(III) İSTANBUL’UN GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR DÜNYA KENTİ
OLMA ÖZELLİĞİ VE EYÜP SULTAN
İstanbul, kuruluşundan bu güne kadar yaklaşık 2600 yıllık tarihsel süreç içinde; politik, ekonomik, kültürel ilişkileri, fiziksel yapısı ve boyutları ile dünyayı etkilemiş bir kenttir.
Tarihsel koşulların değişkenliği içinde zaman zaman en etkin dönemlerini yaşamış, hinterlandı genişlemiş; zaman zaman kısmen etkinliği azalmış, hinterlandı küçülmüş; tarihsel süreç içinde geçirdiği deprem, istila, isyan, yangın vb. tahrip ve yok edici afet ve felaketlerin yanında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde başlatılan Cumhuriyet döneminde devam ettirilen Avrupa uygarlığından etkilenme ve Batılılaşma hareketleri; yeni bir üretim tarzı, yeni bir kurumsallaşma, yeni bir yaşam tarzını da beraberinde getirmiş, bunu takip eden dönemlerdeki hızlı kentleşme olgusu ve beraberinde gelen sorunlar ile birlikte kültürel, doğal, fiziksel yapısından çok şey kaybederek günümüze ulaşmıştır..
Tarihsel süreç içinde gelişimine bakıldığında, 19. yüzyılın ortalarına kadar İstanbul’un, genelde geç bir Ortaçağ kentinin özelliklerini taşıyan bir yerleşme olduğu anlaşılmaktadır.
Bu dönemden sonra dünyanın gelişen ve değişen koşulları ile birlikte Osmanlı ülkesinin, sanayileşen Batı ülkelerinin hammadde alanına ve sanayi malları pazarına girmesi ile 19. yy’ın ikinci yarısında İmparatorluk başkentinde metropolleşmenin ilk belirtileri de görülmeye başlamıştır (41). İstanbul’un 19.yy.’ın ortalarında yoğunlaşan çevreselleşerek dünya ekonomisine eklemlenme süreci, kentin gelişimini yönlendirecek imar mevzuatını ve planlamayı da beraberinde getirmiştir (42, s.26).. Dolayısıyla, Batıdan alınmaya çalışılan “aydınlanma” düşüncesinin temelinde planlamanın bulunmasının ve Avrupa Uygarlığından etkilenme (Batılılaşma) ve çevreselleşme sürecinin kentin fiziksel, sosyal, kültürel yapısında başlattığı büyük dönüşüm; kentin; kurumsal, hukuksal ve yönetimsel yapısındaki değişimi de beraberinde getirmiştir
Süreç içinde, İstanbul’un hızlı gelişmesi sonucu aşırı nüfus yığılmasının getirdiği sorunlar ile birlikte oluşan plansız yapılanma; hızlı gelişmenin meydana getirdiği değişimlere uyum sağlayamayarak kentleşmenin gerisinde kalan ve disiplinini kaybeden pasif kontrolcü planlar, kentin tarihselliğinden gelen kültürel, doğal, kentsel değerlerinin tahrip ve giderek yok olmasına neden olarak günümüze kadar gelinmiştir.
Ancak, ilk insan yaşam izlerinin Yarımburgaz mağaralarında 250.000 yıl öncesi prehistorik (tarih öncesi) Alt/Orta Pleistosen-Buzul Çağları, Altpaleolotik döneme; Yenikapı’da bulunan Theodosyus / Elefteria Limanı, Theodosyus surları başlangıcı, insan hayvan iskeletleri, tekneler ve içindeki anfora ve yükleri ve ayak izlerinin 8500 yıl öncesi Neolitik döneme; ileride Dünyayı etkileyen 3 ayrı imparatorluk merkezi yerleşmesine dönüşecek olan ve ticarete dayalı ilk Grek sitesi yerleşme izlerinin ise yaklaşık 2600 yıl öncesi döneme kadar inen kent; tarihsel süreç içinde geçirdiği deprem, istila, isyan, yangın, kentleşme vb. afet ve olguların yarattığı yok olma ve tahribatlara rağmen; “Dünya Kültür Mirası” ölçüsündeki fiziksel-nesnel değerlerini ve anılarını, yine de geçmişten günümüze bünyesinde biriktirerek günümüze ulaşmıştır.
Ancak herşeye rağmen tarihselliğinden gelen özgün ve evrensel nesnel kültürel değerlerinin varlığı ve sürekliliği ile (43, s. 172), dünya tarihinin genel gelişmesine katkısı olan bir fiziksel ve sosyal ortam olarak geçmişinde sahip olduğu dünya kenti olma özelliğini, bugün de devam ettirmektedir (43, s. 177- 179), Ve söz konusu bu değerler, İstanbul’un geçmişte olduğu gibi bu gün de bir Dünya kenti olarak değerlendirilmesinin en önemli verileridir (43, s.172).
İstanbul’un tarihsel perspektiv içinde, belki de dünya tarihî içinde tek olan kimliği, Pagan dünyasının en büyük politik kuruluşu olan Doğu Roma’nın başkenti olmasından başlıyor.
Makedonyalıların Yunan dünyasına hakim olması, İskender sonrası Hellenistik devletlerin kuruluşu, Anadolu’da kuvvetli birer politik kuruluş olan Bergama ve Pontus’un Roma ile ilişkileri, politik ağırlık merkezinin kuzeye kaymasını sağlamış, bu dönemde Romalıların Balkan Yarımadası ve Anadolu’ya geçmeleri ile ulaşım yollarının değişerek askeri, politik ve idari yeni yolların meydana gelmesi gibi gelişmeler de; Byzantion’a yeni bir jeopolitik ağırlık kazandırmıştır (44, s. 17-19; 45, s.27).
Antik Çağ tarihî içinde Byzantion’un giderek kazandığı stratejik önem, kentin M.S. 330’de Konstantin (272-337) tarafından Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak seçilmesine neden olmuş ve kent imparatorun adını almıştır.
Bir kez İmparatorluk merkezi seçildikten sonra Konstantinopolis, kazandığı statü paralelinde; idari, ekonomik, kültürel açıdan gelişmiş, nüfusu artmış, etki alanı genişlemiş ve “dünya kenti” çizgisine oturmaya başlamıştır (45, s.27).
İstanbul Pagan dünyanın en büyük politik kuruluşunun merkezi olduğu zaman, bu günkü dünya kentlerinin büyük bir bölümü henüz kurulmamıştı. Geç Roma İmparatorluğunun merkezinin batıya taşınması ile çok Tanrılı (Pagan) dünyanın merkezi olan kent, Hristiyanlık’a dönüşümü yaşamış, 395’de İmparator Teodosyus’un (347 –395) ölümünden sonra Roma ikiye ayrılıp, Konstantinopolis tam özgürlüğüne kavuşmuş ve büyüme hızı giderek artmıştır. Roma küçülüp 476’da imparatorluğunu kaybederken, Konstantinopolis, Batı’dan da toprak alarak genişlemiş ve yeni bir dini otorite kurulmuştur. Ve çok tanrılı Pagan dünyanın Hristiyan dünyasına dönüşümü, bu merkezden idare edilmiş (45, s.26) ve şehir, ilk büyük Hristiyan İmparatorluğu olan Bizans İmparatorluğu’nun da yönetimsel ve kültürel merkezi olmuştur (12, s. 1155).
Konstantinopolis, Ortaçağ’da ise büyük bir ekonomik ve kültür merkezi olarak prestijini devam ettiren bir Geç Antik Çağ kentidir. Varlığı ile İslam ve Batı dünyaları ve yeni biçimlenmeye başlayan Slav dünyasının düşünce ve sanatını etkileyen bir kültür ortamı yaratmayı sürdürmüştür (43, s.173). Bu bağlamda, örneğin; İslam Peygamberi Hz. Muhammed’e, İstanbul’un fethinden 857 sene önce, Konstantinopolis’in fethedilerek İslam Dünyası’na kazandırılmasında bulunacak emir ve askeri övgü ile müjdeleyen bir hadis-i şerif de atfedilmiştir.
İstanbul, nihayet Doğu’dan gelen ve Orta Avrupa, Kuzey Afrika kıyılarını hakimiyeti altına alan Türklerin kurduğu bir büyük imparatorluğun Osmanlı İmparatorluğu’nun da başkenti olarak İslam Dünyası’nın da merkezi olmuştur.
Dolayısıyla İstanbul’un dünya tarihî içindeki statüsü; bu üç büyük İmparatorluğun (Doğu Roma, Bizans, Osmanlı) ve üç ayrı dünya görüşü ve İnanç Dünyası’nın (Pagan, Hristiyan, İslam) güçlü politik, kültürel ve ekonomik merkezi olması nedeni ile; bu süreçlerin özgün tarihî kültürel nesnel değerlerine ve manevi anılarına sahip bulunmasına ve dolayısıyla da geçmişinden gelen, Doğu-Batı sentezinde buluşan evrensel yapısına dayanmaktadır.
Doğan Kuban, İstanbul’un dünya tarihî içindeki önemini; “Tarihsel süreç içinde uygarlığın beşiği olan Akdeniz ve çevresinin politika ve kültürüne bu kadar uzun süre etkin olan bir başka kent yoktur ve bu süreç içinde bu üç ayrı dünyanın kültürel birikimi ve çok yönlü uygarlık bileşenlerinin fiziki kalıntılarını ve manevi anılarını yoğun bir biçimde bünyesinde saklayan bir başka kent de bulunmamaktadır” gibi güçlü ifadeler ile belirtir (43, s.172).
Konstantinopolis gerek nüfusu, gerekse giderek yayıldığı yerleşme alanı ile yani, fiziksel boyutları ile de süreç içinde bir “dünya kenti” olmuştur.
Sonuçta, İstanbul kentinin, tarihsel tekliğine uygun, Dünya Kültür Mirası ölçüsündeki bu özgün tarihî kültürel nesnel değerleri ve özelliklerine, tarihsel perspektiv içinde değerlendirerek sahip çıkmak; o değerleri bu perspektive uygun bir geleceğe sahip kılmanın ve onlara yenilerini katmanın başlangıcı olacaktır.
Dolayısıyla bu kapsamda, Dünya tarihçilerinin de hakkını verdiği gibi, Dünya tarihinde çağ kapatıp, yeni bir çağ açtıran İstanbul’un Fethi ile birlikte kurulan tarihî Eyüp Sultan bölgesi de; Fethin önemli simgesel değerlerini ve kutsal anılarını 560 küsur senedir bünyesinde taşıyan Dünya Kültür Mirası ölçüsündeki tarihî kültürel nesnel değerleri, coğrafi konumu, Haliç boyunca uzanan kıyısı ve yine Haliç’e hakim eşsiz panoramik pitoresk manzara veren tepeleri ve peyzajı gibi eşsiz doğal yapısı ile; tarihî İstanbul’un kimliğini taşıyan önemli bölgelerinden olup, İstanbul’un Dünya kenti vizyonuna, yüklendiği misyonu ile önemli katkıda bulunmaktadır.. Bu konu, aşağıda açıklanacağı üzere, yeni Dünya konjonktürü küreselleşme kapsamında da, İstanbul için önemli bir konudur..
(IV) YENİ DÜNYA KONJONKTÜRÜ :
KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA
DÜNYA KENTİ İSTANBUL VE EYÜP SULTAN
Günümüzde küreselleşen dünya konjonktürü ve yeni dünya koşulları içinde, Dünya kentleri artık, çok uluslu kapitalin toplandığı, düşünce ve karar üreten örgütlenmiş mekanlar haline gelmiştir. Dolayısıyla, Uluslararası ekonomik yarışlar, aslında uluslararası metropoller arasındaki yarışmalar haline gelmeye ve bu yarışta iddialı ülkeler, en büyük ve en önemli kentlerine uluslararası metropoliten işlevler yükleyerek dünya kenti olmak için çabalarını arttırmaya yönelmiştir. Küreselleşen dünya ile birlikte, dünya metropolleri de uluslararası arenada öne çıkabilmek, cazibe ve çekim merkezleri olabilmek üzere, projeler üreterek kentlerini yenilemek ve zenginleştirmek için yarış etmektedirler. Ancak bu noktada, yapılan eylem ve aktivitelerin birbirine benzemesi, bunların farklılaşmasını getirmemekte, benzer örneklerin sayıca çoğalması, kentlerin yeniden birbirine benzerliğini oluşturmaktadır (46, s…).
İşte bu noktada, gerçekleşen Gölcük depremi ve beklenmekte olan ve 2600 küsur yıllık tarihî İstanbul’u büyük ölçüde etkileyeceği düşünülen Marmara depremi nedeni ile; İstanbul Büyükşehir Belediyesi (ibb) tarafından, Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (jıca)’ya yaptırılan “t.c. İstanbul İli Sismik Mikro-Bölgeleme Dahil Afet Önleme/Azaltma Temel Planı Çalışması (2002)”nın arkasından; itü, bü, ytü, odtü olmak üzere 4 üniversiteye yaptırılan “İstanbul İçin Deprem Master Planı (2003)” raporunda da belirtildiği üzere; Fethi ile dünyada bir çağı kapatmış, bir çağı açmış bulunan, üç büyük dünya imparatorluğuna ve üç ayrı dünya görüşüne ve inanç dünyasına başkentlik yapmış olup bir dönem politik, kültürel, ekonomik gücü ile dünyayı etkilemiş olan tarihî bir dünya kenti İstanbul’un, bugün de bir dünya kenti olarak dünya ölçüsünde öne çıkmasında; tüm bu 2600 yılı geçen süreç içinde bünyesinde biriktirdiği ve günümüze kadar ulaşan Dünya Kültür Mirası ölçüsündeki özgün tarihî kültürel nesnel değerleri ve anılarının son derece önemli bir rolü olduğu açıktır (46).
İstanbul’un, “dünya kentleri” arasında dünya ölçeğinde farklılığını ortaya koyan ve kimliğini taşıyan bu tarihî kültürel birikimin, yoğun olarak bulunduğu bölgelerden biri de, kuruluşu 560 küsur yılı geçen Fetih’e kadar dayanan tarihî Eyüp Sultan bölgesidir.
Dolayısıyla, tarihî Eyüp Sultan bölgesi de; bir çağı kapatıp yeni bir çağ açtırarak Dünya tarihinin gidişatını değiştiren “İstanbul’un Fethi” ile birlikte kurulan ve beşbuçuk asrı geçen süre içinde günümüze ulaşan Dünya Kültür Mirası ölçüsündeki özgün tarihi, kültürel, nesnel değerleri ve anılarının varlığı ve birikimi ile; tarihî İstanbul’un “kent kimliği”nin ve “Dünya Kenti Vizyonu”nun oluşmasında etkin katkısı olan; dolayısıyla da İstanbul’un dünya kenti olma kariyerinde önemli bir potansiyel taşıyan, bir beldesidir.
(V) 1984’DE YÜRÜRLÜĞE GİREN 3030 SAYILI YASA ÖNCESİ
VE SONRASINDA EYÜP SULTAN BÖLGESİ’NDE YAPILAN
PLANLAMA VE İMAR UYGULAMA ÇALIŞMALARI
Zamanında Osmanlı Padişahlarının kılıç kuşanma törenlerine (taklid-i seyf) ve ziyaretlerine sahne olan; yetiştirdiği seçkin düşünce ve sanat adamları ile Türk kültür yaşamında önemli bir yer alan; sahillerinde kurulu sultan sarayları, devlet büyüklerinin yalıları, gerilerde köşkleri ile geçmişinde zengin bir sosyal, kültürel ortam oluşturan ve bünyesinde kıymetli anılar taşıyan tarihî Eyüp Sultan semtini, sahip olduğu bu özdeğerlerinin ötesinde bugün için önemli kılan olgu; kuruluşu fethe kadar dayanan bu en eski sur dışı yerleşmenin, yaklaşık 560 küsur yıllık dokusunun; yapılar, sokaklar ve ölçüler olarak hâlâ yaşamakta devam etmesidir.
Zaman içinde onarım ve tadilatlar ile değişiklikler olsa da işlevini sürdüren ve kuruluşu Fatih dönemine kadar inen yapılar; imar uygulamaları ile yer yer bozulmalara, genişlemelere maruz kalmasına rağmen güzergahını kaybetmeyen eski sokaklar; kentsel mekânı hâlâ biçimlendirmektedir. Eski Eyüp; yerleşme dokusu içinde yer yer korunmuş eski kent mekanı parçalarında eski sokaklar ve yapıların arasında dolaşırken; karşılaşılan sürpriz köşeler ve özgün perspektiflerinde; tarihî camileri, tekkeleri, türbeleri, hazireleri, mezarlıkları, servileri, eli böğründeli cumbalı ahşap evleri, kargir yapıları, çeşmeleri ve taş kaplama eski sokaklarının arasındaki mistik atmosferinde, hâlâ yaşamaktadır.
Spontane gelişmiş eski kent dokusu içinde, merkezde daha yoğun, uzaklaştıkça seyrelerek yer alan bu kültür mirası yapılar ve henüz tamamen kaybolmamış eski kent mekanı parçaları ve dokusu, Eyüp Sultan yerleşme yöresi bir plan bütünlüğü içinde ele alınarak değerlendirildiğinde, önemli birer
Fotoğraf: Osmanlı padişahlarının Eyüp’ü ziyareti
Fotoğraf: Bostan iskelesi civarı, sahildeki yalılar
Fotoğraf: Günümüzde tarihî hazireler ve arasından geçen araç yolu.
(H.F.Ensari Kara arşivi)
potansiyel teşkil etmektedir. Bunun yanında, Haliç boyunca uzanan kıyısı ve yine Haliç’e hakim eşsiz panaromik pitoresk manzara veren tepeleri ve peyzajı ile Eyüp; sahip olduğu doğal değerleri ile de önemli bir potansiyele sahiptir.
Buradan hareketle, Eyüp’ün bütününde sahip olduğu bu potansiyel, rasyonel bir biçimde değerlendirilerek, çağdaş yaşamın bir parçası olarak yeniden kente kazandırılırken, bu kapsamda yöreye geçmişte olduğu gibi yeniden yüksek kültürel ağırlıklı bir kimlik ve prestiji kazandırılarak İstanbul içindeki yerinin ve misyonunun belirlenmesi; planlama çalışmalarında ana “amaç” olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu “Amaç”ı gerçekleştirecek “Temel İlkelere ve Hedeflere”e ise kısaca aşağıdaki şekilde değinmek mümkündür:
1. Eyüp’ün tarihî, kültürel ve sosyal değerleri yeniden düzenlenerek, geçmişi ve özgün fonksiyonları ile uyumlu yeni fonksiyonlar ve hizmetler ile çağdaş şehir yaşamına katılırken; bu değerleri korumak, yaşatmak, geliştirmek, tanıtmak ve ileriye taşımak suretiyle metropol, ülke ve dünya insanlarının bu değerlerden yararlanmalarını sağlamak.
2. “Eyüp Sultan Camii, meydanı ile yakın çevresine” ibadet ve ziyaret gayesi ile gelen insanların huzurla bu arzularının yerine getirilmesini sağlamak.
3. Tarihî Eyüp Sultan bölgesini bir bütün içinde kavramak ve târihî yerleşme alanı içindeki diğer ziyaret yerlerinden de istifade edilmek üzere, târihî, kültürel, fiziksel yapı ile uyumlu ancak yüksek kalitede, ulaşılabilirlik dahil tüm altyapı ve hizmet organizasyonunu yerine getirmek.
4. Geçmişin geleneksel yaşamından günümüze ulaşan kültürel, sosyal özelliklerin ve yapıların; izlerini, parçalarını, bütününü çağdaş ölçülerle değerlendirerek gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlarken, geleneksel Türk sanatlarını (hat, minyatür, tezyin, Türk sanat ve tasavvuf mûsıkîsi vd.) ve kültürünü yaşatmak, geliştirmek, tanıtmak, ileriye taşımak ve bu konuda eğitime ve özellikle halk eğitimine ağırlık vermek; bu çalışmaları kültür mirası yapıların korunması ve değerlendirilmesi çalışmaları ile bütünleştirmek ve bu anlamda örneğin eski tekke binaları gibi yapı ve yapı komplekslerine; restore edilerek özgün fonksiyonları ile uyumlu, saygılı, nitelikli kültür ve eğitim fonksiyonlarını getirmek.
Aşağıda, 1984 yılında yürürlüğe giren 3030 Sayılı Yasa sonrası kurulan Eyüp İlçe Belediyesi Planlama Müdürlüğü çalışmaları öncesi ve sonrasında, Eyüp Sultan bölgesinde gerçekleştirilmiş Planlama ve İmar uygulamaları kısaca bir göz atılmıştır.
1984 ÖNCESİ PLANLAMA VE İMAR UYGULAMALARI
Eyüp İlçe Belediyesi’nde kurulan Planlama Müdürlüğü’nde çalışmaya başladığımızda; Eyüp yöresi merkezî bölgesinde 13. 09. 1979 onanlı, 1/500 ölçekli, çağdaş anlamda bir planlama ve Koruma Planı niteliğinden yoksun, “Eyüp Koruma Planı” adı altında bir plan mevcuttu. Bu plan, Eyüp’ün en önemli bölgesi olan Camii meydanı ve yakın çevresini bir zincir içine almış, “öncelikle planlanacak alan” olarak tarif etmiş, ancak plansız bırakmıştır. Ancak bu öncelik planı da bir türlü yapılamamıştır
Dolayısıyla uygulamada; 1950’li yılların ikinci yarısında Merkezî Yönetim tarafından İstanbul genelinde uygulanan imar operasyonu sırasında, Eyüp bölgesinde açılan ve Topçular’dan Eyüp Camii’ne doğru inen “Eyüp Yeni Yol”, 4 izli araç yolu olarak hiçbir tarafa yönlendirilmeden Eyüp Camii’nin dibinde son bulmakta ve böylece iç içe geçen araç ve yaya trafiği, gerek gürültüsü gerekse yarattığı kargaşa ile Eyüp Sultan türbesi ve Camii’ne ziyaret ve ibadet için gelen insanlara huzur ve sükun ile yaklaşma olanağı bırakmıyor, Eyüp Camii dış duvarının dibi ise saygısızca, araçların park ettiği otopark olarak kullanılıyordu.. Tarihî Merkez ve yakın çevresindeki ahşap yapılar teker teker bakımsızlıktan harap olarak ortadan kalkmaya başlamış, meydan ve yakın çevresi ise gereken çağdaş hizmetleri sunmaktan uzaklaşarak, giderek köhneleşmişti. Söz konusu Eyüp Koruma Planı ile getirilen imar uygulama kararları ise; plan sınırı içindeki kaybedilmemesi gereken tarihî kent dokusunu ve tarihî kültürel değerlere ilişkin son örnekleri de korumaktan uzaktı.
Bunun dışında Eyüp genelinde getirilen “mevzii imar planları” ile; boş alanlar, bostanlar blok yapılanmalara açılmıştı.
Plansız yerlerde ise yönetmelikler ve yorumlarla yapılan imar uygulamaları sonucu, eski doku ve sivil mimarlık örneği ahşap yapılar giderek yok olmuştu.
Bütün bu oluşumların yanında, kuruluşu Fetih’e kadar dayanan tarihî Eyüp Sultan yerleşme yöresinde, tarihî ahşap konut yapıları gibi geleneksel sivil mimarlık örneği yapılar ile ilgili; plan, cephe, malzeme vd. konularda restorasyon çalışmalarını yönlendirecek ciddi bir “tipoloji çalışması” yapılarak, yönetmelikle plan ve projelerde uygulama kararlarına bağlanmadığı için; geleneksel ölçü ve malzeme kullanımında gereken hassasiyet gösterilmeden ve kontrolden uzak yapılan niteliksiz restorasyon uygulamaları da; tarihî Eyüp bölgesinde koruma konusunda koruyamama kadar ciddi bir sorun teşkil etmiştir.
Ancak burada bir ikinci önemli konu da, “Tescilli eski eser yapı kaydındaki eksiklik”tir. Tescillenmek üzere tespitte gözden kaçan yapıların varlığı; özellikle ahşap konut yapılarının giderek yok olmasına neden olan bir diğer önemli olgu olarak söz konusu olmaktadır. Bu noktada, arazide tescilli olmayan ve eski eser niteliğinde olan yapıların tespit çalışması yapılarak, incelenip tescillenmek üzere ilgili “Koruma Kurulu”na gönderilmelidir..
Biz, planlama ekibi olarak Eyüp İlçe Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nde planlama çalışmalarına başladığımız ilk günlerde, ilk yaptığımız işlerden birisi buydu.. Arazide 80 kadar tescillenmemiş eski eser yapı tespiti yapıp, incelenip tescillenmek üzere “Gayrimenkul Eski Eserler (gmee) ve Anıtlar Yüksek Kurulu”na göndermiştik. Bizim orada çalıştığımız dönemde konu Koruma Kurulu tarafından henüz neticelendirilmediği için, bizden sonra (1988 sonrası) ne kadarının tescillendiği ve bölgede tescillenmemiş sivil mimarlık örneği ahşap yapı kalıp kalmadığı, takip edilmesi gereken bir konuydu.
Buradan hareketle ortaya çıkan diğer önemli br konu ise, plan üretme ve onama sürecindeki uzama ve aksamaların, uygulamaları olumsuz etkilemesidir. Buna bir örnek olarak; o dönem yönetmeliğine göre, Büyükşehir Belediyesi’nin yetkisinde bulunan1/5000 Ölçekli Nazım Plan’ın hazırlanıp onanması yapılmadan; İlçe Belediyesi’nin yapım yetkisinde bulunan ve ancak Nazım Plan’a uygun olarak hazırlanması gereken ve onama yetkisi yine Büyükşehir Belediyesi’nde olan 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı hazırlanıp onanamayacağı için; zamanın da yetersiz olması nedeni ile, biz planlama ekibi olarak bir türlü hazırlanamayan Nazım Planı ve Uygulama İmar Planı’nı bir arada hazırladık. Ancak o dönem, Büyükşehir Belediyesi tarafından her iki planın bir arada incelenip onanması için bir türlü ortak bir konsensüs sağlanamamıştır. Dolayısıyla, 1984 sonrası verilen imar uygulama kararlarında da; Büyükşehir Belediyesi’nin yetkisinde bulunan yeni Nazım Plan henüz hazırlanıp, onanıp, uygulamaya geçemediğinden; Uygulama İmar Planı’nın onamasını aksatmış, yasal olarak imar uygulama kararları da onanlı eski plana göre yapılmıştır.
Bu noktada, planların hazırlanarak onanıp uygulamaya geçme sürecinde; gerek yapım, gerekse yetkili mercilerce onama süresinde meydana gelen zaman kaybının yörenin tarihi, kültürel değerlerinin yok olmasında önemli bir etken olduğunu söylememek mümkün değildir.
Yine önceki döneme ait bilinen önemli bir örnek de, kışın Haliç’de deniz suyu seviyesinin yükselmesi ve ve bu suyu drene edecek alt yapısı bulunmaması nedeni ile kıyı yolunu su basmasıdır ve bu arada acilen bir çözüm olarak yolun su altında kalmasını önlemek amacı ile geçmiş zamanın belediye yetkilileri tarafından Haliç’e paralel uzanan Defterdar Caddesi ve uzantsında yolun asfaltlanarak, yol kodunun yükseltilmesidir. Bunun sonucunda; özellikle bu cadde kenarında örneğin, Sultan III. Mustafa’nın kızı ve Sultan III. Selim’in ablası Şah Sultan tarafından yaptırılmış ve 1215 (1800) yılında tamamlanmış olan Şah Sultan Külliyesi gibi mimarlık tarihimizin son derece değerli örneklerinden olan eski eser yapıların eşik kotları su seviyesinin altında kaldığından, zaman zaman bu yapıları su basmıştır. Bunun sonucunda, örneğin, su basan yol kenarındaki türbelerin içindeki; zamanının geleneksel sanat ve kültür değeri yüksek nadir örneklerini sergileyen ahşap sandukalar, duvarlardaki çiniler, ahşap işlemeli kapılar ve iç mekan donanımları ve tezyinatı; zaman içinde çürüyüp dökülerek tahrip ve yok olmaya maruz kalmıştır.
1984 sonrası, Eyüp Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün bu konuda yaptığı çalışmalar ile yapıların eşik kotları tespit edilerek, yol kodu ve kollektörlerin geçirileceği kod buna göre hesaplanmış, kıyıdaki kollektör ve yağmur suyu kanalları İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bu hesaba göre döşenmiştir.
Akabinde, cadde ve yol kotları, kenarlarındaki yapıların eşik kodlarının altına indirilerek, sokak kaplamalarının buna göre döşenmesi ile ilgili uygulama çalışmaları başlatılmıştır.
1984 SONRASI EYÜP İLÇE BELEDIYESİ PLANLAMA
MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN PLANLAMA VE
İMAR UYGULAMA ÇALIŞMALARI
Eyüp İlçe Belediyesi Planlama Müdürlüğü, kurulmasının akabinde çalışmalarına; özenli, detaylı ve hızlı bir şekilde programlayarak hemen başlamış ve bu çerçevede 1/5.000 Ölçekli Nazım İmar Planı yapma yetkisi Büyükşehir’e ait olmasına rağmen, Büyükşehir, çalışmayı programına bir türlü almadığı ve zamanın da kısıtlı olması nedeni ile, birbirini bütünleyen 1/5000 Ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 Ölçekli Uygulama İmar Planı araştırma ve çalışmalarını bir arada programlayarak yürütüp sürdürmüştür.
Planlama çalışmaları kendi sürecinde yürütülürken, yerel yönetimlerin çalışma sistemi içinde sık sık karşılaşılan ve acilen çözüm gerektiren önemli İmar uygulamalarına da çözüm getirilmeye çalışılmıştır.
1984’lü yıllarda yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılması ile birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ilk büyük icraatlarından birisi, “Haliç kıyılarının sanayiden arındırılması ve yeniden düzenlenmesi’ne ilişkin planlama ve uygulama çalışmaları olmuştur.
Haliç’e paralel kıyı yolunun genişletilerek devam ettirilmesi, bu yolun altındaki denize kadar olan sahada yer alan fabrikaların kaldırılarak tüm yol ile deniz arasındaki alanın kamu kullanımına açık parklar haline getirilmesi şeklinde olan bu uygulamalar; yol ile kıyı arasında kalan ve korunması gereken eski eser binalar ve dokuyu da yıkımlarla ortadan kaldıran, yanlış uygulamaları da beraberinde getirmiştir.
Örneğin; Eyüp’te de, esasen İstanbul’un genelinde olduğu gibi, sivil mimarlık yapılarından olan geleneksel ahşap konut yapılarının yoğun bir şekilde bir arada bulunduğu tarihî yerleşme dokusu örneklerinden çok az kalmıştır ve bunlardan biri de kıyıdaki “üçgen ada” dediğimiz 51 nolu ada ve karşısında yolun diğer tarafında kalan birkaç ahşap yapı ile birlikte oluşturduğu doku bütünlüğüdür. Eyüp Sultan yerleşme yöresinin “Koruma Amaçlı İmar Planları” henüz tamamlanıp “Koruma Projesi” ile uygulamaya geçilmediği için, kıyıda kalan üçgen adadaki ve karşısındaki tarihî ahşap sivil mimarlık örneği yapıları, Büyükşehir Belediyesi’nin o dönemdeki dinamik hızlı çalışma temposu içinde yıkımdan kurtarmak amacı ile, Planlama Müdürlüğü olarak tarafımızdan; “Süleymaniye Koruma Projesi” çalışmasında görüp örnek alarak hazırlattığımız, her eve, o binanın “Eyüp Koruma Projesi” içinde kaldığını bildiren birer levha asılmıştır. Zira o levhalar hazırlanıp asılmadan önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Haliç kıyı yıkımları uygulaması kapsamında 2 ahşap bina hemen yıkılarak ortadan kaldırılmıştı. Esasen bir yaptırım gücü olmadığı tarafımızdan bilinen, ancak bir bilinç uyandırmak ve zaman kazandırmak amacı ile asılan bu levhalar, yöre halkında bir bilinç uyandırmış, bazı insanlar evlerini muhtemel bir yıkım tehlikesine karşı korumak için Belediye’ye gelerek; bu bölgede olmasa da, kendi evlerinin de eski eser olduğu gerekçesi ile levha asılması isteğinde bulunmuşlardır.
Yine kıyı yıkımları esnasında; tarihî Bostan İskelesi Kahvesi’nin (Müzisyenler Kahvesi) son kalıntıları olan ve son dönemlerde arkasındaki imarete gelen koyunların barındırıldığı bir yer olarak kullanıldığını Eyüp planlama ekibine yeni geldiğimizde yerinde gördüğümüz yapı parçası da restore ve restitüe edilebilecekken, Büyükşehir Belediyesi tarafından kıyı yıkımları uygulaması esnasında ortadan kaldırılmıştır.
Bir diğer olumsuz örnek de, kıyı yıkımları esnasında, kıyıdaki sanayi yapıları ortadan kaldırılırken; Bostan İskelesi önündeki tarihî rıhtımın özgün malta taşları üzerine –ki denize dik inen rıhtım duvarı yüzeyinde tekne bağlama halkaları hâlâ yerindeydi- plansız ve projesiz bir uygulama ile beton dökülmesi olmuştur. Dolayısıyla, Bostan İskelesi önündeki tarihî rıhtım taşlarının üzeri de betonla kaplanmış, Osmanlı padişahlarının Eyüp’ü deniz yolu ile ziyaretlerinde kullandıkları, denize dik inen Bostan İskelesi Sokağı ile kıyıya paralel uzanan rıhtım arasında belirli bir kot farkı oluşturulmuştur.
Bostan İskelesi sokağı; Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’ı ziyaretlerinde deniz yolunu kullandıklarında, karaya çıktıkları veya saraya deniz yolu ile dönerken saltanat kayığına bindikleri iskele üzerindeki sokak olup, sokak üzerinde 2 adet, birkaç basamaklı Padişah’ın ata binmek için kullandığı binek taşı vardı ve bir tanesi sokak üzerindeki Mihrişah Valide Sultan İmareti içine alınmıştır. Ayrıca bu sokak üzerinde kalem gibi ince, zarif ve uzun 4 yüzlü ayna taşı ile Hüsrev Paşa Çeşmesi (H.1275 /M.1858) yer alıyordu. Suyunun Eyüp Sultan türbesi içindeki suyla bağlantılı olduğu ve bu suyun da ayazma suyu olduğu, Eyüp Sultan araştırmalarımız esnasında, arazide birlikte dolaşırken, eski Topkapı Sarayı Müdürü sn. Mualla Anheger tarafından belirtilmişti. Çeşme de o dönem Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Mihrişah Valide Sultan İmareti içine alınmıştır. Bu çeşmenin, gerçek konumu bulunup, kendi yerine taşınarak suyunun akıtılmasının; geçmişten gelen tarihî kültür mirası nesnel değerleri ile Dünya ölçüsünde sergilediği muhteşem bir açık hava müzesi atmosferi, kalitesi ve güzelliğindeki Eyüp Sultan yöresi için; geçmişe referans yapacak küçük ama önemli uygulamalardan biri olacağı muhakkaktır
İstanbul’da, deniz ile içiçe yaşatan ve bu anlamda yalı denilen özgün bir konut mimarisi tasarlayan Osmanlı-Türk yaşam kültüründe, Boğaziçi ve Haliç sahilleri, tarih boyunca bu özgün konut biçiminin en güzel örneklerini sergilemiştir. Bu gün Boğaziçi sahillerinde geçmişten günümüze ulaşmış yalı tipi tarihî konut yapıları hâlâ yaşamaktayken, Eyüp sahilinde 1930’lu yıllara kadar hâlâ bazı yalıların mevcudiyetini kaybetmediği bilinmektedir. Son kalan ahşap ve harab bir yalının da 1946’da, Şah Sultan Camii yakınında hâlâ durduğu Hocamız Semavi Eyice tarafından, belirtilmiştir (9, s. I – 282). Ancak bu gün, Haliç sahillerinde artık geçmişten günümüze intikal etmiş bir yalı örneğine rastlamak mümkün değildir.
Büyükşehir belediyesi’nin “Haliç kıyılarının sanayiden arındırılması ve yeniden düzenlenmesi” çalışmaları kapsamında Eyüp Bölgesi’nde yapılan önemli bir olumsuz uygulama da “kazıklı yol” uygulaması olmuştur. Eyüp İlçe Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün yoğun çalışmaları esnasında; tarih boyunca deniz ile içiçe yaşayan bir kıyı yerleşmesi olan Eyüp Sultan bölgesi; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin plansız ve projesiz olarak re’sen getirdiği ani bir karar ile; Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’ı deniz yolu ile ziyaretlerinde çıktıkları Bostan İskelesi Sokak ile, birarada bulunduğu Mihrişah Valide Sultan İmareti Ve Tunuslu Hayrettin Paşa haziresi önünden kıyı boyunca deniz içine çakılan kazıklar üzerine oturtularak geçirilen 4 izli araç yolu ile bu noktada, denizden tamamen kopartılmıştır. Denize dik inerek rıhtımda son bulan Bostan İskelesi sokağı, deniz kıyısı önünden ve kıyıya paralel olarak geçirilen 4 izli kazıklı trafik yolu ile kesilerek, yolun gerisinde, yol kodunun da birkaç basamak altında kalmıştır. Böylece Eyüp Sultan Camii önündeki tarihî meydan ve yakın çevresini yaya yürüme mesafesi içinde kıyı ile bütünleştiren; içine o güne kadar yabancı hiç bir yapı elemanın girmediği; tamamen tarihî imareti, camii, tekkesi, kütüphanesi, türbesi, haziresi, mezarları, servileri, sivil mimarlık örneği ahşap konut yapıları, sebili, çeşmesi gibi mimarlık, kültür ve sanat tarihimizin seçkin örneklerinin yoğun olarak bir arada bulunduğu, eski sokakları, dokusu ve anıları ile günümüze tarihî bir anıt mekan ve mistik atmosfer sunan bu seçkin huzur alanı; kazıklı trafik yolu uygulaması ile büyük ölçüde tahribata uğramış ve telafisi imkansız bir şekilde, söz konusu bu atmosferinden çok şey kaybetmiştir..
Bu noktada, kendisine teklif götürdüğümüzde kırmayarak bizimle birlikte Eyüp’de çalışmayı kabul eden ve kendisi de eski bir Eyüp’lü olan, her zaman olduğu gibi birlikte çalışırken de kendisinden çok şey öğrendiğimiz sn. Nezih Eldem Hocamız, bu konu ile ilgili olmak üzere; deniz ile içiçe yaşama, Emirgan’daki deniz ile rıhtım ilişkisinden örnek göstermiştir. Emirgan’da denizin yüzeyi ile rıhtımın zemini arasındaki kot farkının sadece 20 cm. olduğunu belirten sn. Hocamız,. böylece bir kayığın, karaya çok kısa bir kot farkı ile yaklaştığını belirterek, deniz ile içiçe yaşanmaya çarpıcı bir örnek vermiştir.
Oysa Eyüp İlçe Belediyesi Planlama Müdürlüğü tarafından hazırlanan
Fotoğraf: Kazıklı yol uygulaması (H.F.Ensari Kara arşivi)
planlama çalışmaları kapsamında; Topçular’dan Eyüp Sultan Camii’ne doğru inip caminin avlu duvarına dayanan 4 izli Eyüp Yeni Yolu, Camii önünden yaklaşık 500 metre yaya yürüme mesafesinde bir huzur alanı bırakarak yakalayıp yönlendiren, Tarihî Eyüp Mezarlığı’nın altından tünelle geçirip, Bahariye caddesine bağlayarak Eyüp yerleşme yöresinin deniz ile ilişkisini kesmeden kıyı yolunun devamlılığını sağlayan “Eyüp Sultan Camii Meydanı ve yakın çevresinin” düzenlemesinin “Kentsel Tasarım Planı” , ayrıca “tünel ağızlarının tasarımına kadar”, sn. Nezih Eldem Hocamız tarafından hazırlanmıştı.
Tarihî merkezi kıyı ile bir bütünlük içinde kavrayan ve kıyı yolunun sürekliliğini sağlayan bu güzergâh; onanlı planı varken, projelendirilmesi yapılırken, aynı zamanda tarihî Eyüp Sultan’a ve mimarlık, kültür ve sanat tarihimize; yok etmeyen, koruyan, yaşatan, geleceğe taşıyan bir çözüm getirerek daha saygılı yaklaşırken; uygulama, Büyükşehir Belediyesi tarafından, plansız ve projesiz olarak tepeden inme bir yaptırım kararı ile getirilen, kazıklı trafik yolu biçiminde olmuştur.
Böylece geçmişten gelen izler, referanslar, çağdaş bir yorumla yeniden değerlendirilip projelendirilerek, yok olmadan, korunarak ve yaşatılarak, kent hayatına katılabilecekken, tarih boyunca bir kıyı yerleşmesi olan Eyüp’ün, geriden ve karadan tünelle geçmek yerine, kıyıdan kazıklı trafik yolu ile geçilerek hızlı araç trafiği ile denizden kopartılması, yeni düzenlemelere de anlamından çok şey kaybettirmiştir ve gelecekte de kaybettirecektir.
Büyükşehir Belediyesi’nin kıyı yıkımları ile ilgili diğer bir önemli olumsuz uygulaması da tarihî Defterdar Yünlü Fabrikası’nın yıkımıdır. Tarihsel süreç içinde tekstil sanayimize bulunduğu hizmet ve katkıları ile sanayileşme hareketlerinde önemli kilometre taşlarından biri olan ve padişah eli ile kurulmuş ve ihya edilmiş bulunan Sümerbank Defterdar Yünlü Fabrikası; zamanında çalışanlarından da bizzat işittiğimiz gibi, Eyüp ve Eyüplüler ile bütünleşmiş; dededen toruna bu fabrikada çalışan, zamanında güne fabrikanın düdüğü ile başlayan Eyüplülerin varlığı ile çalışma geleneği oluşturmuş; bir fabrikadır.
Eski görkemli saray bahçesinden kalan çınar ağaçlarının kıyısını hâlâ gölgelediği bu tarihî kurumun; 1986’da tescil edilen ve tarihî özelliğe haiz olan trafo binası, kazan dairesi, demontabl çelik üretim binası ve su deposu hariç; 1977’de ilk tescil edilen eli böğründe’li ahşap yönetim binaları, Haliç kıyı yıkımlarına teslim olarak tamamen ortadan kaldırılmış, o dönemde yerinde yaptığımız tespitlere göre en eskisi 1893 tarihli İngiliz yapımı, 1925, 1945 Kırıkkale
yapımı olan ve bugün örneği kalmamış bulunan tarihî dokuma makinelerinin bir kısmı yıkım esnasında hurda olarak dışarı satılmıştır.
Eyüp İlçesi Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün yaptığı tespitlerden sonra hurdacıya verilmekten vazgeçilen geriye kalan makineler ile tarihî kıymete haiz diğer büro donanım eşyaları, Sümerbank’ın faaliyette olan diğer fabrikalarına dağıtılmıştır. Kârda olan, zamanında fabrika kurmuş bulunan, son zamanlarda dokuma makineleri üretimi de yapan bu fabrika ortadan kaldırılırken, yıkılmadan bırakılan üretim binasına ise, “Teknoloji Tarihî Müzesi ve Teşhir Salonu” olarak kullanılmasına ilişkin Koruma Kurulu kararına rağmen, “İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Çağdaş Eserler Müzesi” kullanımı getirilmişti. Arsası ise; ayakta kalan binanın oturduğu alan ve çevresi hariç, “Haliç Kıyılarının Sanayiden Arındırılması ve Kamulaştırılması” çalışması kapsamında kıyı yıkımları sonrası Büyükşehir Beledyesi tarafından ouşturulan ve tanımsız ve sınırsız bir bütünlük arzeden Haliç kıyı parkına terkedilmiştir.
Yine Büyükşehir Belediyesi’nin kıyı yıkımlarına ilişkin bir diğer olumsuz örnek de, Askeri Dikimevi’nin o dönemde ortadan kaldırılmış olan kârgir binasıdır. Restore edilerek bugün Eyüp Belediyesi Başkanlık Binası olarak kullanılan ahşap Dikimevi binasının yanında, Dikimevi’nin tescilli olan diğer kârgir binası, ahşap binanın restorasyonu sırasında Kalenderhane Caddesi’ni kıyı yoluna bağlayan ara yolu genişletmek amacı ile geri çekilerek yeniden inşa edileceği gerekçesi igösterilerek sökülmüş, ancak tekrar inşa edilmemiştir.
Tüm bunların yanında, İstanbul ve Türkiye’nin ilk enerji termik santrali olan ve 1913’de yapılmış bulunan, 1983 tarihinde ise faaliyeti durdurulan, 1. Ulusal Mimari uslubuna ait tarihî yapıları ve o dönemin teknolojisiyle imal edilmiş olan teknik donanım kısmı ile tarihî Silahtarağa Elektrik Santrali’nde; bir Enerji Müzesi kurulması, Planlama Müdürlüğü’nün çalışma programı içinde yer alıyordu. Bugün Üniversite eğitimimize hizmet vermek gibi yüksek nitelikli bir fonksiyon yüklenmiş olmasının sevindirici yanı dışında, bir bölümünde de milli bir “Enerji Müzesi” kururulmasının; ülkemizin gelişim sürecinde gerek “enerji tarihimiz” ve gerekse “ülkemiz, İstanbul, ve Eyüp Sultan” açısından; gerekli, önemli ve anlamlı bir uygulama olacağı yadsınamaz.
Bütün bunların yanında; Kamulaştırma Planı olarak bir planı bulunan kıyıda, kaldırılan sanayi binaları yerine getirilen, ancak alt yapı hizmetlerinden yoksun, yer yer konut bölgeleri ile aralarında dört izli araç trafiği bulunduğu halde içlerinde çocuk bahçelerinin de yer aldığı, tanımsız ve sınırlandırılamayan halleri ile çağdaş kullanım standartlarından uzak ve trafik kazası tehlikesi gibi ölümcül sonuçlar doğurabilecek birçok sakıncalar taşıyan kamu kullanım alanları olan “Haliç kıyı parkları” ayrı bir sorun konusudur. Örneğin;
(İşçinin arkasındaki öldü yazısına dikkat: resim ters basılmış, önemli bir fotoğraf)
Fotoğraf: Sümerbank Fabrikası ve yıkımı (H.F.Ensari Kara arşivi)
Fotoğraf: Dikimevinin kargir Binasının yıkımı. Haliç Kıyı yıkımları esnasında
(H.F.Ensari Kara arşivi)
Fotoğraf: Silahtarağa termik Santrali (H.F.Ensari Kara arşivi)
uçsuz bucaksız sınırsız park alanlarının ortasında bahçesini kaybederek binası ile kalan Eyüp Lisesi’nin yönetiminden; simitçilerin, okul binasının dibine kadar girip, ders esnasında sınıf penceresinden içeri baktığı gibi, o döneme ait şikayetler, hatırlananlar arasındadır.
Aşağıda, önemli bulduğumuz için hatırlatmalar ve dikkati çekme bağlamında, Eyüp Sultan ile ilgili bazı özgün konulara ve Planlama Müdürlüğünün çalışmalarının yoğun olarak sürdürüldüğü o dönemdeki,münferit bazı uygulamalara kısaca değinilmiştir.