta şehit ve yaralı sayısı (Hamdi Beye ulaşmadığından) verilmemiştir. Devamında şehit ve yaralı haberi Harbiye telgrafhanesinden gelmiş, Sirkeci Merkez telgrafhanesinden Hamdi Beyde aynı bilgiyi
Ankara’ya geçmiştir. Telgraf memurları Ali ve Hamdi Beyler kendilerine haber getirenlerin dedikleriyle sınırlı olan bu bilgilerin doğruluğunu (en güvendikleri haber kaynakları olduğu için) araştırmaya gerek görmemişlerdir. O
şartlar altında bunu araştırma imkanları da beklenemezdi.

Manastırlı Hamdi Beye gelen bu yanlış haber (6 şehit -15 yaralı haberi) 1927 yılında yayımlanan “Nutuk” da tekrar edilmiş, fakat her nedense bu 6 şehidin ve on beş yaralının kim olduğu araştırılmamıştır. 

3. Müttalip Çardak. Telgrafçı Manastırlı Hamdi Bey, İstanbul 1984.
     4. M. Kemal Atatürk. Nutuk, s. 295, Devlet Basımevi, İstanbul 1938

Hatalı mezar taşları (Sakızağacı 2000) (R. Halil Bingöl Arşivi)

16 MART GÜNÜ ŞEHZADEBAŞI’NDA OLAN
YAHYA KEMAL BEYATLI ’NIN HATIRATINDAN

“…Gelecek nesiller 16 Mart gününün ne nevî bir facia olduğunu iyi idrak edemeyecekler. Çünkü şimdi bile ecnebîlere 1920 senesi Mart’ının 16’ıncı günü İstanbul’da nasıl bir hâl olduğunu anlatmak güç oluyor. İşgalse, İstanbul şehri 1918 sonbaharı ndan beri zaten işgal altındaydı, Türkiye’nin taksîmi ise, o taksim iki seneden beri zâten başlamış ve Anadolu’nun bir çok kıt’alarını mütteŞk devletler, birer sebeple, teshir etmiştiler. Türkleri tazyik, tahkir, tezlil ise bütün bunlar iki seneden beri muttasıl oluyordu. Öyleyse 16 Mart’ın husûsiyeti nedir? Bunu siyâsî bir müverrihten ziyâde ruh ve his hadiselerini asırlara in’ikas ettirebilen bir romancı anlatmalıdır ki iyi anlaşılabilsin. 

16 Mart gününü, ondan evvelki günleri, ondan sonraki günleri, kafamın ve hayâtımın bütün alâkasıyle, İstanbul’da hisetmiş olduğum için tahattur ve tasvir etmeğe çalışacağım. 

Belki bu kağıt parçası bir gün bizim zamânımızı öğrenmek isteyen bir kimsenin eline düşer ve husûsi bir vesika olur… 16 Mart’tan önce bende bir hiss-i kablelvuku vardı. İngilizler’in milliyetperverliğe İstanbul’da şedit bir darbe indireceklerini hissediyordum. Bu hissimi Hamdullah Suphi’ye açtım, o da bu hissimin tesiri altında kaldı. Nitekim o muhâveremizi dâima benim müfrit asabiyetim sevkiyle, olacak şeyleri baştan sezmekteki istîdâdıma vererek “sinirlerinin bozukluğundan peygamber gibi adamsın” dedi…16 Mart gecesi Falih Rıfkı’nın [Saraçhâne başındaki] evinde o gece uyudum. Sabah öğleye doğru kalktım, sokağa çıktım, sokakta hiçbir fevkadelelik yoktu. Saraçhânebaşın’daki Sebil’in önünde edebiyat muallimi Süleyman Şevket bey’e tesâdüf ettim. Güzîde olduğu kadar sâkin ve halîm olan bu arkadaş yanıma yaklaştı: “Olanlardan haberiniz var mı ?” dedi. 

Hayretle yüzüne baktım. Darbenin vurulduğunu, Letâfet Apartmanı fâciasını, Harbiye Nezâretinin işgal edildiğini, vâsi mıkyasta evler basıldığını, Meclis-i Meb’usan’ın ve Meclis-i Âyân’ın kordon altında bulunduğunu ve hâdisenin devam ettiğini nakletti.O gün üzerimde hudutsuz bir tevekkül vardı. Bu darbeyi zâten günlerden beri bekliyordum. Lâkin ne kadar garip ! Sokakta bir fevkalâdelik yoktu. Letâfet Apartmanı önünden geçtik. Sâde birkaç nöbetçi görülüyordu. Orada o meşhur fâcianın geçtiğini ima eder fazla bir şey göze çarpmıyordu. Oradan doğru Dârülfünûn’a gittim…5 

Yahya Kemal, olayın Letâfet Apartmanı nda geçtiğini vurguluyor. O gün tutulan zabıt varakasında ise Letafet Apartmanı karşısındaki 10. Kafkas Fırkası Karargâh binası (“Şehzadebaşı Karakolu”,“Mızıka Karakolu” diye tesmiye edilen yer) olarak anılıyor. Şehit sayısı hakkında bilgi vermiyor. 
   17 Mart 1920 Çarşamba günü

HARİCİYE NAZIRI SAFA BEYİN
İNGİLİZ YÜKSEK KOMİSERİLİĞİNE SUNDUĞU
TEESSÜFNÂME

17 Mart 1920
N.21220/130

50 İngiliz askerinden mürekkep bir müfreze, dün sabah saat 10’a doğru Şehzadebaşı’ndaki 10. Tümen Karargâhı’nda bulunan askerlere mesken vazifesi gören binanın önüne otomobille gelmiş ve evvela nöbet bekleyen Türk askerine taarruz etmiştir. Askerin bağırması üzerine nöbetçi onbaşısı koşarak yanına gelmiş ve müfrezeye kumanda eden subayın tabancasından çıkan kurşunlarla yaralanmıştır. İngiliz askerleri bundan sonra yatakhaneye girmişler ve henüz yatmakta olan askerlere ateş etmeye başlamışlardır. Bir müddet sonra hadise mahalline bir miktar Hintli asker gelmiş ve bunlarda taarruza iştirak etmişlerdir. Yatakhanede bu hadise cereyan ederken, 15 kadar İngiliz askeri mızıka kıt’ası askerlerine ait odaya girmişler ve bunları koridorda bir sıraya dizdikten sonra İngiliz subayı, çavuşun kendisine mızıka efradı olduklarını söylemesine ve Şlhakika silahsız olmalarına ve hiçbir mukavemet teşebbüsünde bulunmamalarına rağmen, askerlerine onlara ateş etmelerini emretmiştir. Neticede mızıka askerlerinden üçü öldürülmüş, ikisi yaralanmıştır.Diğerlerine gelince, bunlar yere yatmak veya kaçmak suretiyle ölümden kurtulmuşlardır. 

5. Yahya Kemal [Beyatlı], Tarih Musahabeleri. İstanbul 1975.

Diğer cihetten, üst katta yatmakta olan Karargâh kumandanı Teğmen Nail Efendi ile katiplerden Arslan ve Bekir Zeki Efendiler muhafaza altında, Sultan Bayezit Camii’nin karşısında bulunan eski jandarma dairesine götürülmüşlerdir. Osmanlı askerlerinden alınan silahlar da bu binaya nakledilmiştir. Bu teessüfe şayan hadiseyi bildirirken, mezkûr İngiliz askerlerinin hareket tarzı hakkında verilecek hükmü ekselanslarına bırakır ve bu gibi vakaların tekerrür etmemesi için gereken tedbirlerin alınacağını ümit ederim.6 

Bu teessüfname’de olay saati 05.45 iken “10’a doğru” oluyor. Şehit sayısı üçe, yaralı sayısı ikiye iniyor. Zabıtlarda geçmeyen bir sıraya dizilme hadisesi var. Öldürülen ve yaralı askerler sadece mızıka askerleri. 

Karargâh askerlerinden hiç bahis yok. Hariciye Nazırı Safa Beyin zabıtları görmemiş olduğu mu, yanlış bilgilendirildiği mi, yoksa kafasının karışık mı olduğu pek anlaşılmıyor. 

CENAZELERİN APAR TOPAR EYÜB’E GÖTÜRÜLÜŞÜ

“…O aralık talebe Dârülfünûn’da içtimâ etmiş ve Letâfet Apartmanı’nda yataklarında öldürülen neferlerin cenâzesini kaldırmayı tezekkür ediyormuş. Rızâ TevŞk talebeye gitmiş, asla bu işe karışmamalarını, karışırlarsa Dârülfünûn’un başına bin türlü belâ getireceklerini söylemiş. 

MamâŞh o sabah da meclis-i Âyan’da denî hilkatinin bir marifetini göstermiş, arkadaşları olan bir eski Âyan Âzası tevkif edilirken, protestoya mani olmuş: 
   “Adaleti-i beynelmilel diye bir şey vardır, İngilizler o adalet-i beynelmilel nâmına hareket ediyorlar; medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete îtiraz etmek küstahlıktır…” demiş. 
   Lâkin Rızâ TevŞk’in o sabahki bu mârifetlerini biz birkaç gün sonra öğrendik…”7 

Üniversite gençliğinin bu hareketi üzerine telaşa kapılan yetkililer cenazeleri gizlice Eyüp Bahariye’de ki İplikhane8 karşışında ki mevkiye gömdürüyor ve gömücü görevliler ve birkaç kişi haricinde bu yeri kimse bilmiyor. Mezar yerlerine her hangi bir işaret bırakılmıyor. Basında bu konu hakkında 

 6. Galip Kemalî Söylemezoğlu, Yok Edilmek İstenen Millet, İstanbul 2001
     7. Yahya Kemal [Beyatlı]. Tarih Musahabeleri. İstanbul 1975
     8. Daha sonra “Baytar Mektebi” olan yer. Donanma için iplik üretilir ve bu iplerden yelken bezi, halat imâl edilirdi. Bazı suçlular da burada hapsedilip çalıştırılırdı. Birde hastahanesi vardı. Eyüp İplikhânesi hakkında geniş bilgi için bkz. (Nazif Öztürk. XIX. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Sanayileşme ve 1827’de Kurulan Vakıf İplik Fabrikası. Vakışar Dergisi, İstanbul 1990 sayı 21 s. 23-80), (Osman Nuri Ergin. İstanbul Şehreminleri. İstanbul 1996) 

Vesika No 563 (2) (Harp Tarihî Vesikaları Dergisi Ankara 1957)

yayın yapılmasına İngilizler müsaade etmiyor. Sansür ağır bir şekilde devam ediyor. İşgal yılları sonrası 1924 yılında yine Üniversite gençliği olayı gündeme taşıyor. Dönemi gazetelerinden “İkdam” da “Şehitlerimiz Nerede”, “Şehitlerimize Sahip Çıkalım” başlıklarıyla bir kampanya başlatılıyor. Şehitlerin gömüldüğü yeri bilenlerin veya bilgisi olanların gazeteye başvurmaları isteniyor. Kampanya tesirini gösteriyor, gazeteye gelen bir haber ile şehitlerin gizlice gömülmesinde görev alan kişilerin isimleri verilerek bu kişilerin bulunması halinde mezarların ortaya çıkacağı işaret ediliyor.

Bunun üzerine gömücüler bulunuyor. Gömücüler üç şehidin mezarı buluyor, dördüncü mezarı bulamıyorlar. Hemen oraya şehitlerimize yakışır üç kişilik bir mezarlık inşa ediliyor. İşte bu aşama da isimler karışıyor, kitabelerine yanlış aksediyor. Devamında alınan bir kararla Eyüp’deki bir mahalleye Üç Şehitler adı veriliyor. 

“…Üç Şehitler mevkii adı, 16 Mart 1920 tarihinde, İstanbul’un işgali sırasında, Şehzadebaşı’ nda ki karakolda uyumakta olan üç askerimizin İngilizler tarafından vahşice şehit edilmesi üzerine verilmiştir. Şehit edilen bu askerler 

Ortadaki şehit Ahmet Oğlu Nasuh (Balıkesir), soldaki şehit Kadir Oğlu Ömer Osman (Şarkışla), sağdaki şehit Çavuş İbiş Oğlu Abdullah (Zile)
(Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı Yılları, Üsküdar Belediyesi Yayını, İstanbul, 2002)

evvela Eyüp’te, Bahariye’deki mezarlığa gömülmüşlerdir.Bundan dolayı burası hâlâ Şehitlik ismi ile anılır. Daha sonra Şehitler, buradan alınarak Edirnekapı’da, Sakız Ağacı Mezarlığı’na nakledilmişlerdir…”9 

1924 yılından itibaren her yıl 16 Mart günü İstiklâl Savaşında çok büyük hizmetler ifa etmiş olan “Eyüp İdman Yuvası” nın öncülüğünde şehitleri mezarları başında çok büyük coşku ile anma törenleri düzenleniyor. 

26 Mart 1341 tarihli (26 Mart 1925 Perşembe) Servet-i Fünun Gazetesinin 1493 sayılı-kapağında10 (9) 16 Mart şehitlerinin Eyüp’teki anıt mezarlığının resmi yayımlanıyor. Resmin alt başlığı şöyle: “Mütareke Zamanın Zulmünü Unutmayalım” Şehitlerimizi Hatırlayalım. 

MTTB tarafından 16 Mart 1933 yılında dağıtılan el ilânlarında DÖRT şehidin fotoğrafı görülüyor. 

      9. Mehmet Nermi Haksan, Eyüp Tarihi. İstanbul 1996
     10. Bu klişe fotoğrafı koleksiyonundan bana lûtfeden Eyüp’lü babadan fotoğrafçı “Eyüp Fotoğraşarı   Koleksiyoncusu” Şener Türkmenoğlu’na teşekkür ederim.