ALANDAKİ DEĞERLERİN VE POTANSİYELLERİN BELİRLENMESİ
1 .SOMUT OLMAYAN DEĞERLER
“Somut Olmayan Kültürel Miras” terimi, sözlü gelenek ve anlatımlar; geleneksel müzik, tiyatro ve dans gibi gösteri sanatları; toplumsal tören, adet ve kutlamalar şenlikler; doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar ve geleneksel zanaatların oluşturduğu kültürel miras olarak tanımlanmaktadır.
Teknolojik gelişmeler, kültür değişmeleri ve küreselleşen dünyanın bir olgusu olarak ortaya çıkan kitle kültürü, insanlığın binlerce yıllık sözel kültürel belleğinde korunan büyük bir kültürel birikimi yok etmektedir. Bu birikim, UNESCO tarafından “somut olmayan kültürel miras” olarak adlandırılmakta ve gelecek kuşaklar için korunması gereken kültür varlığı olarak tanımlanmaktadır. Somut olmayan kültürel mirasın korunması düşüncesi, 17 Ekim 2003 tarihinde UNESCO Genel Kurulu’nda imzalanan Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’yle ülkeler için bir uluslararası sorumluluk alanı haline gelmiştir.
Sözleşmede Somut Olmayan Kültürel Mirası şu şekilde tanımlamaktadır: “Somut Olmayan Kültürel Miras”, toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekanlar anlamına gelir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır. Bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur. Bu Sözleşme bağlamında, sadece, uluslararası insan hakları belgeleri esaslarına uyan ve toplulukların, grupların ve bireylerin karşılıklı saygı gereklerine ve sürdürülebilir kalkınma ilkelerine uygun olan somut olmayan kültürel miraslar göz önüne tutulması gereken değerler olarak belirlenmiştir.
Sözleşmede somut olmayan kültürel miras beş ana başlık altında toplanmıştır:
Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü gelenekler ve anlatımlar.
Gösteri sanatları.
Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler.
Doğa ve evrenle ilgili uygulamalar.
El sanatları geleneği.
Türkiye, 2006 yılında bu sözleşmeye taraf olmuş ve sözleşmenin yönetim kurulu niteliğindeki komiteye seçilmiştir. Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi’ne taraf olan devletler uluslararası koruma önlemlerinin yanı sıra ulusal birtakım koruma önlemleri alma yükümlülüğü taşırlar. Taraf devletler, somut olmayan kültürel mirasın araştırılmasını, derlenmesini, arşiv ve dokümantasyon merkezlerinin oluşturulmasını, müzelerinin kurulmasını, öğretim kurumlarında ders olarak okutulmasını, kitle iletişim araçlarında olumlu kültür değerleri olarak yer verilmesini ve kuşaklar arasında ortaya çıkan kopuklukları giderecek tarzda etkin biçimde değerlendirilmesini, temel amaçlar ve eylem planları arasında görmektedir.
Sözleşmenin 13. maddesi, somut olmayan kültürel mirasın ulusal ölçekte korunması gerekliliğini vurgulayarak devlet içinde kurumlaşmaların özendirilmesini ve basın yayın organlarında somut olmayan kültürel mirasa belli bir kota ayrılmasını talep etmiştir. Sözleşmenin 14.maddesi, somut olmayan kültürel mirasın ilkokuldan başlayarak bütün eğitim kurumlarında ders olarak okutulmasının gerekliliğini vurgulamıştır.
“Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” 21 Ocak 2006 tarih ve 26056 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.6
Türkiye’nin somut olmayan kültürel mirası olan Meddah Hikayeleri, Mevlevi Sema Ayini, Karagöz Gölge Oyunu, Aşıklık Geleneği ve Nevruz, UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne alınmıştır
İstanbul’un fethinin hemen arkasından inşa ettirilen Eyüp Sultan Türbe ve Camii külliyesi çevresinde ilk sur dışı yerleşmesi olarak gelişen Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en kutsal dördüncü İslam ziyaretgahı haline gelmiş, tarikatlara ait tekkelerin, türbelerin ve kabristanlarla büyümüştür. Eyüp, manevi ve çevresel oluşumu gereği tarihsel süreç içerisinde Somut Olmayan Kültürel Miras bakımından zengin bir yerleşim yeri olmuştur.
Eyüp’te Somut Olmayan Kültürel Miras Değerleri olarak:
İnanç’a bağlı ritüeller ve Hikayeler
Cülus Töreni
Eyüp Oyuncakçılığı ve Sünnet Şölenleri
Eyüp çiçekçiliği
Çömlekçilik gibi oluşumları saymak mümkündür.
6 http://www.unesco.org.tr/kultur.php?gitid=1
1.İNANÇ’A BAĞLI RİTÜELLER VE HİKAYELER :
17.yüzyılın ikinci yarısındaki Eyüp’ü anlatan Robert Mantran, İstanbul’un dış mahallelerini anlattığı bölümde Eyüp için; “Surların içinde her hal-ü kârda Türk’ün en kalabalık unsur olduğu karışık bir nüfus yaşıyorduysa da, surların dışında Halicin sağ (güney) kıyısında yalnızca Osmanlılar tarafından iskân edilen dış mahalleler büyümüştür. Bunların başlıcası olan Eyüp o kadar önemli bir noktaya gelmiştir ki, özel bir yargı alanı meydana getirmekte, kendi kadısı, kendi subaşısı ve mütevellisi bulunmaktadır. Eyüb, saf bir şekilde Türk olan bir merkezdir…. Kutsal bir ziyaret ve saygı yeri olan Eyüb, kalabalık, faal ve müreffeh bir kenttir…. Dükkâncılar, balıkçılar, zenaatkârlar, bahçıvanların yanı sıra, çok sayıda din adamı -ulemalar- bu kutsal yerde yerleşmek üzere gelmişlerdir. Ve gene kutsallık zihniyeti içinde ekâbiran ve yüksek kişilerde burada ikâmet etmekte veya burada kendilerine konut yaptırmaktadırlar. Cuma günü belde müminler kalabalığı tarafından istila edilmektedir ve kaymakçı ile yoğurtçu dükkânları bereketi tatmaktadırlar…. Buraya gelen İstanbul müslümanları, ticaret, kazanç, kâr hırsı ve yönetim kavgalarının dışarıda bırakıldığı bu kentte, kâfirlerle ilişkiden uzak bir şekilde, kendilerini gerçekten evlerinde hissetmektedirler. Eyüp, büyük kentin soysuz ve yozlaşmış dünyasının yanında sığınılacak bir liman gibidir” demektedir.
Evliya Çelebi’ye göre Eyüp Kadılığı; “…500 akçelik bir Mevleviyettir. Kaza 700 köye yayılmaktadır, 16 nahiye naibi vardır; yıllık adalet geliri 10.000 kuruştur. Bağı ve bahçesi çok mamur bir şehirdir. Dokuz bin sekizyüz kadar saray ve evi vardır…. Çarşısında tam bin seksen beş tane dükkân vardır. Bedestanı yoktur. Fakat bütün kıymetli eşyaları dükkânlarda bulmak mümkündür. Kavaf çarşısı, halis süt çarşısı ve Masumlar çarşısı mükellef ve süslü çarşılardır. Bu çarşının yoğurt ve kaymağı lezzetli, berber dükkânları pek süslüdür. Her Cuma binlerce kişi Hazreti Ebâ Eyyûbu ziyaret için geldiklerinden, o gün çarşı ve Pazar insan denizi halini alır. Zevk sahipleri kaymakçı dükkân balkonlarında oturarak halis süt, beyaz peynir, saf bal yiyip safa ederler. Eyüp şehrinin suyu, havası güzel, kadın ve erkeklerinin güzelliği methedilir. Ayan ve eşrafı çoktur. Halkının çoğunu bilginler meydana getirir. Eyüp şehrinin has ekmeği, kaymağı, yoğurdu, şeftalisi ve kayısısı meşhurdur. Eyüp avlusundaki çınar ağaçlarına yuva yapan balıkçıl kuşları her sene başlarından iki tüyü baştan başa nurlu Eyüp Türbesi üzerine bırakarak hediye ederler.” demektedir.
Yahya Kemal, 5 Mart 1922 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlanan “Bir rüyada Gördüğümüz Eyüp” başlıklı yazısında; “Eyüp, Türk ölüm şehri Eyüp, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslam cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm bahçesine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakikaten bir rüyada bulunuyorlar?. Çünkü İstanbul’u fethetmeye gelen Türk ordularının hicretin 857’inci senesi baharında, surlara karşı gördükleri bir rüya idi. İşte o rüya, Haliç’in kenarında gördüğümüz yeşil şehir oldu.” demektedir.
Mimar Turgut Cansever, İstanbul’un tahribi ve çöküşü içinde Eyüp Sultan ve Geleceği isimli makalesinde; Eyüp için, “Eyüp Sultan semti padişahların cülus merasimlerinin yapıldığı mukaddes mevki olduğu kadar mübarek insan Eyüp Sultan hazretlerinin makamıdır da. Aynı zamanda çocukların cennetini teşkil eden ve ümit ve neşelerinin kaynağı olan oyuncakların üretildiği ve satıldığı bir bayram yeri, gelinlerin ziyaretgâhı, dünyayı güzelleştiren çiçeklerin üretildiği bir çiçekçilik merkezi, saf, temiz geleceğe yönelik ümit dolu insanların, çocukların, gelinlerin, çiçeklerin, sâfiyetin ve temizliğin ortamı Eyüp Sultan bu değerleriyle birlikte beş asır yaşamıştır.”demiştir.
Sadi Yaver Ataman ise; “O çağlar da Eyüp’te Türbe Bahçesi ve Fulya Tarlası adında iki eğlence yeri vardı. Halk, Eyüp’ün meşhur yoğurtlu kebabını, Alibeyköy’nün halis kaymağını yemek için, kebabçı dükkânlarında sıra beklerdi. Halkın bir çoğu, evlerinden getirdikleri dolmalar, helvalar, çeşit çeşit yemeklerle, servilerin altına yayılarak, o zamanki Haliç’in lâtif manzarası karşısında yerler, içerler, urganlarla ağaçlara kurulmuş salıncaklarda, neşe içinde kolan vururlardı. Cuma günleri, çoğu erkekler, bostan iskelesindeki kahvede otururlar, büyük çardağın gölgesinde, Kâğıthane’ye giden renk renk kayıkları seyrederler, her birinden gelen şarkı ve gazel seslerini dinlerlerdi.”demektedir.7
Haluk Şehsuvaroğlu’nun Asırlar Boyunca İstanbul Sarayları, Camileri, Abideleri, Çeşmeleri, isimli eserinde Ahmed Rasim’den naklettiği Eski İstanbul Ziyaretleri başlıklı yazıda; “….Biz merkeb süvaran çarşının kebabçı, yoğurtçu, kaymakçı, dükkânlarına bakmaz, onların karşısındaki sıra oyuncakçı dükkânlarına dalar, kendimizi kaptırırdık. Kâğıthane tepesindeki kanarya sarısı katırtırnağı yonca demeti takılı saz külâhları var ise buranında renk renk kanatlı fırıldakları vardı. Onlardan birer tane alınıp merkeblerin başlıklarına takılır, ellerde elvan kâğıd şemsiyeler altında dudaklarda gülkurusu şişirtmeler, elde kılıçlar yürür giderdik.
7 İBB yayınları, “İstanbul’un Semtleri Eyüp” Kentim İstabul, 2003, s.27
(Fulya) tarlaları hâlâ gözümün önündedir. O muattar, o parlak sarı sahanın kenarları ne dilnişin neşimengâhlar idi; buralarda oturulur, yemekler yenir, (Niyet) kuyusuna gidilir, herkes kaybını arardı. Avdette o servüzarı kadimin gölgeliklerinde gunude, ervabı eslafâ fatihalar yollanır, yollarda bekleyen fukaraya sadakalar verilir, meczibi ümmetten olanlara sualler sorulur, türbei şerifeye gidilir, fatihalar, sureler okunur, küçük çocuklar koltuklarından kaldırılıp türbe penceresinden baktırılır. Çocuğu olmayanlar türbedarın tertip gerdes olan mühürlü kâğıtlardan alırlar, tövbeler, istiğfarlardan, güvercinlere darılar serptikten türbedâra, hademeye bahşişler verdikten, (şadırvandan), afiyettir diye sular içtikten, mahudu (leylek) sevip, okşadıktan sonra ağır ağır avdet ederlerdi.” demektedir.
2.CÜLUS TÖRENİ:
Cülus, Osmanlı İmparatorluğu’nda, padişahlığa seçilen şehzadenin padişahlığının ilan edilmesi için yapılan törene verilen addır. Ölen yada tahttan indirilen padişahın yerine tahta çıkış töreni “Cülus merasimi”, “biat resmi”, “cülus-ı meymenet makrun”, cülus-ı hümayun”, “iclâs” olarak da adlandırılmaktadır.8 Osmanlı saltanat gelenekleri içinde, padişahların tahta oturduktan sonra Eyüp Sultan Türbesi’nde kılıç kuşanması ve bu vesileyle düzenlenen kılıç alayı önemli bir yer tutmuştur. Osmanlı kaynaklarında “taklîd-i seyf” olarak anılan kılıç kuşanma töreni, İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Eyüp Sultan Türbesi’nin ve külliyesinin inşa ettirilmesiyle (1453-1459) başladığı bilinmektedir. Fatih’e Akşemseddin (ö.1459) tarafından bu türbede kılıç kuşatıldığı, bazı kaynaklar da ise kılıç kuşanma adetinin II. Bayezid döneminden (1481-1512) sonra başladığı bilgisi yer almaktadır.
Kılıç kuşanma töreninin ayrıntılı olarak anlatıldığı kaynaklar XVII. yüzyılın başlarına aittir. I. Ahmed’in cülûs(1603) töreni için; Padişahın Eyüp Sultan’a deniz yoluyla ulaştığı, Bostan İskelesi’nden karaya çıkarak, Bostan İskelesi Sokağı’nı izleyerek at üzerinde türbeye kadar gittiği, türbeyi ziyaret ettikten sonra türbeyle cami arasındaki avluya geçerek burada Şeyhülislâm Ebû’l-Meyâmîn Mevlânâ Mustafa Efendi (ö.1606) eliyle kılıç kuşandığı, törenden sonra padişahın ata binerek Edirnekapı’dan şehre girdiği, ecdâdının türbelerini ziyaret ettikten sonra saraya döndüğü şeklinde ayrıntılı tasvir yapılmıştır.9
Eyüp’te Cülus Yolu olarak bilinen Boyacı sokak, Fatih Sultan Mehmed’den
8 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Cülus maddesi, 2.cilt, s.,455
9 Tanman B., Kılıç Kuşanma Törenlerinin Eyüp Sultan Külliyesi ve Yakın Çevresine Yansıması,
Eyüp Sultan Sempozyumu II, s.77,
Vahdettin’e kadar Osmanlı Padişahlarının tahta çıktıklarında kılıç kuşanıp ata bindikleri, cülus törenlerinin yapıldığı, padişahın hükümranlığını sembolize eden tarihî bir yoldur. Geleneğe göre Sultan kayık ile Eyüp’e gelir, vezirler ve devlet adamları yolun başında kendisini selamlar, o ise binek taşının oradan atına binerek Eyüp Sultan Hazretleri ziyaret ederdi. Sultanın bir işareti üzerine Şeyhülislam gelip beline dört halifeye ait kılıçlardan birini kuşatır ve Allah’ın yardımıyla din ve devlet düşmanları üzerine muzaffer olması için dua ederdi. Törenden sonra Sultan yeniden ata biner yolda toplanan ahaliye Cülus bahşişi dağıtarak Topkapı Sarayına geri dönerdi. Bir döneme damgasını vurmuş Osmanlı Padişahlarının iktidara ilk adımı attıkları Cülus Yolu’na gelişte kayıkla karaya çıktıkları iskele kazıklı yol yapılarak yok edilmiş, sultanların ata bindikleri tarihi “Binek Taşı” ise Boyacı sokakta ziyaretçilerini beklemektedir.
3.EYÜP OYUNCAKÇILIĞI:
Eyüp’ün ziyaretçileri arasında çocukların ayrı bir yeri vardır. Halk arasında çocukları çok sevdiğine inanılan Ebu eyyub el-Ensari’nin türbesi özellikle okula başlayacak olan ve sünnet edilecek çocukların getirildiği ziyaret yerlerindendir. Bu özelliğinden dolayı çocuklarla dolup taşan Eyüp’te oyuncak yapımının ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Eyüp’te İskele Meydanı’ndan Eyüp Sultan Camii ve Türbesine çıkan yol üzerinde eskiden bir çok oyuncakçı dükkanının bulunduğu, oyuncakçı çıkmazı olarak bilinen sokakta da oyuncak yapanların oturduğu bilinmektedir.
İlk defa oyuncak, Eyüp’te XVIII. yy’da Dökmeci Hasan Ağa tarafından yapılmıştır. Hasan Ağa, II.Mahmut zamanında memleketinden İstanbul’a Nizam-ı Cedit askeri olarak gelmiş ve Rami Kışlası’nın açılış töreninde “Dümbelek” çalmıştır. Askerlikten ayrıldıktan sonra da, Eyüp’te yerleşen Hasan Ağa, Ramazanlarda sahur maniciliği, diğer zamanlarda oyuncak yaparmış. “Tükrüklü Oyuncakçı” adı ile anılan Hasan Ağa’dan sonra, Gümüşsuyu’lu Darbukacı Halil Efendi, Küçük İsmail Efendi, oyuncakçı dükkanları açarak, bu zanaatın yayılmasına hizmet etmişlerdir.10
Eyüp oyuncakçıları oyuncak malzemesi olarak tamamı ile artık malzemeler kullanmışlardır. Tahtakale’nin tahta artıkları ve sobacıların artık tenekeleri; Sütlüce Mezbahası’ndan atılan deri ve bağırsak fazlası; Kağıthane ile Alibeyköy derelerinin biriktirdiği kilin kullanılmasıyla, Eyüp Oyuncakları’nın temel malzemeleri elde edilmiştir.11
10 Belge, M., İstanbul Gezi Rehberi
11 www.tarihvakfi.org.tr
Seyyar Oyuncakçı Trampet, Davullar ve Kaynana Zırıltısı (P Dergisi)
Araba, Dönme Dolap, Beşik (Eyüpsultan Belediyesi arşivi)
El Arabası (P Dergisi) Araba (P Dergisi)
Canbaz, Tekli ve İkili Çınçın (P Dergisi) Şeytan Minaresi(P Dergisi)
Eyüp Oyuncakçılığının canlandırılması projesi
kapsamında yapılan oyuncaklar (Eyüp Belediyesi arşivi)
Boyacı Sokak üzerinde yer alan eski oyuncakçı dükkanları
Çiçek ve geometrik motiflerle, bezemelerle süslenen oyuncakları aşı boyası ve suluboya ile kırmızı, mavi, yeşil ve sarı renklerde boyamışlardır. Oyuncak çeşitleri olarak; araba, beşik, dümbelek, darbuka, davul, tef, düdük, kemençe, havan, yayık, hacıyatmaz, kaynana zırıltısı, kursak düdük, salıncak, şakşak, topaç gibi şeylerdi. Günah sayıldığı içim insan biçiminde oyuncak yapılmayan Eyüp’te oyuncak çeşitleri artıp eksiltmediği gibi, şekilleri de hemen hiç değişmezdi. Her oyuncakçı tarafından aynı çeşit ve şekilde oyuncak yapılır, bunlar dükkânların önünde teşhir olunurdu.
Eyüp oyuncaklarını mahalle aralarında satan esnaflarında olduğu bilinmektedir. Bu gezici esnaf kursaklı düdük, kemençe, kaval, darbuka, tef, kaynana zırıltısı çalarak sokaklarda dolaşır, çocukları heyecana düşürürdü.12
9.yy’ın başlarında 25-30 kadar oyuncakçı dükkanı varken 1960’lı yıllardan sonra tamamen yok olmuştur. Eyüp oyuncakçıları zaman içerisinde yeni
12 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Eyüp Oyuncakçılığı maddesi, 3.cilt, s.,252
ustaların yetişmemesi ve oyuncak çeşidinin aynı kalmasından dolayı Avrupa’dan getirilen fabrika yapımı oyuncaklar karşısında rekabet edemeyip tamamen yok olmuştur.13 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Müzesi’nde yukarıda gösterilen eski Eyüp oyuncakları sergilenmektedir.
Avrupa Birliği, Türkiye İş Kurumu, Tarih Vakfı ve Eyüp Belediyesi ortaklığında “Yeni Fırsatlar Programı” çerçevesinde “Fener-Balat Semtlerinde Yaşayan Ev Kadınlarına Eyüp Oyuncakçılığı’nın Öğretilerek İş Sahibi Yapılmaları ve Sürdürülebilir İş İlişkileri Kurulması” projesi kapsamında Eyüp Oyuncakçılığı yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır.
4. EYÜP ÇİÇEKÇİLİĞİ
İstanbul’da 16.yy’dan 20.yy’a kadar sağlık, zevk ve sanat ağırlıklı olarak gelişen çiçekçilik, İstanbul yaşamını mekan ve bahçe düzenlemeleri, dekoratif sanatlar, müzik, edebiyat, halk sağlığı ve eğlence yönlerinden etkilediği bilinmektedir. Osmanlı bahçe kültürü içinde önemli yeri olan İstanbul çiçekçiliği II. Mehmed’in (Fatih) (1451-1481) yaptırdığı saray bahçeleri düzenlemeleri ile başlamıştır. 16. yy’ın ikinci yarısında tarihin en görkemli dönemini yaşayan çiçekçilik İstanbul’da sektör durumuna gelmiştir. Bu dönemde Kırım, Halep ve Edirne’den getirtilen çiçekler İstanbul’da satılmaktaydı.14
Bazı kaynaklarda bu dönemde sadece lalenin 2000 çeşidinin olduğu belirtilmektedir. Bir kır çiçeği olan lalenin kültür çiçeğine dönüşümü, bununla da kalmayıp yüzlerce türünün yetiştirilmesi, İstanbul çiçekçiliğinin bir başarısı sayılmaktadır. Eyüp ve Kağıthane vadisinin topraklarının lale yetiştirilmesine çok uygun olması nedeni ile bu semtlerde çiçekçilik gelişmiştir.
Eyüp ve Bahariye Caddelerinde menekşe, lale, sümbül, Bahariye sırtlarında fulya yetiştiriliyordu. Gül, hüsnüyusuf, karanfil, karagöz, yasemin, leylak, anberbu, şakayık, nemnem, reyhan, menekşe, zambak, hünkar beğendi, nergis, süsen, erguvan, kadife, hatmiye şebboy İstanbul çiçekçiliğinin başlıca ürünleriydi. Çiçek meraklıları, bir sümbül soğanına ya da reyhan tohumuna yüksek bedeller ödeyerek yeni türler yetiştirmek için yarışmaktaydılar. İstanbul’a özgü bir çiçekçilik geleneği de her yıl düzenlenen çiçek sergileri idi. Bu sergilerde en iyi çiçek yetiştiricileri ödüllendirildi. Devrin ünlü çiçek uzmanlarının ve meraklılarının katıldığı bir kurul, üretilen yeni türlerin kokuları, renkleri, biçimleri hatta vazodaki görünüşleri inceden inceye tetkik edilmekte, buna göre yeni çiçeklere değer biçilmekte, ad verilmekte, bu münasebetle
13 P Dünya ve Sanat Dergisi, Eyüp Oyuncakları, 34.sayı, Çocuk ve Sanat, s.119
14 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, s.508-509
Eyüp sırtlarında erguvanlar
çiçek sohbetleri, tartışmaları yapılmakta idi. Bu kurulun o zamanlarda henüz Avrupa’da bile benzeri olmayan bir bahçe ve çiçek enstitüsü gibi hizmet ettiği anlatılmaktadır.15
Eskiden çiçekçiliğin merkezi olarak bilinen Eyüp tarihi ile ilgili olarak yıllarca çalışmış olan Ahmet Ağın’ın Eyüp çiçekçiliği ile ilgili: “Eyyûb’da Gümüşsuyu’nun bulunduğu vadi etrafındaki tepeler tarlalar halinde çiçek bahçeleri idi; gül, sümbül, lale, zerrin ve fulya yetiştirilir, Cuma günleri Eyyûb’un Oyuncakçılar Çarşısında büyük bir çiçek pazarı kurulurdu; bu çiçek bahçelerinin tümü Fulya Tarlası diye anılan mesire yeri idi.”diye bahsetmiştir.
16.yy’dan 20.yy’a kadar var olduğu bilinen Eyüp çiçekçiliği, çiçek yetiştirilecek tarlaların yok edilmesi ile tamamen yok olmuş, sadece Eyüp merkezine girişte çiçek ve fidan satışı yapan bir iki dükkan geleneği sürdürmeye çalışmaktadır.
15 Şimşek S., Eyüp’te Bahçe-Bostan Kültürü ve Çiçekçilik, Eyüp Sultan Sempozyumu VIII, s.318-327
5.EYÜP ÇÖMLEKÇİLİĞİ:
Çömlek, Türkçe kökenli bir sözcüktür ve aslı “çölmek”tir. Süzülmüş çamurdan yapılan toprak kap anlamında kullanılmaktadır.16
Eyüp girişinde Feshane’nin karşısında yer alan Defterdar Camii ve çevresini kapsayan geniş bir alanda geliştiği bilinen bölge Defterdar, Defterdar İskelesi, Çömlekçiler ya da Balçık iskelesi olarak adlandırılmıştır. Bu alanda ayrıca Balçık Tekkesi’de bulunmaktadır.
Eyüp de çömlekçiliğin 1936’ya kadar devam ettiği, ancak kesin olarak ne zaman başladığı bilinmemektedir. Evliya Çelebinin 1630’larda, “Çömlekçiler Mahallesi” başlığı altında “…Bin evli, bağlı, bahçeli, bakımlı bir mahalledir. Birçok saray ve bostanları vardır. Evleri kat kat ve hoş manzaralıdır. Bu mamûr mahallenin Yâvedûd, Zâlpaşa, Defterdar ve Hocaefendi adlarında dört adet iskelesi vardır… caddenin iki tarafında ikiyüzelli adet çanakçı, çömlekçi ve bardakçı dükkânları vardır. Kağıthane’den ve Sarıyer’den getirdikleri çamurlarla çömlek fırınları ve atölyelerinde çanak-çömlek, testi, tabak, yağ, bal, şarap ve su kapları, her türlü oyuncak imalatının yapıldığından, bunların benzeri ancak Çin ve İznik çinisinde bulunabilir. Üretilen yeni testilerden içilen suyun tadının ayrı bir lezzeti vardır…” şeklinde tanımlamıştır.17
Günümüz ulaşamayan XV.yy sonundan itibaren var olduğu bilinen Eyüp çömlekçiliği ile ilgili, Çömlekçiler Caddesi, Çömlekçiler arkası sokak, Arpacı Hayrettin sokak ve Künkçü çıkmazında Türk ve İslam Eserleri Müzesi denetiminde kazılar yapılmıştır. Yapılan kazılarda sırlı ve sırsız bir çok çömlek parçaları bulunmuştur. Bulunan parçalardan bu alanda bir fırının olduğunu ve üretimin XV.yy kadar indiğini kanıtlamıştır.18
Eyüp’ün İstanbul için günlük kullanımda gerekli çömlek imalatının yüzyıllar boyunca değişmeyen merkezi olduğunu belirten Filiz Çalışlar Yenişehirlioğlu, “İmaretlerde kullanılan tabak ve bardaklardan sarayda kullanılan kimi özel çömleklere, mezarlıklardaki testilerden bahçelerdeki saksılara, kuru tahıl ürünlerinin saklandığı kavanozlardan su küplerine kadar İstanbullunun her türlü ihtiyacını karşılayan Eyüp çömlekçileri, farklı nedenlerle üretimini sürdürdü, ürettikleri nesneleri yeni işlevlere göre biçimlendirirdi.”- demektedir.19
16 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Çömlekçilik maddesi, 2.cilt, s.,526
17 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Çömlekçilik maddesi, 2.cilt, s.,526
18 Yenişehirlioğlu, F.,Ç., Eyüp Çömlekçiler Mahallesi Araştırmaları, Eyüp Sultan Sempozyumu III., s.99-106
19 www.arkitera.com
Harita. Alman Mavisi Haritada Defterdar Camii ve çevresi
2.SOMUT DEĞERLER
Somut değer; “belli bir zamanda, belli bir yerde bulunan, doğal, görülebilir, elle tutulabilir, duyular ya da imgelem ile algılanabilir” olarak tanımlanmaktadır.20
Eyüp kentsel sit alanı içerisinde yer alan tüm anıtsal yapılar ve sivil mimarlık örneği yapıları ile manzara noktaları Eyüp’ün somut değerlerdir.
1.KENTSEL PEYZAJ DEĞERLERİ
Peyzaj; “paysage”Fransızca’dan gelen kelime genel anlam olarak manzara görünümü demektir. Görüş çerçevesi içine girebilen doğal ve kültürel varlıkların bir araya geldiği görünüştür.
Eyüp’ün Kentsel Peyzaj değerleri olarak;
Mezarlık alanları ve mezar taşları
20 www.tdk.gov.tr, Türk Dil Kurumu,
Pierre Loti kahvesi ve Haliç manzarası
Amcazade Hüseyin Paşa arazisini sayabiliriz.
Mezarlık Alanları ve Mezar Taşları:
Genellikle cami, dergah ve türbelerin bahçelerinde yoğunlaşmış olan hazireler, duvarları aşıp büyük mezarlıklara dönüşmüştür. Eyüp mezarlıklarını en güzel şekilde tarif eden Edmondo de Amicis İstanbul (1874) isimli kitabında; “İstanbul’un başka bir yerinde, ölüm tasvirini güzelleştiren ve korkmadan seyrettiren Müslüman sanatı bu kadar zarafetle gözler önüne serilmez. Dudaklarda hem dua hem tebessüm uyandıran hüzün ve zarafet dolu bir kabristan, bir saray bahçe, bir mabettir bu….” demektedir.
Osmanlı taş ustalığının seçkin örneklerini içeren ve her biri yontu değerinde olan tarihi mezar taşları ile günümüzdeki mezarlık kavramı dışında, yaşamın sonsuzluğunu, sürekliliğini simgeleyen Eyüp’ün tarihi kimliğini tamamlayan hazire ve mezarlıklar Osmanlı devlet idaresinde önemli yere sahip olan kişiler, ünlü din adamları, literatürde yer alan ünlü musikişinasların kabirleri Eyüp’te yer almaktadır.
Kentsel sit alanı içerisinde yer alan mezarlık alanların çoğunluğu tescillenmiştir.
Eyüp Sultan Camii çevresinde tahribata uğrayan mezarlık görünümleri
Eyüp’ün kentsel peyzajı içerisinde yer alan mezarlık alanlarının bir çoğu bakımsız durumdadır. Bazı mezarlık alanları ise yol açılması gibi nedeniyle kaldırılarak mezar taşları taşınmıştır. Taşınan alanlarda düzensiz bir şekilde bırakılan mezar taşlarının bir çoğu tahribata uğrayarak kırılmıştır. Mezar taşlarının bazıları da yanlış restorasyonla temizlenerek veya boyanarak bozulmuştur.
Pierre Loti Kahvesi ve Haliç Manzarası
Eyüp Sultan Camii arkasında yaklaşık 90 metre yükseklikte yer alan Haliç ve tarihi yarımada siluetine hakim olan tepe Pierlotti tepesi olarak anılmaktadır.
850-1923 yılları arasında yaşayan Pierre Loti’nin asıl adı Louis Marie Julien Viaud’dur. 17 yaşında Fransız Deniz Kuvvetleri’ne girmiştir. Bir deniz subayı olan Loti romanlarında konu ettiği yabancı kültürünü pek çok yer gezerek tanıma fırsatını bulmuştur. Bu ülkeler arasında olan Türkiye’nin kendisini en çok etkileyen ülke olduğunu belirtmek için “Türkiye ikinci vatanım” demiştir. Birçok kez İstanbul’da bulunmuş olan Pierre Loti, İstanbul’a ilk kez 1876 yılında bir Fransız gemisiyle, görevli subay olarak gelmiştir. Loti, Osmanlı yaşam biçiminden etkilenmiş ve pek çok eserinde bu etkiyi göstermiştir. İstanbul’da bulunduğu sürede Eyüp’te kalan Pierre Loti, kendisini Arif
Haliç yamaçları ve Pierre Loti tepesi üzerinde yer alan tescilli mezarlık alanları
Efendi diye tanıtmıştır. İstanbul’a hayran olduğunu her fırsatta belirten Pierre Loti’nin. en sevdiği yer, Evliya Çelebi’nin İdris Köşkü mesiresi diye sözünü ettiği İstanbul’un yedi tepesinden biri olan Gümüşsuyu tepesidir.
Yazar (Loti) bu çevreyi neden sevdiğini ve nasıl değerlendirdiğini şöyle ifade etmiştir. “Bu yukarıdan nezaret güzeldir. Haliç’in nihayetinde, Eyüp’ün muzlim peyzajı çok eski ağaçlardan mürekkep bir ormandan, mermer beyazlığı ile çıkan mukaddes Cami ve sonra muzlim renkler taşıyan ve içine mermer parçaları serpilmiş mezarlıkları ile hakiki bir ölüm şehri olan hazin tepeler. Sağda üzerinde binlerce yaldızlı kayıklı Haliç, küçültülmüş bir şekilde bütün İstanbul, kubbe ve minareleri birbirine karışan camiler, Eyüp’ten Topkapı Sarayına kadar bütün Haliç boyunca kubbeler, minareler berrak pembe yahut alaimi-semaya ait renkler halinde irtisam ediyorlar. Hoş görünen yolcular, örtülü kadınlar taşıyan yüzlerce kayık, gidip gelmeye başlıyor.”21
Pierre Loti, eşsiz Haliç manzarasının büyüsüne kapılarak sık sık müşterisi olduğu Rabia Kadın Kahvesi’ni mekan tutmuş ve sonradan kahvenin kendi ismiyle anılmasına yol açmıştır. Her gittiği memlekette, yerli bir kadınla evlenmeyi adet edinen ve sonra da o kadınla ilgili bir roman yazan Pierre Loti, 1879’da ilk romanı olan ve o dönemin Osmanlı Türkiye’sinden kesitler veren
21 Koman, Z. Mesut, M. (Nalit Sırrı Çevirmesinden), Eyüp Sultan Loti Kahvesi ve Çevresi,1986, s.10
Pierre Loti Kahvesi ve Haliç Manzarası
Aziyade adlı romanına adını veren Kafkasya’lı Aziyade isimli kadınla Eyüp’te tanışmış ve evlenmiştir.
Pierre Loti kahvesi, yapılan çevre düzenlemeleri ve tepeye çıkışı kolaylaştıran teleferik uygulaması ile Eyüp’e gelenler yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak yeri durumundadır.
Amcazade Hüseyin Paşa arazisi:
Eyüp, Nişanca Mahallesinde 63 ada, 72 parselde yer alan arazi 20 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Pierre Loti tepesinin karşı tepesinde yaklaşık 40m yükseklikte yer alan arazi Eyüp Sultan Camii ve çevresi ile haliç manzaralıdır. 72 parselde yer alan sivil mimarlık örneğinden günümüze sadece iki adet havuz ve birkaç duvar kalıntısı ulaşmıştır. Başbakanlık Devlet Arşivlerinden elde edilen Sadrazam Hüseyin Paşa Vakfına ait vakfiyenin ilgili bölümünde, söz konusu alanda bir adet köşk,bir adet havuzlu köşk, kagir matbah, büyük ahır, şadırvan, kiler gibi yapılardan söz edilmektedir. İstanbul II Numaralı K.T.V.K.K.’nun“…Türk İslam Eserleri Müzesi ve Vakıflar Genel Müdürlüğü denetiminde kazı çalışmalarının yapılabileceği ve kazı sonrasına ait bilgi-belgelerin Kurula iletilmesi…..” şeklinde ki kararı gereği alanda kazı yapılacaktır.
Amcazade Hüseyin Paşa Korusunun havadan görünümü
Pierre Loti Tepesi üzerinden hava görünümü
Alanda yer alan duvar kalıntılarının görünümü
2.KÜLTÜREL MİRAS
Eyüp; İstanbul’da doğal bir liman olan Haliç’in son bulduğu noktada oluşu ve sur dışında ilk Türk ve Müslüman yerleşmesi olma özelliği taşıyan Eyüp, Osmanlı – Türk şehirciliğinin tipik bir örneğidir. Eyüp, Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en kutsal dördüncü İslam ziyaretgahı haline gelmiş olması, Osmanlı Sultanları ve halkın gözünde kutsal bir yer sayıldığı için en değerli sanat ve kültür eserlerinin toplandığı bir merkez olarak dikkat çeker. Bu açıdan Eyüp, tarihi niteliğinin yanı sıra koruma açısından düşünüldüğünde de vazgeçilemez özellikler taşımaktadır.
Eyüp, İstanbul’un fethinin hemen arkasından inşa ettirilen Eyüp Sultan Türbe ve Camii külliyesi çevresinde gelişerek dinsel bir merkez durumuna gelmiş, somut olmayan kültürel değerleri ve somut değerleri ile gelişmiştir. Alanda bir çok anıtsal ve sivil(geleneksel)mimarlık örneği yapı bulunmaktadır.
3.SİVİL KÜLTÜR VARLIKLARI
Eyüp, tarihsel süreç içerisinde Bizans İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu dönemi gibi farklı kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Günümüze Bizans dönemine ait sadece sütun başlıkları ulaşılabilen Eyüp’te, Osmanlı dönemine ait bir çok yeri doldurulamayacak anıt eser ve sayısız sivil mimarlık örneği ulaşmıştır. Anıtsal yapılarla bütünleşerek geleneksel yerleşim dokusunu oluşturan değişik plan tip ve mimari özelliklere sahip geleneksel yapılar topografyanın elverdiği ölçüde yerleşmişlerdir. 17.yüzyılda dinsel yapıların çoğalmasıyla önemli bir yerleşim alanı durumuna gelen Eyüp’te Haliç sahilleri sultan hanımlarının saray ve yalılarıyla donatılmıştır.22
Eyüp yerleşmesinin geleneksel sivil mimarlık yapıları; ahşap karkas, kağir+ahşap karkas ve azda olsa kagir yapım tekniği ile yapılmışlardır. Bahçe içerisinde veya bitişik olarak inşa edilen yapılar 1-2-3 katlı, farklı cumba şekilleri ile organik sokak dokusu içinde yerleşim dokusunu oluşturmuştur. Sivil mimarlık örneği yapıların kütle oluşumları incelendiğinde topografyaya uyum, manzara yönü özenle seçildiği görülmektedir. Yapı kütlelerinde oluşturulan çıkmalar yapı kütlesinin bir kenarında, açılı parsellerde gönyeli, , aynı cephede iki çıkma yada cephe boyunca çıkma, köşe başı parsellerde köşeyi dönen yada pahlı şekilde yapılmıştır.
Eyüp’ün kentsel yerleşim dokusu 1690 ve 1707’de çıkan yangınlarla harap olsa da yeniden inşa edilmiştir.23 Ancak, Sanayileşme hareketlerinin getirdiği hızlı nüfus artışı ile öncelikli olarak bostan, ağaçlık gibi boş alanlar ve 1925’de Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile terk edilmiş olan tekke yapılarının içleri ve bahçeleri üzerine yapılan konutlar, gelişigüzel ve kontrolsüz bir şekilde genişleyerek kentsel dokunun bozulmasına, sanayi fabrikalarının haliç sahiline konumlanmaları da sahildeki saray ve yalıların yok olmasına neden olmuştur. Kentsel dokunun ve alanın topografyasının gözetilmeden oluşturulan mevzi imar planları ile haliç yamaçlarının silueti bozulmuş, yapılan imar hareketleri ile kentsel doku özgünlüğünü yitirmeye başlamıştır. Kentsel dokuda yer alan geleneksel konutların bazıları günümüz koşullarında istenen geniş ev özelliğini karşılamadığından ve çok hisseli tapu sorunları nedeni ile terk edilmiştir. Kullanılmayan yapılar kötü durumdadır. Yapıların bir kısmı ise iç ve cephede yapılan eklemelerle bozulmuş, bir kısmı da ekonomik nedenlerle bakımsız kalmıştır. Restore edilen yapıların bir çoğu da yanlış restorasyonlarla bozulmuştur
22 İnalcık,H., “Eyüp Projesi”,Eyüp: Dün/Bugün, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1994. İstanbul, 1-24
23 Cezzar, M., Osmanlı Başkenti İstanbul’u, Erol Kerim Aksoy Kültür, Eğitim, Spor ve Sağlık
Vakfı, 2002, İstanbul.
Terk edilerek bakımsız kalan yapılar:
196 ada, 6 parsel 63 ada, 48 parseller
56 ada, 42 parsel 56 ada, 56 parsel
Yanlış restorasyon uygulamaları sonucu bozulan yapılar:
57 ada, 6 parsel(eski ve bugünkü görünümü)
73ada, 28 parsel (eski ve bugünkü görünümü)
Sokak dokusunun eski ve bugünkü görünümü
Tarih bilincinin olmamasından kaynaklanan bozulmalar:
137 ada, 9 parsel
150 ada, 3 parsel, eski yeni görünümü
Sokak dokusunun eski ve bugünkü görünümü
Resim . Sanayileşme ile yok olan (Haliç sahilde yer alan) yalı ve saraylar
Tablo 3.3. Konut Tipolojisi
(1/200 ölçekli Yöresel Düzenleme Planından-Eyüp Belediyesi Plan ve Proje Müdürlüğü arşivi)
Tablo 3.4. Konut Tipolojisi
(1/200 ölçekli Yöresel Düzenleme Planından-Eyüp Belediyesi Plan ve Proje Müdürlüğü arşivi)