logo

let’s make something together

Give us a call or drop by anytime, we endeavour to answer all enquiries within 24 hours on business days.

Find us

PO Box 16122 Collins Street West
Victoria 8007 Australia

Email us

[email protected]
[email protected]

Phone support

Phone: + (066) 0760 0260
+ (057) 0760 0560

1984-1988 YILLARI ARASINDA YÜRÜTÜLEN PLANLAMA VE İMAR UYGULAMA ÇALIŞMALARI

(II) EYÜP SULTAN YÖRESİ’NİN TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDEKİ
SOSYAL YAPI ÖZELLİKLERİ

Evliya Çelebi; Eyüp’ü: ” … Eyüp şehrinin suyu, havası güzel, kadın ve erkeklerinin güzelliği medhedilir. Âyân ve eşrafı çoktur. Halkının çoğunu bilginler meydana getirir. Eyüp şehrinin has ekmeği, kaymağı, yoğurdu, şeftalisi ve kayısısı meşhurdur. Eyüp avlusundaki çınar ağaçlarına yuva yapan balıkçıl kuşları her sene başlarından ikişer tel tüyü baştan başa nurlu Eyüp kubbesi üzerine b’rakarak hediye ederler… ” ifadesi ile tanımlamaktadır (25, s. 277- 278.)

Osmanlı Sultanlarıının; bu semte manevi anlamda gösterdikleri saygı ve sevgiyi ise R.E. Koçu: “…Ondan sonra gelen Osmanlı Padşlahları da, her birisi teberrüken Eyüp civarında bir güzel eser bina ederek oralarını cennet gibi bir makam yapmışlardır… ” diye anlatmaktadır (26, s. 5465).

Onları takip eden devlet ricali ve varlıklı kesimden kişiler de Eyüp’e verdikleri önemi, burada kurdukları vakıflar, mimarlık ve kültür tarihinde önemli yer tutan hayır yapıları, özel konut yapıları ile ortaya koymuşlardır. Böylece Eyüp Sultan’da seçkin bir semt ve kültür ortamı olarak gelişmiştir.

Gerçekten fetihle birlikte kurulan Eyüp, süreç içinde giderek gelişmiş, sultanların, ricalin, ulema sınıfından kişilerin, sanat ve düşünce adamlarının yaşadıkları, mimarlık, kültür ve sanatın mûsıkîden hat, taş bezeme ustalığına her dalında, tarihimizde önemli eserler bıraktıkları zengin bir semt haline gelmiştir.

Hz. Halid’in türbesinin bulunduğu yerde Fatih Sultan Mehmed’in ilk türbe ve camiyi yapt’rması, buna ilaveten daha sonra yapılan medrese, imaret ve çifte hamam ile oluşan “Türk Çağı”nın bu ilk külliyesi etrafında gelişen semt; kurulduğundan bu yana geçen süreç içinde burada yaşayan padişahlar, sultanlar, devlet adamları; burada yetişen düşünce ve sanat insanları ile seçkin bir sosyal ve kültür ortamı oluşturmuştur. Fethin akabinde İstanbul’da uyguladığı güçlü imar ve iskan politikası kapsamında Fatih Sultan Mehmed, Eyüp semtine de Bursalıları yerleştirmiş ve hocası Akşemsettin bin Hamza (1389-1459)’nın da burada oturmasını istemiştir. Bir müddet burada oturan Akşemseddin, daha sonra doğduğu yer olan Göynük (Bolu ) Kasabası’na yerleşerek orada vefat etmiş ve gömülmüştür. Türbesi Göynük’te bulunmaktadır (27, s.82).

Tuhfetülmimarin ve Tezkiretülebniye’de; Mimar Sinan tarafından Eyüp’te inşa edilmiş; dört külliye (içinde cami, türbe, medrese, hamam, sıbyan mektebi, darülkurra, çeşme yapıları dahil), iki cami (birinin içinde türbesi dahil), bir tekke-camii, üç mescid (birinin içinde medrese dahil) bir hamam, iki saray

 

ve beş münferit türbenin adı geçmektedir. Ancak Tezkire’de Siyavuş Paşa ve evlatları için iki türbeden bahis edilmesine karşın bir türbe inşa edilmiştir (11, s. 70; 15, s. 202).

Yine Tezkire’de adı geçen iki saraydan biri Evliya Çelebi’de de yer almaktadır18 (25, s. 272).

Eyüp’te Mimarlık ve Kültür Tarihî açısından önemli yer tutan “Külliye”lerin dışında, tarihî merkez ve yakın çevresinde yoğun, merkezden uzaklaştıkça Eyüp yerleşmesinin organik dokusu içinde dağılarak yer alan, Eyüp’ün sosyal ve kültürel yapısının bir parçası olan ve yine Mimarlık ve Kültür tarihimizde önemli yer alan birçok cami ve mescit vardır.

Bir sur dışı yerleşmesi olan Eyüp, devlet eliyle kurulan ve eğitim veren medreseler yanında, ruhsal gelişim üzerine halk eğitimi veren ve onun yanında ayrıca; İslam ve tasavvuf öğretisi ile içiçe olduğu kabul edilen; hat, tasavvuf mûsıkîsi, hatta okçuluk gibi ilgili sanat ve spora yönelik de eğitim kazandıran; ayrıca uzaktan gelen yolculara olduğu kadar, örneğin Eyüp’deki kimsesiz, yoksul yaşlı kadınlara kucak açan “Hatuniye Dergahı” gibi, kimsesiz yaşlı insanlara da sıcak bir aş, sığınacak bir yer vererek manevi sosyal hizmet

     18 Evliya Çelebi, Eyüp mahallelerini anlatırken bağlı, bahçeli, bakmlı, yüksek olarak nitelediği, adedini bin, ikibin, üçbin gibi sayılar ile ifade ettiği saray ve evlerden bahsetmektedir (25, s. 272).

Fotograf: Tekkelerden bir örnek,; ahşap Selami Efendi
tekkesinden iç görünüm ve avlusu (H.F.Ensari Kara arşivi)

yuvaları gibi de işlev gören tekkeler açısından oldukça zengin bir semttir. Eyüp’de 23 tekke mevcuttur (6.) Eyüp Sultan semtinin tekkeler açısndan zengin bir belde olmasında, Fetih’e katılan tasavvuf ehli kişilerin bu beldede kurdukları tekkelerin yanında19, Eyüp’ün bir sur dışı yerleşmesi olmasının etkisinin de bulunduğu muhakkaktır. Issız yerlerin şenlenmesi ve yerleşmenin oluşmasında nüve teşkil eden, ancak fonksiyon şeması itibariyle geniş alan isteyen tekkelerin, yerleşmek için sur dışında daha uygun yerler buldukları, söylenebilir.

Dolayısıyla, Eyüp’te kuruluşu Fetih’e kadar inen ve Fetih’e katılmış Tasavvuf ehli kişiler tarafından kurulup günümüze kadar ulaşan tekkelere örnek olarak; Haliç kıyısında yer alan Ya Vedut Tekkesi ve İdris Köşkü Tepesi Gümüşsuyu mevkiinde yer alan Karyağdı Baba Tekkesi gösterilebilir.

Hz.Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el Ensari’nin manevi anısına hürmeten kurulmuş olan bu beldeyi çok farklı kılan bir özelliği de, İstanbul’da türbe, açık türbe, hazire ve mezarlıkların en yoğun ve sayıca çok olduğu bir yerleşme olmasıdır.

Diğer bir çok Roma ve Bizans şehirlerindeki gibi İstanbul’da da şehir surlarının hemen dışının kentin nekropol bölgesi olduğu kaynaklarda yer aldığı gibi, Türk-İslâm döneminde de bu özelliğini korumuştur.

Hz. Halid ile birlikte, İstanbul’un Araplar tarafından kuşatılmaları esnasında sur dibinde şehit düşerek kalan diğer sahabelerin de burada gömülü olması, kurulduğundan bu yana devlet ricali ve devrinin ileri gelenlerinin yanısıra geniş halk kitlesinin de son istirahatgâhını burada aramasna neden olmuş, sonuçta Eyüp, İstanbul’un en büyük İslâm mezarlığı alanlarından birisi olma özelliğini bugüne kadar korumuştur (11, s. 1).

Osmanlı-Türk hat, taş işlemeciliği sanatı, türbe mimarisi ve bezemelerin en seçkin örnekleri; kurulduğundan bu yana padişah, padişah eşleri, çocukları dahil devrinin ileri gelenleri ve devlet ricalinin gömüldüğü bu mezar ve yapıtlarda, kitabelerinde yer almaktadır. Eyüp bu açıdan, sanat ile kültürü, ölüm ile yaşamı geçmişten bugüne iç içe ve birarada yaşatan, ölüme ürkmeden yaklaştran dingin bir huzur ortamı sunmaktadır20.

      19 Haliç kıyısında yer alan Ya Vedut Tekkesi, İdris Köşkü Tepesi, Gümüşsuyu mevkiinde yer alan Karyağdı Baba Tekkesi gibi,
     20 Eyüp’ün bu atmosferi, Eyüp’ü ziyaret eden yabancıları daima etkilemiştir ve seyahatnamelerinde bunu dile getirmişlerdir. Burada vereceğimiz, Gentille Arditty-Püller’den Eyüp’e ilişkin ufak bir alıntı, buna güzel bir örnek teşkil etmektedir: “… Eyüp bize hayatı anlatır, Eyüp bize ölümü anlatır. Ondan bize ölçülmez bir huzur, sonsuz bir şefkat yayılır. Hiçbir yerde hayatla ölüm bu kadar içli dışlı olmamıştır. Ve hiç bir yerde ölümün yüzü bu kadar gülümser, hayatın çehresi bu kadar saf değildir. Eyüp’ü ziyaret edenlerin ruhu feragatle zenginleşir ve dünya nimetlerinin üstüne yükselir.

Her biri devrinin mimari uslûbunu sergileyen özgün birer sanat eseri olan bu mezarların; Osmanlı türbe, hazire ve mezarlıklarını birer müze haline getiren sanat değerlerinin yanında; geçmişteki siyasal, sosyal, kültürel yaşantımızı günümüze yansıtan önemli tarihî belgeler olarak değerleri tartışılmaz.

Yine türbe, hazire ve özellikle mezarlık alanlarının bir diğer önemli tarafı da, bu yapıtların; geçmişten günümüze tarihsel süreç içinde, sosyal ve kültürel yapının değişimini izleme olanağı bulabildiğimiz somut tarihî belgeler olmalarıdır.

Eyüp’deki hazire ve türbelerin dışındaki İslâm mezarlık alanları, zamanının devlet adamları, düşünce ve sanat adamları gibi Osmanlı dönemi yaşamında iz bırakan önemli kişilerin, aile efradının, şehitlerin mezarlarını barındırmakta olduğu gibi; “Cellad Mezarlığı” örneği, toplum yaşamında farklı bir yeri olan belli bir gruba ait özel mezarlara da bir köşesinde yer vermiştir21.

İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesi ile kurulan bir belde olan Eyüp; Müslüman mezarlık alanlarının yanında Hristiyan ve Musevi mezarlık alanlarına da yer vermiştir.

İlk İslâm sur dışı yerleşmesi olmasına rağmen Eyüp’de gayrimüslimler de Müslümanlar ile yüzyıllarca birarada yaşamışlardır.. Fatih’in İstanbul’u iskân ederken Anadolu’dan getirdiği ve sur içinde yerleştirdiği Hristiyan Ermenilerden bir kısmı daha sonra Eyüp’e yerleşmiştir. P. Ğ. İncicyan, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u zapt ettikten sonra muhtemelen bir Rum isyanını önlemek için Bursa’dan ve Anadolu’nun diğer yerlerinden getirttiği Ermenileri şehrin altı muhtelif semtine yerleştirdiğini, “altı cemaat” olarak

Eyüp’ü baharda, mezar taşları arasında büyüyen sarmaşıklardan, salkımlardan yayılan rayihaların selvi ve taze ot kokularına karıştığı zaman severim. Nisan ayında, gün ortasında kabristanın yokuşunu, zaman zaman kitabeler önünde durup etrafı saran bilinmeyenleri ve bizi bekleyen sırları düşünerek, ne gafil faniler olduğumuzu hatırlayarak çıkmak insanı ferahlatır. Bir rayihalar cümbüşü arasından geçersiniz. Havalarda arıların tek sesli vızıltıları, kumruların vurgun hıçkırıkları, leylek gagalarının takırtıları çınlar. Zaman zaman da müezzinlerin sesi kubbeler üzerinde akseder. Eyüp’ü sonbaharda, kuru yaprakların ayaklarımızın altında çıtırdadığı, mavisi bebek gözlerini hat’rlatan yaban nanelerinin etrafa serinletici pastil kokuları yayıdığı zaman severim. (28, s. 1697).
     21 Osmanlılar, ölüme mahkum olan suçluların infazını resmi olarak yerine getiren ve cellad ad’ verilen görevlileri ayrı bir mezarlığa gömmüşlerdir. “Cellad Mezarlığı” denilen bu mezarlık, Eyüp’te İdris Köşkü Tepesi’nde, Karyağdı Baba Tekkesi’nin arkalarnda yer almakta idi. Hemen hepsi yazısız; 1.70-1.90 boyunda yekpare köfeki taşından, kesiti kare veya kareye yakın dikdörtgen olan bu devasa taşların karanlık görüntüsü, Osmanlı dünya görüşünün ve toplumsal ahlakın somut bir ifadesi olarak etkileyici bir biçimde ortaya ç’kmaktadır. İslâm dininin getirdiği ilkeler ile de olgunlaşan Osmanlı yaşam biçimi ile ahlâki değerleri ve anlayışı; ölüme mahkûm olan bir suçlunun ölümünden sonra İslâm mezarlığına kabul edilmesine imkân vermesine rağmen, resmi bir görevle dahi olsa bunu iş edinerek ücret karşılığı cana kıyan bir görevlinin, yaptığı bu eylemden dolayı, ölümünden sonra İslâm mezarlığına kabul edilmesini mümkün kılmamıştır (26, s. 3429).

 

tesbit edilen bu Ermeni topluluklarının sonraları dağıldığını, geri kalan fakir halkın ise “Odalar” ad’ altında belirli semtlerde yaşamakta olduğunu anlatmakta, Eyüp’deki Aşağı Mahalle de denilen Çeşmeli Odalar Mahallesi’nin de bu odalardan sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Adı geçen mahallede bir Ermeni kilisesinin mevcud bulunduğunu ve Ermeni sakinlerinin bahçevanlık, rençberlik gibi mütevazi işlerle meşgul olduğunu eklemektedir. Surp Asduadzadzin adıyla anılan bu kilisenin eski binası bugün İslâmbey Caddesi sırtlarında yer almaktadır. Ayrıca o tarihte Serviler Mahallesi veya Yukarı Mahalle adı verilen bugünkü Nişanca Mahallesi sırtlarında bir kilise daha bulunduğunu söylemektedir. Surp Eğia Kilisesi denilen bu kilise ve yanındaki Bezciyan Okulu’nun eski binaları, faaliyeti durmuş olmasına ra¤men bugün ayaktadır (29, s. 19-20, 92-93; 30, s. 190-193)

Ayrıca yazar; “Sarraf-Hovannesyan, … ayrıca sur dışında, Edirnekapısı’nın karşısına düşen ağaçlık yerde, Balat Ermenilerine ve ayrıca Rumlara ait mezarlıklar ve keza, Yahudilerin terk edilmiş bir mezarlığı bulunduğunu söyler … ” demekte (29, s. 19-21) ve ilâveten; “… Rumlar ve hususiyle zenginleri ve metropolitler, Fener Mahallesi’nde otururlar. Mezarlkları, Balıklı ayazmasının yanında ve Eğrikapı surunun karşısında Taksim ile Tekfur Sarayı arasındadır… Yahudiler ekseriyetle Balat’ın iç ve dış taraflarında oturmaktadır. Onların birçok havraları ve Edirnekapısı’nın karşısındaki Ermeni mezarlığının yanında bir mezarlıkları vardır, fakat şimdi buraya ölü gömmek men edilmiştir ve cenazeler Kuzguncuk Köyü mezarlığında defn edilmektedir… ” diye bilgi vermektedir. (29, S 23).

Eyüp’de meskûn olan Hristiyanlar ile ilgili 23 Muharrem 981 (25 Mayıs 1573) tarihli bir fermanında vaki şikâyetlere karşılık Cami’i Kebir Mahallesi’nde çalışan ve yaşayan Hristiyanların buradan çıkarılmasına ilişkin emir ve irade vardır. Ancak bu açık ve kesin padişah emrine yeterince uyulmamışki 989 (M.1581) tarihli ve yine Eyüp Kadısı’na gönderilen bir ikinci fermanla emir tekrarlanmıştır (26, s. 5452; 31, s. 15).

Bu açıklamaların paralelinde sur dışında Bizans döneminden itibaren Hristiyan mezarlıklarının varlığından bahsetmek mümkündür. Bugün surların dışında iki ayrı Hristiyan mezarlığı mevcuttur. Bunlardan biri surların hemen dibinde, Savaklar Caddesi ile Cambazhanekapı önünde, sur duvarı arasında yer almaktadır. Diğeri ise surlar ile çevreyolu arasında daha yukarda bulunmaktadır.

Anlaşılmaktadır ki; Eyüp’deki sosyal ve kültürel yaşantısının bu kadar zengin olmasında önemli bir etken; Osmanlı sultanlarının hanedanın, devlet ricali ve varlıklı kişilerin burada ziyaretin ötesinde ikameti tercih etmelerinin yanında ulema sınıfından insanların, sanatkârların da burada yaşamalarını teşvik eden, yabancıların dahi hayran kaldıkları Haliç boyunca uzanan kıyısı, Haliç’e hakim eşsiz panaromik pitoresk manzara veren tepeleri ve eşsiz peyzajı ile, sahip olduğu sosyal, kültürel ve doğal değerleridir.

Dolayısıyla Eyüp Sultan semti, sosyal ve kültürel açıdan geliştiği nisbette, sanatta da gelişmiş ve geçmişten günümüze Türk mûsıkîsinin ünlü ustaları, edebiyatçılar, tiyatro ve gösteri dünyasının değerli şahsiyetlerini yetiştirmiş, Türk-Osmanlı, İslam, Tasavvuf kültür ve sanat yaşamına ve gelişimine önemli katkıları olan bir semt olmuştur.

Ünlü bestecilerden Eyyubî Mehmet Bey, Ebubekir Ağa, Hacı Arif Bey, Zekâi Dede, Zekâizade Ahmet Efendi, Hacı Emiri Efendi, Beylikçizade, Ali Aski Bey, Mustafa Itrî Efendi, Türk mûsıkîsinin gelişimine büyük katkıları olan ve Cumhuriyet öncesi dönemde Eyüp’te doğan, Eyüp’te yetişen büyük ustalardır (28, s. 1696).

Bu dönemde edebiyat dünyasından da bir çok değerli şahsiyet Eyüp’de doğmuş ve yetişmiştir. Büyük divan şairi Şeyh Galib’in yakın arkadaşlarından, Galata Mevlevihanesi müridlerinden tasavvuf şairi Esrar Dede, Koca Ragıp Paşa ve Şair Fıtnat Hanım ile karşılıklı yaptıkları nüktelerle tanınan Şair Haşmet, tarihçi Mahmut Kemal İnal, Mehmet Akif Ersoy, Servet-i Fünun şairlerinden Celal Sahir Erozan ilk kalemde sayabildiğimiz edebiyat ve düşünce adamlarıdır. (28, s. 1696).

Orta oyununun ünlü sanatçısı Kavuklu Hamdi, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu Minakyan Efendi ise Cumhuriyet öncesi dönemde Eyüp’ün yetiştirdiği ünlü tiyatroculardır.

Eyüp aynı zamanda ünlü hattatların yetiştiği bir semt olmuştur. Ünlü hattat Suyolcuzade Eyyubi Mustafa Efendi ile öğrencisi, yazdığı Kur’an-ı Kerimlerle meşhur Hattat Hafız Osman da Eyüplüdür. Yine bir araştırmacının bir eserinde, Eyüp’de yetişmiş 82 hattat ile ilgili bilgi verilmiştir (32, s. 1-31).

Eyüp; doğal ve kültürel değerlerinin birarada sergilendiği mistik atmosferi, eşsiz pitoresk mahalleri ile, burasını ziyaret eden yabancı gezginleri, yazarları etkilemiştir. Yabancı seyyah ve yazarlar, seyahatnamelerinde eski Eyüp’ü son derece güzel ifadelerle anlatmışlardır.

Eyüp kahveler açısından da çok zengin bir semttir. “Bostancıbaşı Sicilleri”ne ait 1814-1815 tarihli defterlerde; kıyıda, Ayvansaray İskelesi ile Defderdar İskelesi ve Defterdar İskelesi ile Eyüp İskelesi arasında birer kahve yer alırken, Eyüp İskelesi ile Bahariye Kasrı arasında yedi kahvenin sıralandığı görülmektedir (26, s. 2984-2985).

S. Birsel, Eyüp’deki Bostan İskelesi’nin serapa kahve olduğunu, buranın en büyük kahvesinin de iskelenin sağında deniz kıyısında büyük, bahçeli

Fotoğraf: Bostan İskelesi civarından Haliç sahillerindeki
yalılar ve İmaretin yanında yalı biçimindeki meşhur Bostan
İskelesi kahvesi 

kahve olduğunu söylemektedir. Eski gravürlerde yer alan22 meşhur Bostan İskelesi’nde kahvelerin topunun Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan’ın yaptırdığı binalar olduğu ifade edilmiştir.

Türk mûsıkîsinin büyük ustalarından Eyüp’lü Zekâi Dede Efendi’nin (1825-1897), bu kahvelerde diğer mûsıkî ustaları ile meşk alemleri yaptığı bilinmektedir. Tarihî Eyüp mezarlığında yatan Zekâi Dede, yaz günleri hemen hergün bu kahvelerde buluşarak meşk yapan Büyük Dede Efendi ve Eyyübî Mehmet Bey’den yine buralarda ders almıştır ve 20. yüzyılın başlarına kadar sazende ve hanendeler bu kahvelere devam etmiştir (34, s. 49-50). Aynı eserde, bu meşk alemlerine son katılanlardan birinin de Ahmet Rasim olduğu öğrenilmektedir (34, s. 49). Bu kahvelerden en meşhuru, İmaret’in yanında bulunan ve Melling’in gravüründe yer alan, yalı biçimindeki kahvedir.

Eyüp’ün uluslararası düzeyde geçmişte ve bugün en tanınmış kahvesi İdris Köşkü tepesindeki yamaçlar üzerinde yer alan, İstanbul’un derinliklerine

     22 Örneğin Melling’in bir gravüründe yer almaktadır (33, s. 100-106). 

 

Fotograf: Piyer Loti Kahvesi-H.F.Ensari Kara arşivi

doğru verdiği son derece etkileyici ve güzel panaromik Haliç manzarası ile 19. yüzyılda Piyer Loti dahil, gelen bütün yabancıları büyüleyen, seyahatnamelerinde anlattıkları ve Loti’nin ismi ile anılan kahvedir23 (34, s. 52-53). 

Bu kahvelerin dışında kıyıda ve içerlerde başka kahveler de vardır. İstanbul’un en ünlü tulumbacı kahvelerinden biri Defterdar’da Kâhya İsmail’in kahvesidir. s. Birsel bu kahve için: ” … iki katlı, büyük mü büyük tahta bir binadır. Kahvenin yukar’ katında 18 tane bekâr odası vardır. “Semai” ve “divan” okumakta bir tane olan “Çiroz Ali” bu odalardan birinde kalır. Kâhya İsmail’in kahvesi Ramazanlarda en önde gelen çalgılı kahvelerden biri olur… ” demektedir (34, s. 168-169). Meşrutiyetin ilanından sonra, bu kahve de “tulumbacı kahvesi” niteliğini kaybedip bir “kayıkçı kahvesi” olmuştur. 

Eyüp aynı zamanda Haliç kıyısı ve gerisindeki zengin doğal bitki örtüsü, serin ve tatlı suları, lezzetli balık ve yabani ördek avlanan adaları ve İstanbul’un derinliklerine doğru geniş, panaromik, çok güzel bir manzaraya hakim sırtlara haiz coğrafi konumu ile, sultanların rağbet ettiği kadar İstanbul halkının da günübirlik dinlenmek üzere gelmeyi tercih ettikleri önemli mesire yerleri olan bir yöre idi (36, s.118-122). 

Evliya Çelebi, Eyüp’de dokuz ayrı mesire alanından söz etmekte ve Eyüp mesirelerini anlatırken; “Eyüp Mesiresinin, Kağıthane yolu üzerinde Küplüce Ayazma adıyla denize bakan yüksek tepe üzerinde ağaçlıklı bir yer olduğunu ve Ayazma suyunun cana can kattığını; Ağa Eskisi Mesiresi’nin Haliç’e bakan çimenlik bir yer olduğunu; Harb Meydanı Mesiresi’nin şehrin sonunda Kağıthane yolu üzerinde at meydanı olduğunu ve her cuma binlerce binicinin gelip silahşörlük talim ettiğini; Kalamış Mesiresi’nde kayıklara binilip adalara gidilerek kaya balığı avlandığını; Deniz Hamamı Mesiresi’nde her Cuma günü kayıklarla Eyüp Sultan önündeki adalara gidilip mavi renkli futalarla yüzüldüğünü ve sonra adaların çimenleri üzerinde oturup yenilip içilerek dertlerini unuttuklarını; Can Kuyusu Mesiresi’nin, Eyüp’ün kuzeyindeki mezarlık alanı içindeki eski bir evde mevcut bir kuyu olduğunu ve bu kuyunun her ne sorulsa cevap verdiğini; İdris Köşkü Mesiresi’nin Bayramiye tarikatı şeyhlerinden ’Şeyh İdris’in yaptırdığı tekkenin yeri olduğunu ve burada toplanıp 

      23 Abdülhak Şinasi Hisar, Piyer Loti Kahvesi’nin dışardaki ününden: ” … Pierre Loti, en eski zamanlardan, 1894’den 1905’ e kadar, İstanbul’a geldikçe buraya gelir. Parisli Frans’z muharrirlerine bu kahvehaneden bahseder ve İstanbul ve Haliç manzaralarının buradan görünmesinin büyüsü altında kaldığını söylerdi. Bunun için Loti’nin hatırasına merbut kalan nice Fransızlar yıllardan beridir bu kahvehaneden bahsediyorlar. Gabriel de La Rochefoucauld, “Constantinople Avec Loti” kitabında 1904’deki seyahatinde ondan bahsediyor; Albert Flaman 1930’da “İstanbul Tabloları”nda bu kahveden bahsediyor ve Robert Gueneacu Chaiers de 1955’de çıkan yazılarında bu kahvehaneden bahsediyor …” diye söz etmektedir (35, s. 176-177).

safa edildiğini, fakat Sultan Mustafa Han’ın bu şeyh dinsizdir diye tekke ve evkafını harab ettiğini, hâlâ birkaç güzel çınar ağacı, çimenlikler, namazgâh seddi, tatlı su çeşmesi ve büyük havuzunun durduğu güzel bir gezinti yeri olduğunu24; Köşk Serviler Mesiresi ve Birdir Mesiresi-Ağa Kırlığı Mesiresi’nin safalı, çimenlik yerler olduğunu; Bülbülderesi Mesiresi’nde tatlı sesli bülbüllerin ötüşmelerinin insanın kalbine ferahlık verdiğini…” anlatmaktadır (25.). Evliye Çelebi’nin “Can Kuyusu Mesiresi” olarak bahsettiği kuyunun, bu gün İdris Köşkü Tepesi mevkiinde, Piyer Loti kahvesi civarındaki ahşap sıra evlerden birinin arka bahçesinde bulunan kuyu olduğu, rivayet edilmektedir.

Ayrıca bu bölgede yapılan Taç Vakfı restorasyonu ile birlikte, geleneksel yaşamımızdaki mahremiyet olgusunun önemli fiziki mekanlarından biri olan arka bahçeler ortadan kalkmıştır.

Sultan II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılması ile birlikte ortadan kalkdırılan Yeniçeri mezarlarına ait iki örnek olduğu için son derece önemli olan ve baş taşlarındaki yazılardan fethe katılmış bulundukları anlaşılan, Fatih dönemine ait 2 adet Yeniçeri mezarı, yine bu bölgedeki ahşap konutların arka bahçeleri arasında kalmışken, restorasyon ile birlikte ortaya çıkartılmıştır.

R. E. Koçu, Eyüp’ün eski ve meşhur bir mesiresi olan “Fulya Tarlası” veya “Fulya Bağı” olarak anılan mesire alanını, Eyüp tarihî üzerine yıllarca çalışmış Ahmed Ağın ile Eyüp’lü yazar Osman Cemal Kaygılı’dan aldığı bilgiler ışığında anlatmakta; Eyüp’de Gümüş Suyu’nun bulunduğu vadi etrafındaki tepelerin tarlalar halinde çiçek bahçeleri olduğununu, gül, sümbül, lâle, zerrin ve fulya yetiştirildiğini, Cuma günleri Eyüp Oyuncakçılar Çarşısı’nda büyük bir çiçek pazarı kurulduğunu ve bu çiçek bahçelerinin tümünün Fulya Tarlası olarak anılan bir mesire yeri olduğunu söylemektedir. Yine aynı eserde yazar, bu mesire yerinin 1800- 1905’lerde rağbet gördüğünü, bir Bulgar bahçevanın bahçesine büyük bir havuz yaptırdığını, yazın gençlerin bu havuzda yüzerek alem yaptıklarını burası ile ilgili bir kanto dahi bestelendiğini anlatmaktadır.

Haliç kıyısında yer alan ve İdris Köşkü tepesi, Gümüşsuyu vadisi gibi İstanbul’a açık geniş, derin ve muhteşem panaromik manzarası bulunan Eyüp Sultan semtinde bu gün kurulu çiçek pazarı ve çiçek yetiştirme olgusu; tarihsel geçmişinden gelen geleneksel çiçekçilik faaliyetinin hâlâ sürdürüldüğü; semte yakışan, geçmişten gelen önemli geleneksel uğraşlardan biridir.

Eyüp’de ayrıca tarihsel süreç içinde, belirli sanat dallarında uzmanlaşmış

     24 Semavi Eyice, Evliya Çelebi’nin İdris Köşkü denilen yer ile ilgili farkl’ bir tarihçe anlattığını belirtmektedir (37, s. 66).

zengin bir ortam doğmuştur. Çömlekçilik bunlardan en önemli ve tarihî en eski dönemlere dayanan bir sanat dalıdır. Bizans döneminde Haliç’den elde edilen çamurla kiremit ve tuğla imalatı yapıldığı bilinmektedir. Haliç’in bu çamuru Osmanlılar döneminde de tuğla ve çömlek imalinde kullanılmıştır. Çömlekçiliğin Eyüp’te gelişmesi, adına bir mahalle kurulmasından da anlaşılmaktadır.

Evliya Çelebi, Çömlekçiler Mahallesi’ni anlatrken: “… Caddenin iki tarafında ikiyüz elli adet çanakçı, çömlekçi ve bardakçı dükkanları vardır. Kağıthane’den ve Sarıyer’den getirdikleri çamurlarla maşraba, çömlek ve sürahi yaparlar ki benzeri ancak Çin ve İznik çinisinde bulunabilir. Fakat bu topraklarda başka bir hassa vardır. Bilhassa yeni yapılmış bu testiden su içenin damağı kokulanır ve vücudu ebedi hayat bulur. “Ve minel mai külle şey’in hay” sırrı açık açık görülür. Bu iş yerlerinde öyle maharetli ustalar vardır ki yaptıkları testiler kırk elli kuruşa satın alınarak padişah ve vezirlere hediye olarak götürülür…” demektedir (25, s. 273-274).

Haliç’in makbul balçığı Eyüp’de oyuncakçılığı da teşvik etmiştir. R.E. Koçu, Eyüp oyuncaklarının yüzyıllar boyunca Eyüp’deki oyuncakçı dükkanlarında satıldığından söz etmekte, 17. yüzyılda Evliya Çelebi’nin “Eyyub oyuncakçılarının 100 dükkanda 105 nefer olduğu”nu kaydettiğini nakletmektedir (26, S 5461-5462).

Eski haritalarda Oyuncakçılar Adası olarak geçen ve 1956’lardan sonraki istimlâklarda ortadan kaldırılan yapı adasında, oyuncakçı dükkanları yer almaktadır. Bizim Planlama Müdürlüğü olarak faaliyette bulunduğumuz 1980’li yılların ikinci yarısında, Camii Kebir Caddesi üzerinde, aynalı, düdüklü, boyalı çamurdan yapılmış küçük oyuncak testileri; küçük tahta beşikleri; defleri; darbukaları; fırıldakları ile geleneksel Eyüp oyuncaklarını satan tek bir dükkan kalmıştı. Dolayısıyla Eyüp, geleneksel oyuncakçılık sanatını yakın zamana kadar bölgesinde yaşatmış ve Eyüp’e ziyaret, ibadet amacı ile gelenlere bu anlamda da hizmet vermiştir (38, s. 158; 36, s. 114).

Yine R. E. Koçu; Evliya Çelebi’nin kaydına gore 17. yüzyıl ortasında Eyüp’ün küçük el sanayii arasında nakışlı eldivenlerinin pek meşhur olduğundan bahsetmekte ve Evliya’nın: “Eyüp’de mahbushanede mahbusların işledikleri günagün münakkaş eldivenler ve çorabların benzerleri ancak Firengistan’da ve Gürcistan’da işlenir…” dediğini nakletmektedir. Yine yazar, Eyüp’de bir mahpushane bulunduğuna dair bir kayıda da yalnız Evliya Çelebi’de rastlandığını belirtmektedir (26, s. 5457).

Eyüp, Bizans döneminde, Galata (Sykae) gibi şehir dışında, şehrin süt ihtiyacının sağlandığı bir yerdi. Osmanlı döneminde ise, bu yöre civarındaki mandıralardan temin edilen halis sütle elde edilen kaymak, Eyüp’e ayrı bir şöhret kazandırmıştır. R.E.Koçu Eyüp’ün kaymak ve kaymakçı dükkanlarınınn eskiden beri meşhur olduğunu söyleyerek, Evliya Çelebi’den: “… Yoğurdu kaymağı çok lezzetlidir; erbâbı sâfâ kaymakçı dükkanlarının sahnişinlerinde oturarak kaymak yerler, halis süt içerler, bal yerler…” kaydını vermektedir (26, S 5459). Ayrıca yazar, bugün hiçbir iz kalmayan kaymakçı dükkanlarının Camii Kebir yanındaki çarşı boyunca ve Eyüp’ün meşhur kebapçı dükkanlarının yanısıra dizildiklerini nakletmekte, kaymakçı esnafının çoğunlukla Bulgar olduğunu ve son kalan iki dükkanın da 1958-1960 arası istimlâklarda ortadan kalktığını söylemektedir25.

R. E. Koçu Eyüp’ün kebabı ve kebapçı dükkanlarının da İstanbul’un büyük şöhretlerinden olduğunu söylemekte, bu şöhretin başlıca sebebi’nin, Eyüp kebapçılarının bir aşçılık ocağı halinde, kebap etini terbiye etmesini bilmelerinden olduğunu belirtmektedir. Müşteriye kebap, bir gelenek olarak, kapaklı yuvarlak bakır kebap lengerleri ile verilirdi. Tanzimattan önce, bütün İstanbul kebapçılarında olduğu gibi, tandır kebabı terazi ile tartılarak okka hesabı ile, şiş kebabı da “büyük lokma bir zira boyunda bir şiş dolusu” olarak uzunluk ölçüsü ile satılırdı. Bilhassa tandır kebabı emsalsizdi. Önce Eyüp’ün tandır kebabı kayboldu. 1935-1950 arasında iki dükkan, 1950- 1953 arasında tek dükkan kalmış bulunuyordu, 1958 istimlâkında bu son dükkan da ortadan kaldırıldı (26, s. 5459-5460).

Yakın zamana kadar işlevi devam eden ve Eyüp’e has, özellikle kandillerde lezzetli, yağlı simit, halka çıkartan meşhur fırını vardı. Yeniçeriliğin son zamanlarında bu fırın “Yeni Fırın” diye anılıyordu. Bu durumda bu fırının 1750-1800 arasında yapıldığı söylenebilir (26, s. 5467).

Bu gün sn. meslektaşımız, Eyüp Sultan’ın saygın eşrafından, kendisini tanımakla onur duyduğumuz, planlama çalışmalarımız esnasında bize çok yardımcı olan, Mimar Şakir Akman bey’in Camii Kebir’in karşısındaki fırını, bu görevi üstlenmiştir. Örneğin, yan sayfadaki fotoğraf; planlama ekibi olarak tarihî Eyüp Meydanı ile ilgili yapılan araştırma ve çalışmalarımız sırasında, bir Kadir gecesi teravih namazı esnasında, Şakir Akman beyin fırınının üst katındaki un çuvallarının arasından çekilmiştir.

İstanbul’un genelinde olduğu gibi, geleneksel konut mimarisinin ahşap olması

     25 R. E. Koçu ve R. A. Sevengil’den; Eyüp’deki kaymakçı dükkanlarının Sultan II.Selim döneminde 1567 yılı içinde uygunsuz bir biçimde kullanıldığının Padişah’a bildirilmesi üzerine Haslar Kadısı’na bir hüküm çıkartılarak eğlence yerlerinin kapatıldığı, 1573’de aynı nedenle bir ferman çıkartılarak gayrimüslimlerin burada ticaret yapmasının engellendiği ve böylece Eyüp’de başlayan gayri ahlâki davranışların önüne geçildiği, öğrenilmektedir. (39, s. 29-30, 34-35; 26, s. 5452- 5453; 40, s. 29-30, 34-35).

Fotoğraf: Gece Meydanda Teravih Namazı
(H.F.Ensari Kara arşivi)

nedeni ile, Eyüp geçmişinde büyük yangınlar da geçirmiştir. İstanbul’un iklimine hakim kuzey rüzgârları, Haliç’in güney kıyısında yer alan Eyüp’de kıyıdan başlayan bir yangının kolaylıkla yamaçlara doğru yayılmasına neden olabilmekteydi. Tarihî kaynaklardan Eyüp’ün 1690, 1708, 1886, 1895 ve 1912 yıllarında büyük yangnlar geçirdiği anlaşılmaktadır (26, s. 5468-5469).

Sonuçta herşeye rağmen, Eyüp Sultan Camii meydanı ve çevresinde yoğun bir biçimde yer alan, cami meydanından uzaklaştıkça yoğunluğu azalan, Osmanlı dönemindeki görkemli kültürel, sosyal yaşantısından bugüne ulaşmış; camii, külliye ve mescitleri; gösterişli kitabeleri ile saray erkanına ve devrin ileri gelenlerine ait anıtsal türbeleri; Osmanlı hat, taş, bezeme sanatı ustalığının eşsiz örneklerini sergileyen hazireleri; selvilerin gölgelediği mezarlıkları; tasavvuf düşüncesi, felsefesi, anlayış ve terbiyesinin derinleştirildiği ve halktan mensuplarına bu konuda Kuran – Hadis gibi dini, Mesnevi gibi tasavvufi ve manevi eğitim yanında, Türk tasavvuf mûsıkîsinden tezyine ve hatta okçuluk gibi spora kadar felsefesi ile uyumlu geleneksel sanat ve spora yönelik eğitim de verilen, yeri geldiğinde ruhen arayış içinde olanlara manevi

sığınma yuvaları ve şifa yerleri olan, yeri geldiğinde yoksul kimsesiz kadınların sığındığı Eyüp’deki Hatuniye Dergahı örneği kimsesiz ve yalnız insanlara, uzaktan gelen garip yolculara sıcak bir aş ve yatacak bir yer vererek sıcak bir sığınak ve çare olan, verdiği tüm hizmetleri ile kültürel – sanatsal – sosyal ağırlıklı birer halk eğitim ve sosyal yardım merkezleri olan tekke ve zaviyeleri; bugün sayıları çok azalmış bulunan ve birarada birkaç yerde ve çok küçük doku örneği oluşturan ahşap, saçaklı, cumbalı, maksimum üç katlı, bahçeli veya bitişik nizam konut yapıları; çok sayıda ve her biri birer sanat eseri olan çeşmeleri, sebilleri, güvercinleri, yakın zamana kadar her yıl cami avlusunda yuva yapan leylekleri; geleneksel eski sokakları, tarihî yerleşmenin karakteristik özelliklerini sergiler. Kuruluşu Fetih’e dayanan, 5,5 asrı geçen geçmişi ile Eyüp Sultan semti; bünyesinde taşıdığı “Dünya Kültür Mirası” ölçüsündeki söz konusu bu maddi-manevi değerleri ve anıları ile; geleneksel Türk – Osmanlı – İslam yaşamını günümüze yoğun bir şekilde yansıttığı gibi; tarihsel süreç içinde geçmişten günümüze bir dünya kenti olarak varlığını sürdürmekte olan İstanbul’un “dünya kenti vizyonunu” taşıyan kimliğini güçlendiren misyonu ile de; tarihî yarımada ve Boğaziçi ile birlikte kentin en önemli semtlerinden de birisini teşkil etmektedir.

Fotoğraf: İdris Köşkü tepesinden ve Eyüp’ün içinden genel görünüm

Fotoğraf: Eyüp camii meydanı (H.F.Ensari Kara arşivi)

Fotoğraf: Tarihî Eyüp Mezarlığı’ndan tarihî mezarlar (H.F.Ensari Kara arşivi)

Fotoğraf: Doku odaklarına örnek; Şeyhülislam tekkesi, iç avlusu ve üzerinde
bulunduğu eski sokak (H.F.Ensari Kara arşivi)

Eyüp Sultan Camii meydanından uzaklaşdığıldığında, yerleşmenin organik dokusunun bütünlüğü içinde, yer yer bozulmaların arasında geçmişteki sosyal, kültürel yaşantısınn fizikî belgeleri olarak bugüne kadar ulaşmış bulunan; tekkesi, camii, türbe ve haziresi, çeşmesi, ahşap evleri ile çevrili küçük meydanı ve bu meydana açılan eski sokakları ile “tarihî kültürel doku odakları” diyebileceğimiz ve yerleşme içinde aradaki bozulmalara ragmen birbirini tamamlayarak tarihî Eyüp yerleşmesini eski dokusuyla bir bütün olarak algılamamızı sağlayan çok sayıda eski kent mekânı parçaları yer almaktadır.

Dolayısıyla, Müslüman-Hristiyan, yerli-yabancı dünya insanlarının günün her saatinde bu beldeyi ziyaret etmeleri, Eyüp’ün bugün de evrensel bir değer olarak varlığını sürdürdüğünün en belirgin kanıtıdır.