logo

let’s make something together

Give us a call or drop by anytime, we endeavour to answer all enquiries within 24 hours on business days.

Find us

PO Box 16122 Collins Street West
Victoria 8007 Australia

Email us

[email protected]
[email protected]

Phone support

Phone: + (066) 0760 0260
+ (057) 0760 0560

FETHİN SEMBOL SEMTİ EYÜPSULTAN’DA TASAVVUF KÜLTÜRÜ**

2. EYÜPSULTAN’IN KÜLTÜREL TOPLUMSAL SiYÂSAL
HAYATINDA TASAVVUFUN RÖLÜ

A . KÜLTÜREL

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve devamının sağlanmasında ilmî, dinî, siyâsî ve iktisâdî yapıların yanı sıra eğitim ağırlıklı kurumların da önemli etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda zahirî ilimler, örgün eğitim faaliyetlerine kaynaklık eden medreselerde tahsil edilirken, batınî ilimler ise yaygın eğitim hizmetlerinin gerçekleştirildiği tekkelerde icrâ edilmiştir. Dolayısıyla toplumun her kesimine hitâb eden tekkelerin, Osmanlı Dönemi’nde sosyo-kültürel hayatın işleyişinde ayrıca edebiyat, sanat ve mûsikî gibi muhtelif alanların gelişiminde önemli katkıları olmuştur. Bununla birlikte Osmanlı’da, bahsedilen bu iki kurumu kesin çizgilerle birbirinden ayırmak da mümkün değildir. Bu anlamda tekke ve medreselere, akıl ve gönül birlikteliğini gerçekleştiren ve birbirlerini tamamlayan mâhiyetteki kurumlar olarak bakmak gerekir.

Kuruldukları bölgelerde halkla bütünleşen tekkelerin, Anadolu ve İstanbul’un her tarafına şehirlerden köylere, hatta ıssız dağ başlarına varıncaya kadar zâviye, hankāh, âsitâne, ribat gibi muhtelif isimler altında yayıldıkları görülmektedir. Bununla birlikte tekkelerin, çok yönlü faaliyetlerle öne çıktığı anlaşılmaktadır. Nitekim tekkeler, bir taraftan ibâdet, zikir, seyr ü sülûk gibi etkinliklerle müntesiblerini mânevî yönden terbiye ederken, diğer taraftan da mensûblarının bilgi ve becerilerini geliştirme gayretinde olmuşlardır. Mûsikî, hat, ebrû, minyatür gibi sanat ağırlıklı derslerin tekkelerde verilmesi ile bu kuruluşlar, kültürel değerlerin korunmasına ve yaşatılmasına katkıda bulunmuştur. Sanatsal etkinliklerin yanı sıra dervişlerin kendilerine özgü yaşam tarzları, giyim-kuşam, barınma, yeme-içme, alış-veriş usûlü, misafirperverliği, eğitim metodları, vakıf kuruluşları gibi husûslarla tekkelerin, Eyüpsultan’ın sosyo-kültürel tarihinde önemli izler bıraktıkları anlaşılmaktadır.

Osmanlı Dönemi’nde tekke ve tarîkatların sosyal, kültürel, dinî, ahlâkî pek çok yönden Eyüpsultan’ın gündelik hayatına hareketlilik kattığı görülmektedir. Bu konuda şu örnekler zikredilebilir. Bilindiği üzere, İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinden zaman zaman İstanbul’a gelen dervişler olmuştur. Bunlar bir taraftan ikâmet ettikleri bölgelere uyum sağlamaya çalışırken, bir taraftan da kendi kültürel geleneklerini muhafaza etme gayretinde olmuşlardır. Bu anlamda bazı tekkeler, mensûblarının kimliğine uygun olan faaliyetlerde bulunarak, onların topluma uyum sürecini kolaylaştırmıştır. Meselâ, Kalenderhâne Tekkesi müntesiblerinin çoğunun Orta Asya kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu tekkede, bu bölgelerden gelenlerin âşinâ olduğu Şirazlı Hâfız’ın, Mevlânâ’nın ve Ahmed Yesevî’nin şiirleri terennüm edilmiştir. Bununla birlikte Kalenderhâne Tekkesi’nde Yesevîlerin “zikr-i erre” (testere zikri),8 Nakşibendî usûlündeki “hatm-i hâcegân” ve “hafî zikir” gibi mensûblarının meşreplerine uygun çok yönlü tasavvufî faaliyetler yürütülmüştür. Ayrıca, söz konusu tekkede barınan dervişler, gündüzleri semtin çarşı ve pazarında ticaretle meşgûl olarak maişetlerini tedârik etmişler, böylece bu semtin iktisâdî yönden kalkınmasına yardımcı olmuşlardır. Akşamları da birlikte Mesnevî, Hâfız ve Yesevî Dîvân’ını okuyarak, tekkedeki tasavvufî faaliyetlere iştirâk etmişlerdir. Bütün bunlara ek olarak mezkûr dergâh, uzak memleketlerden ilim tahsil için İstanbul’a gelen Orta Asyalı Türk gençlerin rahatlıkla kalabildiği birer talebe yurdu olarak da hizmet vermiştir.9Bu anlamda Kalenderhâne Tekkesi’nde barınan dervişlerin, o günkü şartlarda en iyi imkânlarda ağırlandığı anlaşılmaktadır.

Tekkeler, tasavvufî eğitim veren kurumlar olduğu gibi muhtelif eserlerin yazıldığı, okunduğu, öğretildiği ilim kültür merkezleri olarak da öne çıkmıştır. Meselâ Emîr Buhârî Tekkesi, bahsedilen özellikteki tekkelerden biridir Mezkûr tekkenin on birinci postnişîni Mehmed Şeyhî Efendi (ö.1144/1731), Nev’îzâde Atâî’nin Hadâiku’l-Hakāik’in zeyli olan Vekāyiü’l-Fudalâ10 adlı

     8 Zikr-i erre için bkz. Necdet Tosun, (2012), Derviş Keşkülü, Erkâm Yayınları, İstanbul, s. 165-172.
     9 Osman Ergin, (1939), Türk Şehirlerinde İmâret Sistemi, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul, s. 31-33. 1144 (1632-1731) yılları arasında yaşayan vezir, padişah, şâir, âlim ve şeyhler hakkında tanıtıcı bilgi verilmektedir.
     10 Mehmed Şeyhî Efendi’nin “Vekāyiü’l-Fudalâ” adlı eseri Nev’îzâde Atâî’nin “Hadâiku’l-Hakāik”in zeylidir. Eserde 1042-1144 (1632-1731) yılları arasında yaşayan vezir, padişah, şâir, âlim ve şeyhler hakkında tanıtıcı bilgi verilmektedir.

ünlü biyografi eserini kaleme almıştır. Tasavvuf tarihinin mühim kaynaklarından olan bu eser, Eyüpsultan’daki tekke şeyhine âid olması hasebiyle önemlidir. Mehmed Şeyhî Efendi’nin yanı sıra tekkelerde pek çok âlim ve ârif zât yetişmiştir. Bunlar tasavvuf, edebiyat, tarih gibi muhtelif alanlarda eserler kaleme almışlardır. Meselâ, Şeyh Murâd Tekkesi’nin bir başka postnişîni Abdülkadîr Belhî Efendi’nin Türkçe, Arapça, Farsça ve Çağatay lisanlarına vukûfiyetiyle bilgi birikimiyle Mevlânâ’dan sonra en fazla manzûm eser veren müelliflerden biri olduğu bilinmektedir. Sâdeddin Nüzhet Ergun, Abdülkadîr Belhî Efendi’nin bu özelliğini “Mevlânâ’dan sonra onun kadar manzûme yazan mutasavvıfa hemen hemen rastlanmaz” ifadesiyle dile getirmiştir.11

Şeyh Murâd Tekkesi postnişîni Abdülkādir Belhî Efendi gibi Selâmî Mustafa Efendi Tekkesi’nin meşhûr şeyhi Mustafa Müştâk Efendi de (ö.1247/1831) düşünceleri, engin kültürü, ilim irfânı, şiir ve mûsikîdeki üstün yeteneği ile öne çıkan bir kişiliktir. Adı geçen zât, geniş halk kitleleri tarafından sevildiği için, “Şeyhü’l-Mütehayyirîn”12 unvânıyla anılmıştır. Mustafa Müştâk Efendi, Hoca Neşet Efendi’nin kendisi için uygun gördüğü “Müştâk” mahlası ile Türkçe ve Farsça ilâhî aşkı terennüm eden münâcât, na‘at, kasîde, müstezât gibi türlerde çok sayıda şiir kaleme almıştır.13

Tekkelerde bilgi ve kültüre önem verildiğinin en önemli kanıtı ise, bazı dergâhların yanına inşâ edilen tam teşekküllü kütüphânelerdir. Kütüphânesi ve kitaplığı olan elbette çok sayıda tekke vardır. Fakat bu konuda 1314/1896 yılında Eyüpsultan’da Boyacı Sokağı’nda kurulan Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi misâl verilebilir. Söz konusu tekkeye, kurucusu Hasan Hüsnü Paşa (ö.1321/1903) tarafından 1052 yazma, 416 matbû eserin yer aldığı bir kütüphâne vakfedilmiştir. Bahsedilen eserler, Haliç’in yoğun rutûbetinden zarar gördüğü için, 1942 yılında Hüsrev Paşa Kütüphânesi’ne, oradan da 1957 yılında Süleymâniye Kütüphânesi’ne nakledilmiştir.14

İlmî eserlerin yazılıp okunduğu eğitim müessesesi olan tekkelerin yanı sıra, matbaa gibi teknik altyapısıyla öne çıkan dergâhlar da olmuştur. Meselâ, Karyağdı Baba Tekkesi postnişîni Mehmed Necib Baba, söz konusu dergâhta matbaa kurmuş, taş baskı ile Bektâşîliğe dâir risâle ve kitaplar tab etmiştir. Mezkûr zât, bu özelliğinden dolayı çevresindekiler tarafından “Matbaacı

     11 S. Nüzhet Ergun, Türk Mûsikîsi Antolojisi, (1942), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
İstanbul, C. I, s. 231. 12 Müştâk Baba, (1997), Dîvân, (haz. Mehmet Kemâl Gündoğdu), MEB Basımevi, İstanbul, s. 30.
     12 Müştâk Baba, (1997), Dîvân, (haz. Mehmet Kemâl Gündoğdu), MEB Basımevi, İstanbul, s. 30.
     13 Müştâk Baba, Dîvân, s. 35.
     14 Nail Bayraktar, (1998), “Eyüp Vakıf Kütüphaneleri”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, C. II, s. 68.

Baba” lakabıyla ünlenmiştir.15 Nitekim 1291/1874 yılında yazılan tasavvufî hikmetlerin derlendiği Risâle-i Layihât-ı Câmi adlı yirmi sayfalık küçük risâle, Maarif Bakanlığı’nın izniyle söz konusu tekkenin matbaasında basılmıştır. Kitabın ilk sayfasında eserin, Necib Baba’nın matbaasında basıldığını belgeleyen şu ifadelere yer verilmiştir: “Maarif Nezâret-i Celîlesi ruhsatı ile Karyağdı Tekkesi’nde Necib Baba Efendi’nin matbaasında tab‘ ve temsil olunmuşdur.” Karyağdı Baba Tekkesi’nin yanı sıra Mustafa Paşa Tekkesi’nde de Şeyh Yahyâ Efendi tarafından matbaa kurulduğu rivâyet edilmiştir.16

Tekkelerin toplumsal ihtiyaçlara dönük ibadet, eğitim, barınma gibi fonksiyonları îfâ etmesinin yanı sıra hat, tezhip, cild, ebrû gibi muhtelif sanat dallarında ayrıca edebiyat, şiir ve mûsikî gibi alanlarda kültür tarihimizde etkili izler bıraktıkları anlaşılmaktadır. Bahsedilen bu sanat dallarının insanın gönül dünyasına önem veren tekkelerde geliştiği görülmektedir. Bilindiği üzere tekkelerde sesli zikir âyinlerinde meclisi canlı tutabilmek amacıyla ilâhi ve kasîdeler seslendirilmiştir. Bu durum, zamanla mûsikînin tekkelerde ilerleme kaydetmesine ve “Tekke Mûsikîsi” adı altında yeni bir sanat dalının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu anlamda mûsikîye önem veren tasavvuf tarihinin ünlü simâlarından Mevlânâ, muhteşem eseri Mesnevî’sinin giriş kısmında “Bişnev in ney” (Dinle bu neyi)17 ifadesini kullanmıştır. Bu anlamda Mevlânâ’nın önem verdiği mûsikî kültürü, onun öğretilerinin kurumsallaştığı mevlevîhânelerde gelişme göstermiştir. Bilindiği üzere bu müesseselerde hâlâ Türk mûsikîsinin muhtelif eserleri seslendirilmektedir. Bu anlamda diğer tekkelerle karşılaştırıldığında Eyüpsultan’da mûsikî kültürünün özellikle, Bahâriye Mevlevîhânesi’nde daha etkin olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hüseyin Fahreddîn Dede, mütevâzı ve sevilen kişiliğinin yanı sıra sesinin güzelliği, hâfızâsındaki eserlerin çokluğu, geniş mûsikî kültürü, şâir, bestekâr, neyzen kimliği ile Bahâriye Mevlevîhânesi’nin adını mûsikî alanında da duyurmuştur. Onun döneminde söz konusu dergâh, İstanbul’un önemli edebiyat, kültür ve sanat merkezlerinden biri olmuştur. Bununla birlikte Zekâî-zâde Hâfız Ahmed Irsoy, Rauf Yektâ, Dr. Subhi Ezgi, Hüseyin Sâdeddin Arel gibi ünlü isimler vasıtasıyla Türk mûsikîsinin bilimsel olarak incelenmesinde Hüseyin Fahreddîn Dede’nin katkısı olmuştur.18 Avrupa mûsikîsine de vâkıf

     15 Ahmed Rıf‘at Efendi, (2007), Mir’âtü’l-Mekāsıd fî Def‘i’l-Mefâsid, İz Yayınları, İstanbul, s. 31.
     16 Bereketzâde İsmâil Hakkı, (1997), Yâd-ı Mâzî, (haz. Mümtaz Habib Güven), Nehir Yayınları, İstanbul, s. 39-40.
     17 Mevlevîlik’te mûsikî ve semâ hakkında geniş bilgi için bkz. Sâfi Arpaguş, (2007), Mevlânâ ve İslâm (Algı ve Anlatım), (yay. haz. Hüseyin Kader), Vefa Yayınları, İstanbul, s. 157-187.
     18 Nuri Özcan, (1998), “Hüseyin Fahreddîn Dede”, Diyânet İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, C. XVIII, s. 546.

olan19 Hüseyin Fahreddîn Dede, Mevlevîliğin önemli eserleri arasında yer alan “Acemaşirân Mevlevî Âyini”ni bestelemiştir.20Bahsedilen eser, Mevlevî mûsikîsinin son dönem Osmanlı kültüründe geldiği merhaleyi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Hüseyin Fahreddîn Dede’nin postnîşinliği döneminde, Bahâriye Mevlevîhânesi’nin kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliği yaptığı anlaşılmaktadır. Hüseyin Fahreddîn Dede’nin yanı sıra Türk mûsikîsinin önemli simâlarından Zekâî Dede (1240-1315/1824-1897), oğlu Ahmed Irsoy (1287-1363/1870-1943), Rauf Yekta (1288-1354/1871-1935), Ahmed Avni Konuk, Rüşdü Üstek ve Ârif Dede gibi tanınmış pek çok simâ, Bahâriye Mevlevîhânesi’nin kültürel ortamından istifade etmiştir.

Türk mûsikîsinde “Hoca” ünvânını alan tek şahsiyet olan21 Zekâî Dede, Bahâriye Mevlevîhânesi’ne komşu Şâh Sultân Tekkesi’nde her pazar öğleden sonraları icrâ edilen mûsikî derslerini yönetmiştir.22 Bahâriye Mevlevîhânesi müntesibi Eyüpsultanlı Zekâî Dede, başta oğlu Hâfız Ahmet Dede (Irsoy) olmak üzere Ali Aşkî, Ahmed Avni Konuk, Saadeddin Arel, Subhi Ezgi, Ahmed Râsim, Rauf Yektâ, Osman Şükrü Şenozan ve Saadeddin Nuzhet Ergun gibi pek çok meşhûr mûsikî ustasının yetişmesinde katkısı olmuştur.23 Arapça Farsça bilen Zekâî Dede’nin günümüze intikāl etmiş mersiye, semâi, durak, na‘t ve ilâhi formlarında yazılmış çok sayıda bestesi bulunmaktadır.24 Halil Can’ın ifadesiyle denilebilir ki Mevlânâ ile başlayan Mevlevî mûsikîsi, Zekâî Dede ile kemâle ermiştir.25

Bahâriye Mevlevîhânesi’nin yanı sıra Eyüpsultan’ın kültür ve sanat mirasına katkısı olan dergâhlardan biri de Ümmî Sinân Tekkesi’dir. Adı geçen tekkede yetişen ve mûsikî ile yakından ilgilenen Talip Kargı’nın (ö.1992) güfte, bestesi kendisine âid yirmi ilâhisi bulunmaktadır. Talip Kargı’nın vasiyeti üzerine söz konusu dergâhta 1993 yılında “Talip Kargı Türk Tasavvuf Mûsikîsi Derneği” kurulmuştur. Ümmî Sinân Dergâhı’nda selâmlık kısmında düzenlenen mûsikî çalışmaları ile mezkûr tekke, Eyüpsultan’ın sanat faaliyetlerine katkısını hâlâ sürdürmektedir.

     19 Sezâi Küçük, (2003), Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yayınları, İstanbul, s. 393.
     20 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr fî Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, Yazma Bağışlar, Süleymaniye Kütüphanesi, No: 2305-2309, C. V, s. 185.
     21 Sezâi Küçük, Mevlevîliğin Son Yüzyılı, s. 387.
     22 İ. Mahmud Kemâl İnal, (1958), Hoş Sadâ (Son Asır Türk Mûsikîşinasları), Maarif Basımevi, İstanbul, s. 294.
     23 Rauf Yektâ, (1318), Esâtîz-i Elhân Hoca Zekâî Dede Efendi, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul, s. 39-40
     24 Rauf Yektâ, Esâtîz-i Elhân, s. 9 vd.
     25 Halil Can, (1967), “Mevlevîlikte Mûsikî ve Mûsikîde Mevlevî”, Mevlânâ Güldestesi, Konya Turizm Derneği, Güven Matbaası, Ankara, s. 35.

Eyüpsultan’da mûsikîde öne çıkan bir diğer isim ise Silâhdâr Ağa Tekkesi şeyhi Tahsin Efendi (ö.1307/1889)’dir. Tahsin Efendi’nin Şâzelî zikir âyini sırasında vurmalı sazlar eşliğinde, “Şâzelî şuulleri” denilen özel tarzda bestelenmiş Arapça ilâhiler okuması, onun mûsikîşinas yönünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Tahsin Efendi bu türün İstanbul’da en iyi uygulayıcısı olarak kabul edilmiştir.26 Eyüpsultan’da mûsikîye önem veren bir diğer dergâh ise İslâm Bey Bedevî Tekkesi’dir. Eyüpsultanlı Bülbül Ahmed Efendi başta olmak üzere söz konusu tekkede pek çok mûsikîşinas şahsiyet yetişmiştir.27 Mûsikîde usta isimlerin yer aldığı bir başka dergâh ise Câfer Paşa Tekkesi’dir. Nitekim Câfer Paşa Tekkesi şeyhi Kırımlı Hacı Hâfız İsmâil Hakkı Efendi (ö.1911), mûsikî alanında repertuarı geniş zâkirbaşlardan biridir.28

XVIII. yüzyıl dinî mûsikî alanında adını duyuran Koca Mustafa Paşa Sünbül Efendi Dergâhı zâkirbaşısı “Buhûrîzâde” lakablı Şeyh Abdülkerîm Kemterî Efendi (ö.1192/1778),29 bir 163 dönem Şâh Sultan Tekkesi postnişîni olmuştur.30 Mezkûr zâtın, dergâhın yönetimine geçmesi ile Şâh Sultan Tekkesi adını mûsikî alanında da duyurmuştur. Abdülkerîm Kemterî Efendi’nin bestelenmiş ilâhilerinin yanı sıra “Kemterî” mahlası ile yazdığı şiirleri bulunmaktadır.31 Verilen örneklerde de görüldüğü üzere tekkelerin din, sanat, kültür, edebiyat ve mûsikî gibi toplumun tüm gündelik yaşantısında etkili oldukları anlaşılmaktadır.

B . TOPLUMSAL

Mutasavvıflar, genelde İslâm’ı özelde müntesib oldukları tarîkatı neşr gayesiyle doğup büyüdükleri memleketlerinden ayrılarak, uzun süren zahmetli yolcuklara katlanmışlardır. Bu anlamda Orta Asya kökenli bazı tarîkatların, İstanbul ve Anadolu’da yayıldıkları anlaşılmaktadır. Hatta İstanbul’daki çoğu dergâh, Orta Asya ve Türkistanlı dervişlerin kimliğini simgeleyen “Özbek”, “Buhârâ” ve “Kâşgar” gibi isimlerle öne çıkmıştır. Ayrıca “Horasan Erenleri”

     26 Ömer Tuğrul İnançer, (1994), “(Şâzılîlik’te) Zikir Usûlü ve Mûsikî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. VII, s. 140.
     27 Ömer Tuğrul İnançer, (1994), “(Bedevîlik’te) Zikir Usûlü ve Mûsikî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. II, s. 122.
     28 Ekrem Işın, (1994), “Sa‘dîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. VI, s. 395.
     29 Ömer Tuğrul İnançer, (1994), “Sünbülîlik’te Zikir Uslûlü ve Mûsîki”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. VII, s. 113.
     30 Mehmed Zâkir Şükrü Efendi, (1980), Die Istanbuler Derwisch-Konvente Und Ihre Scheiche (Mecmûa-i Tekâyâ), (yay. haz. M. Serhan Tayşî- Klaus Kreiser), Friburg, s. 17.
     31 İnançer, “Sünbülîlik’te Zikir Uslûlü ve Mûsîki”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VII, s. 113.

adıyla anılan bazı mutasavvıfların ilim ve irfân gayesiyle İstanbul’a geldikleri bilinmektedir. Meselâ Eyüpsultan’da Karyağdı Baba Tekkesi’nin kurucusu ve ilk postnişîni Seyyid Mehmed Ali Baba’nın (ö.951/1544) Horasan erenlerinden olduğu kaynaklarda zikredilmektedir.32 Eyüpsultan’da yer alan Yâvedûd Tekkesi’nin şeyhi Abdülvedûd Efendi’nin de (ö.860/1455) Buharâ’dan geldiği rivâyet edilmektedir. Hadîkatü’l-Cevâmi’de buna dâir ifadeler şu şekilde zikredilmektedir: “….Bânisi eş-Şeyh Abdülvedûd hazretleridir. Buhârâ erenleriyle İstanbul muhâsarasında bulunub, ba‘de’l-feth Ayasofya’da sâkin iken Ayvansarây hâricinde bir mescid ve zâviye binâ edüb, rihletinde Fâtih Sultan Mehmed Hân-ı Gâzî emriyle zâviyesi kurbünde defn olundu.”33

Osmanlı döneminde tekkeler, birbirlerini dışlamanın aksine, genelde birbirlerinin öğretilerinden istifâde etme gayretinde olmuşlardır. Meselâ, Hâtûniye Dergâhı’nın postnişîni Hasan Hüsâmeddîn Efendi (ö.1280/1863), Nakşî bir şeyh olmasının yanı sıra Mevlevîliği de seven bir şahsiyettir. Dolayısıyla onun döneminde söz konusu tekkede hem Nakşî hem de Mevlevîliğe yönelik faaliyetler icrâ edilmiştir. Mezkûr şeyhin tekkede Mesnevî okutmasıyla34 burası âdetâ bir mesnevîhâne hüviyeti kazanmıştır. Hâtûniye Dergâhı dışında Şeyh Murâd Buhârî Tekkesi’nde de benzeri durum görmek mümkündür. Bahsi geçen dergâhın postnişîni son devir mutasavvıflarından Abdülkādir Belhî Efendi, Nakşbendî tarîkatı mensûbu olduğu hâlde Nakşî ve Melâmîliği gönül dünyasında meczetmiş bir kişiliktir. Bu anlamda Abdülkādir Belhî Efendi döneminde Şeyh Murâd Buhârî Tekkesi’nde Melâmîlik ve Nakşîlik birlikte temsil edilmiştir.35 Bahsedilenlerden hareketle, uygulamadan kaynaklanan birtakım farklılıklar olsa da aynı mefkûre etrafında hizmet ettikleri için, tekkeler arasında ciddi ayrılıkların söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır.

Hayat tarzlarıyla, gelenekleriyle ve eğitim metodlarıyla tekkelerin, toplumun gündelik 164 hayatında etkili oldukları anlaşılmaktadır. Tekkelerin kapatılmadan önceki hâline bakarak, bu müesseselerin halktan uzak olduğu yönünde bir yaklaşım geliştirilmesi doğru değildir. Çünkü tekkeler, kuruluşlarından îtibâren dînî, kültürel, ahlâkî yönden sosyal hayatın içinde olmuşlardır.

Özellikle, belirli günlerde yapılan zikir merâsimleri ile tekkelerin toplumda kaynaşma rûhunun gelişmesinde etkili oldukları görülmektedir. Meselâ, Hüseyin Fahreddîn Dede’nin meşîhati döneminde (1291-1330/1874-1911) Bahâriye

     32 Hüseyin Ayvansarâyî, (1281), Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, Matbaa-i Âmire, İstanbul, C. I, s. 264.
     33 Ayvânsarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 287. 34 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, C. II, s. 111.
     34 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, C. II, s. 111.
     35 Ekrem Işın, (1994), “Abdülkadir Belhî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. I,
s. 44.

Mevlevîhânesi’nde, çarşamba günleri yapılan âyinden sonra erkek misafirler selâmlık kısmında şeyh efendi ile kadınlar harem dâiresinde onun âilesiyle oturur, sohbet ederlerdi. Dergâhın mûhiblerinin yanı sıra zamanın paşaları ve diğer mevkî sahibi zâtlar da mevlevîhânedeki zikir ve sohbet meclisine iştirâk ederlerdi. Yapılacak olan merâsim için gerekli hazırlıklar sabahın erken saatlerinde başlardı. Düzenlenen âyin, akşamın geç vakitlerine kadar devam ederdi. Hatta bu husûsî günde geçimlerini temin eden muhallibici, helvacı, dondurmacı gibi satıcılar da mevlevîhânenin önünde hazır bulunurdu. Âyin bittikten sonra misafirler dergâhın önündeki sandallara binerek geri dönerdi. Mevlevîhâneye gelenlerden bazıları dergâha kurban bağışı yapardı. Bir kısmı da çocuklara ve dervişlere dağıtılmak üzere “niyâz” denilen para bırakırdı.36

Dergâh faaliyetlerinin yanı sıra şeyhlerin, câmilerde icrâ ettikleri vazifelerle de halkla dayanışma içinde oldukları anlaşılmaktadır. İlmî düzeyi yüksek, hitâbet yönü güçlü meşâyıh, İstanbul’un muhtelif selâtin câmilerindeki vaaz ve irşâdları ile geniş halk kitlelerini etkilemişlerdir. Bahsedilen konuya dâir Eyüpsultan’daki Sivâsî Tekkesi’nin şeyhleri Abdülmecîd Sivâsî (ö.1049/1639) ile Abdülehad Nûrî’yi (ö.1061/1650) misâl vermek mümkündür. Abdülmecîd Sivâsî İstanbul’a geldiğinde, padişahın uygun görmesi ile vaaz ve derslerini Ayasofya, Sultan Ahmed ve Fâtih gibi büyük câmilerde yapmıştır.37 Abdülehad Nûrî de bahsedilen câmilerde görev üstlenerek benzer metodla halkı irşâd faaliyetlerinde bulunmuştur.38

Tekkeler, bir taraftan mensûb oldukları tarîkatların âdâb erkânına yönelik faaliyetler icrâ ederken, bir taraftan da toplumsal ihtiyaçları karşılama gayretinde olmuşlardır. Meselâ, bazı tekkeler, muhitlerindeki dul, yaşlı, yoksul ve barınma imkânı olmayanlara sahip çıkarak, bir nevî “darülaceze müessesesi”39 hizmeti vermişir. Eyüpsultan’daki Hâtûniye Tekkesi, bahsedilen husûsa dâir görevi yerine getirdiği için, yani dul ve kimsesiz kadınları ağırladığı için, bu isimle anılmıştır.40

Dervişlere ve gelen misafirlere yemek verilmesi, belirli zamanlarda lokma ve aşûre dağıtılması ile tekkeler, ictimâî yardım müessesesi olarak da öne çıkmıştır. Zengin kesimler tarafından tekkelere kurban ve yiyecek yardım

     36 Reşad Ekrem Koçu, (1960), “Bahâriye Mevlevîhânesi”, İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. IV, s. 1856.
     37 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, C. III, s. 352.
     38 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, C. III, s. 358.
     39 İbrahim Bahadır, (2005), Alevî Sünnî Tekkelerinde Kadın Dervişler, Su Yayınları, İstanbul, s. 100.
     40 Hür Mahmut Yücer, (2003), “Eyüp’te Hâtûniye Tekkesi ve “Tenşîtü’l- Muhibbîn bi Menâkıb-ı Hâce Hüsâmeddin”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, İstanbul, C. IV, S. 10, s. 221.

mış, dergâhlar da gelen ikrâmları bölgelerindeki halk ile paylaşmıştır.41 Bazı merâsimlerde, senenin belirli günlerinde ya da kandil gecelerinde yemek, helvâ ve şerbet ikrâmına dâir tekkelerin kendilerine özgü birtakım geleneksel uygulamaları olmuştur. Yemeklerin özel günlerde duâlar eşliğinde hazırlanması ve ikrâm edilmesi, tekkelerde farklı bir kültür ortamının oluşmasına vesile olmuştur. Meselâ, Nakşibendî Özbek tekkelerinde ve Kalenderhânelerde perşembe günleri “Özbek Pilâvı” yapılmış, tekke mensûblarına ve civârda bulunanlara dağıtılmıştır.42 İkrâmlar dışında tekkelerde kaynaşmayı temin eden başka faaliyetler de gerçekleştirilmiştir. Örneğin Oluklubayır Tekkesi’nde her bahar güllerin açtığı mevsimde düzenlenen Mevlîd-i Şerîf merâsimine İstanbul’daki diğer ilim ve tasavvuf erbâbı 165 şahsiyetler davet edilmiştir.43

Tekkeler, tarîkat faaliyetlerinin yanı sıra bulundukları bölgenin gıda, barınma gibi temel ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmiştir. Bu anlamda tekkeler, zikir merâsimlerinden sonra veya imkânlar nisbetinde sâir günlerde çevrelerindeki yoksul insanların rahatlıkla gelip yemek yiyebildiği, bir tür imarethâne olarak hizmet vermiştir. Tekkelerin vakfiyelerinde bâniler tarafından iyilik hareketinin dâimî olmasına yönelik şartlar ileri sürülmüştür. Meselâ, Kâşgarî Tekkesi’nin bânisi Murtazâ Efendi, yemek ve barınma hizmetlerinin devamlı olmasını vakfiyede şart koşmuştur.44 Aynı şekilde Afife Hâtûn Tekkesi’ne âid vakfiyede, Hz. Peygamber’in ve diğer peygamberlerin rûhuna üç ihlâs bir fâtiha okunması, her sene Kurban bayramında fakirlere kurban dağıtılması, Muharrem ayında aşûre ikrâm edilmesi istenmiştir. Vakfiyede bu husûsa dâir ifadeler şu şekilde yer almaktadır: “ ….Her sene İyd-i adhâda, Hazreti Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem rûhlarına sevâbını ihdâ içün, bir kurban iştirâ ve fukarâya verile, ve dahî re’s-i sene olan Muharremü’l-haram duhûlünde bir keyl aşûre tabh ve rızâenlillâhi Teâlâ mahalle-i mezbûre ahâlisi beynlerinde tevzi’ ve it’am olunup, mukābelesinde üçer ihlâs-ı şerîfe ve birer fâtiha-i şerîfe tilâvet ve kıraat olunub, sevâbını Hazreti Fahr-i Kāinât aleyhi efdalü’s-Salavât hazretlerinin rûh-i pür futûhlarına ihdâ oluna…”45

Afife Hâtûn Tekkesi, çevresindeki fakir ve yoksullara ikrâmlarda bulun

     41 Osman Ergin, (1977), Türkiye Maarif Tarihi, Eser Matbaası, İstanbul, s. 234.
     42 Tekke yemekleri ile ilgili bilgi için bkz. Necdet Tosun, (2004) “Tasavvuf Kültüründe Tekke
Yemekleri”, Tasavvuf, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Y. 5, S. 12, Ocak-Haziran, s. 123-135.
     43 Hür Mahmut Yücer, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (XIX. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul, s. 624.
     44 Detaylı bilgi için bkz. Nuran Çetin, (2014), “Bir Nakşî Sûfî: Murtazâ Efendi ve Vakıfları”, Amasya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S: 3, s. 69-116.
     45 VGMA, 626/2 no’lu defterin 395. sayfa ve 483. sırasında kayıtlı Afife Hâtûn binti Abdullâh b. Abdurrahmân Vakfı’na âid 1147 tarihli vakfiye’den naklen Heyet, (1982), “Afife Hâtûn Tekkesi”, İstanbul Kültür Sanat Ansiklopedisi, İstanbul, C. I, s. 292.

masının yanı sıra, Orta Asya’dan İstanbul’a gelen seyyâh ve bekâr Nakşî dervişlere barınma imkânı sunmuştur. Benzer şekilde Afife Hâtûn Tekkesi’ne komşu olan Kalenderhâne Tekkesi de Orta Asya kökenli dervişlerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik hizmetler îfâ etmiştir.46 Kalenderhâne Tekkesi’nin bir diğer önemli özelliği şudur: Orta Asya’daki Müslümanların dînî örf ve âdetine göre, hacca gidenlerin Eyüp Sultan Câmii’de halîfenin ardında namaz kılarak, sembolik anlamda ondan izin almaları gerekiyordu. Dolayısıyla Buharâ, Semerkand ve Kâşgar gibi Orta Asya’nın muhtelif memleketlerinden hâc için İstanbul’a uğrayan hacılar, Eyüp Sultan Câmii’ne yakın olması, buradan padişaha ulaşmanın daha kolay olması hasebiyle kalabilecekleri yer olarak Kalenderhâne Tekkesi’ni tercih etmiştir. Bununla birlikte Orta Asya’dan İstanbul’a gelip de gidebilecek herhangi bir yeri olmayanlara da mezkûr tekkede barınma hizmeti sunulmuştur. Zikredilen faaliyetlerin tekkelerin kapatıldığı döneme kadar devam ettiği anlaşılmaktadır.47

Tekkeler, uzak memleketlerden gelenler için konsolosluğa benzer hizmetler de icrâ etmişlerdir. Muhtelif şehirlerden İstanbul’a gelenler, söz konusu tekkelerde, kendi dilinden örf ve âdetinden anlayan grubun arasına katıldıkları için, herhangi bir zorluk çekmeden sosyal hayata uyum sağlamışlar, sonrasında huzûrla ülkelerine dönmüşlerdir.48 Nitekim İslâm ülkelerinden gelen misafirler için Kalenderhâneler, bugünkü gibi teknolojik imkânların olmadığı dönemlerde, haberleşme ve iletişim konusunda önemli görevler üstlenmiştir. Kalenderhâneler veya Özbek 166 tekkeleri, tasavvufî faaliyetlerin yanı sıra Doğu ile Batı arasında anlaşma ve kaynaşma ortamının gelişmesine de vesile olmuştur. Musâhipzâde Celâl Bey, söz konusu tekkeler hakkında şu izâhı yapmıştır: “Bunlar Türkistan’dan gelen birtakım sanat sâhibi, her yönüyle temiz ve dürüst insanların toplandıkları yerdi. Birbirlerine karşı sonsuz sevgi ve dostluk bağı içinde idiler. Çağatayca ve Uygur lisânındaki ilâhiler bilhassa Ahmed Yesevî’nin şiirlerini okurlardı. Gelen hacıların çokluğundan bazen buralarda yer bulunmazdı.”49

Muhtelif memleketlerden gelenler için tekkeler barınma, rehberlik ve eğitim hizmetleri sunmuşlardır. Bu yönüyle tekkeler, toplumsal çatışmayı engelledikleri gibi, farklı kültürlerin kaynaşmasına da vesile olmuşlardır. Meselâ

     46 Mehmet Ulukan-Ahmet Ersen, (2005), “Eyüp Özbekler Tekkesi”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, C.IX, s. 138-139; Thierry Zarcone, (1994), “Kalenderhâne Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. IV,s. 398-399; Serpil Yörük, (1989), “Özbekler Tekkesi”, Türk Edebiyatı Dergisi, S. 183, s. 71.
     47 Yörük, “Özbekler Tekkesi”, Türk Edebiyatı Dergisi, , s. 71.
     48 Osman Ergin, Türk Şehirlerinde İmâret Sistemi, s. 32.
     49 Musâhipzâde Celâl Bey, (1946), Eski İstanbul Yaşayışı, Türkiye Yayınevi, İstanbul, s. 44-45.

Baba Haydar Tekkesi, Mâverâunnehir’den İstanbul’a gelenler için misafirhâne olarak hizmet vermiştir.50 Mezkûr tekke vasıtasıyla Orta Asya ve Anadolu insanının birbiriyle kaynaştığı anlaşılmaktadır. Mısırlı şeyh ve dervişlerin mekânı olan İslâm Bey Bedevî Tekkesi de benzer özelliği ile dikkat çekmiştir.51 Bedeviyye tarîkatına mensûb Mısırlı dervişlerin ağırlandığı İslâmbey Tekkesi, Mısırlı Müslümanlarla İstanbul halkını kaynaştırmıştır.

Osmanlı Devleti’nde tarîkatlar arasında bir ayrışmanın olmadığı anlaşılmaktadır. Farklı tarîkat mensûbları birbirlerinin ilim ve zikir meclislerine iştirâk etmiştir. Meselâ, Cerrâhî tarîkatına bağlı Karagümrük Tekkesi’nin yedinci postnişîni Abdülazîz Zihnî Efendi (ö.1238/1854), Eyüpsultan’da Nakşî tarîkatı şeyhi Murâd Efendi’den Dîvân-ı Hâfız ve Mesnevî okumuştur.52 Bir başka misâl de şudur: Kalenderhâne Tekkesi’nin bânisi La‘lîzâde Abdülbâkî Efendi, Melâmî meşreb bir şahsiyettir. Fakat mezkûr zât, Nakşibendiyye tarîkatının Müceddidî şeyhi Murâd-ı Buhârî’ye (ö.1132/1719) intisâb etmiş ve sülûkunu onda tamamlamıştır.53 Bâninin kimliğinden dolayı Kalenderhâne Tekkesi’nde Melâmî-Nakşî geleneklerin birlikte yaşatıldığı anlaşılmaktadır.54

C) SİYÂSAL

Osmanlı Devleti ilim, irfân, ahlâk ve mâneviyât merkezleri olan tekkelerin gelişmesini desteklemiştir. Sultanların tekkelere desteği genelde şu yollarla olmuştur. Padişahlar, dergâhlar inşâ etmişler veya tekkenin onarımını üstlenmişlerdir. Ya da bu kurumlara nakdî veya aynî yardımda bulunmuşlardır. İlimi mahâreti ile öne çıkan şeyhlere devlet yönetiminde görev vermişlerdir. Tekkeleri vergiden muaf tutmuşlardır. Askerin motivasyonunu arttırmak için tarîkat şeyhlerini ordu ile birlikte savaş ve sefere götürmüşlerdir. Tekkelerde düzenlenen âyinlere bazen iştirâk etmişler, vakit buldukça şeyhlerin vaaz ve nasîhatlarını dinlemeye gayret etmişlerdir.

Bilindiği üzere Eyüpsultan’da meşâyıhın ümerâ ile münâsebeti, İstanbul’un fethine dayanmaktadır. Zîrâ İstanbul’un fethi sırasında, Ebu Eyyûb el-Ensârî’nin türbesi önünde Fâtih Sultan Mehmed’e, hocası Akşemseddîn’in

     50 Reşat Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf Anadolu’da Sûfîler Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İz Yayınları, İstanbul, s. 146.
     51 M. Baha Tanman, (1994), “İslâmbey Mescidi ve Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. IV, s. 210.
     52 Mustafa Özdamar, (1995), Gönül Cerrâhı Nûreddîn Cerrâhî ve Cerrâhîler, Kırk Kandil Yayınları, İstanbul, s. 158159.
     53 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, I, 277.
     54 Ekrem Işın, (1994), “Nakşbendîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. VI, s. 35.

kılıç kuşatması ile başlayan “Kılıç Kuşanma Merâsimi” geleneği, sonraki yıllarda devam etmiş, bu törenlere Eyüpsultan ve civârından çok sayıda meşâyıh iştirâk etmiştir.55 İlerleyen yıllarda Osmanlı sultanları genelde ilim ve fazileti ile öne çıkan şeyhlere değer vermiş, bazen bu değer ve îtibârın karşılığı olarak meşâyıhın adına tekke binâ etmişler, böylece tekke ve tarîkatlara olan muhabbetlerini fiilî olarak göstermişlerdir. Bu anlamda Baba Haydar Tekkesi, Kānûnî Sultan Süleymân (927-974/1520-1566) tarafından Nakşî şeyhi Baba Haydar Semerkandî’ye (ö.957/1550) gösterilen teveccühün ızhârı olarak inşâ edilmiştir.56 Sultan tarafından Baba Haydar Semerkandî için tekke yaptırılması, onun devlet katındaki îtibârının bir göstergesidir. Tekkelere destek veren bir başka Osmanlı padişahı Sultan III. Mustafa’dır. XVIII. yüzyılda Eyüpsultan’daki Çolak Şeyh Hasan Efendi Tekkesi, Sultan III. Mustafa (1171- 1188/1757-1774) tarafından Şeyh Hasan el-Halvetî (ö.1185/1771) adına yaptırılmıştır.57

Osmanlı sultanlarının yanı sıra sadrâzamların da tekkelere destek verdiği anlaşılmaktadır. Meselâ, Sadrâzam Hüsrev Paşa (ö.1271/1854) Eyüpsultan’da kendi adıyla anılan tekkeyi kurmuştur. Ayrıca Sultan II. Mahmûd ve Sultan Abdülmecîd dönemlerinde iki defa sadrâzamlık yapan İzzet Mehmed Paşa (ö.1271/1854) Eyüpsultan’da tekke tesîs etmiştir. Bununla birlikte Mustafa Paşa Tekkesi “Bâhir”, “Köse” “Maktûl” gibi lakablarla anılan Sadrâzam Mustafa Paşa (ö.1179/1765) tarafından binâ edilmiştir.

Pâdişâh, sadrâzam dışında, diğer devlet ricâlinin de tekke inşâ ettirdiği bilinmektedir. Meselâ Dîvân Kalemi’nden, Hâcegânlığa kadar yükselerek devletin üst kademelerinde muhtelif görevler alan Mevlevî meşreb devlet adamı Mehmed Abdünnâfî Efendi (ö.1274/1857), annesi Afife Hâtûn (ö.1250/1834) adına Eyüpsultan’da 1260/1844 yılında tekke binâ ettirmiştir.58 Câfer Paşa Tekkesi, XVI. yüzyılda devlet ricâlinden Câfer Paşa (ö.995/1586) tarafından 984/1576 yılında inşâ edilmiştir.59 Cemâlîzâde Tekkesi, Yeniçeri Ağası Vezir Hirâmî Ahmed Paşa (ö.1008/1599) tarafından mescid-tekke olarak inşâ edilmiştir.60 Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi, II.Abdulhamid Dönemi (1293- 1327/1876-1909) Bahriye Nâzırı Hasan Hüsnü Paşa (ö.1321/1903) tarafından

     55 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, (1945), Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s. 189-190.
     56 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, I, 285.
     57 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, I, 264.
     58 M. Baha Tanman, (1990), İstanbul Tekkeleri’nin Mimarî ve Süsleme Özellikleri, Tipoloji Denemeleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, C. III, s. 519.
     59 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 278-279.
     60 Mustafa Özdamar, (1994), Dersaâdet Dergâhları, Kırk Kandil Yayınları, İstanbul, s. 44.

XIX. yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır.61 Tamışvar/ İbrâhim Bey Tekkesi, Peçevî Târihi’ni yazan Tamışvar Defterdârı İbrâhim Bey (ö.1057/1647) tarafından 1046/1636 yılında mescid olarak yaptırılmış ve sonradan tekkeye dönüştürülmüştür.62 İslâm Bey Bedevî Tekkesi Kānûnî Sultan Süleymân Dönemi (927-974/1520-1566) önemli devlet adamlarından İslâm Bey tarafından 926/1519 yılında inşâ edilmiştir.63 İstanbul’da kurulan ilk müstakil Şâzelî tekkesi olan Silâhdâr Tekkesi, 1200/1785 yılında Silâhdâr Abdullâh Ağa tarafından kurulmuştur.64

Osmanlı Devleti’nde Hanım sultanların da tekke inşâ ettirdiği görülmektedir. Sultan Abdülazîz’in annesi Pertevniyal Vâlide Sultan ve Yavuz Sultan Selîm’in kızı Şâh Sultan, Eyüpsultan’da birer tekke binâ ettirmişlerdir. Şâh Sultan, kendi adıyla anılan tekkeyi, “Hançerli Sultan Sarayı” olarak bilinen sarayının bahçesine, Halvetiyye tarîkatının Sünbüliyye kolunun şeyhi “Merkez Efendi” olarak tanınan Muslihuddîn Mûsa Efendi (ö.959/1551) için inşâ ettirmiştir.65

Kuyubaşı Emîn Baba Tekkesi ise Sultan Abdülazîz’in (1861-1876) annesi Pertevniyal Vâlide Sultan tarafından yaptırılmıştır.66

Bahsi geçen örneklerde padişah, sadrazam, paşa, ağa gibi devletin üst noktalarında görev alan şahsiyetlerin tekkelere verdiği destek üzerinde durulmuştur. Bununla birlikte sadece devlet ricâlinden olanlar değil, ilim ve irfân sahibi ulemâ da tekkelere katkıda bulunmuştur. Yaşadığı dönemde siyâsî ve kültürel anlamda önemli izler bırakan muallim mutasavvıf, devlet adamı Lâ‘lîzâde Abdülbâkî, Kalenderhâne Tekkesi’ni binâ etmiştir. Ayrıca mezkûr tekkenin Osmanlı yönetimi tarafından desteklendiği anlaşılmaktadır. Tekkede pişirilen Özbek pilâvı için pirinç, yağ gibi mutfak malzemeleri devlet tarafından karşılanmıştır. Bununla birlikte muhtelif zamanlarda devletten alınan yardımlarla söz konusu tekkenin onarıldığı anlaşılmaktadır.67

Orta Asya kökenli Nakşîliğe âid geleneklerin yaşatıldığı Kâşgarî Tekkesi, devlet ricâlinden Yekçeşm el-Hâc Murtazâ Efendi (ö.1160/1747) tarafından

     61 M.Baha Tanman, (1994) “Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi, Kütüphânesi ve Türbesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul, C. III, s. 563-564.
     62 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 284.
     63 Tahsin Öz, (1987), İstanbul Câmileri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, C. I, s. 77.
     64 Özdamar, Dersaâdet Dergâhları, s. 49.
     65 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, c. I, s. 256.
     66 Ayten Erdem, (2000), “Eyüp/Kuyubaşı, Emîn Baba Tekkesi Restorasyon Değerlendirmesi”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, C. IV, s. 202-214.
     67 Mehmet Ulukan-Ahmet Ersen, “Eyüp Özbekler Tekkesi”, Sempozyum, C. IX, s. 136.

kurulmuştur.68 Kuruluşundan sonraki süreçte de Osmanlı sultanları mezkûr tekkeyi yalnız bırakmamışlardır. Nitekim adı geçen tekkenin üçüncü sıradaki postnişîni Îsâ Efendi’yi dönemin padişahı Sultan III. Mustafa (1171-1188/1757- 1774), zaman zaman tekkeye gelerek ziyaret etmiştir.69 Bununla birlikte Îsâ Efendi’ye muhabbeti olan bir diğer Osmanlı padişahı Sultan III. Selîm’dir. Adı geçen padişah, Kâşgarî Dergâhı avlusuna Îsâ Efendi için özel bir türbe yaptırmıştır.70

Eyüpsultan’daki Yahyâzâde Tekkesi’nin (Hasîb Efendi Tekkesi) bânisi, Tâc’üt-Tevârih adlı meşhûr eserin sahibi, ilmî otoritesi ile III. Murâd’ın kendisine “Hâce-i Sultânî” unvânı verdiği Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi’dir.71 Bununla birlikte İstanbul’un en ihtişamlı dergâh yapılarından Şeyhülislam Tekkesi, adından anlaşıldığı üzere Şeyhülislâm Seyyid Şeyh Mustafa Efendi (ö.1185/1771) tarafından yaptırılmıştır.72 İstanbul’un önde gelen Nakşî-Müceddidî merkezlerinden Şeyh Murâd-ı Buhârî Tekkesi, XVII. asrın ortalarında Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahyâ Efendi’nin (ö.1089/1678) dâmâdı Anadolu kazaskeri Çankırılı Dâmâd Mustafa Efendi (ö.1090/1679) tarafından dârülhadîs olarak inşâ edilmiştir. Aynı müessese, daha sonra 1127/1715 yılında bâni Mustafa Efendi’nin (ö.1090/1679) oğlu Şeyhülislâm Dâmâdzâde Ebü’lHayr Ahmed Efendi (ö.1154/1741) tarafından Şeyh Seyyid Murâd-ı Buhârî (ö.1132/1719) adına tekkeye dönüştürülmüş, Nakşibendiyye müntesiblerine tahsîs edilmiştir.73

D ) ASKERÎ

Kuruluşlarından îtibâren gündelik hayatın sosyo-kültürel siyâsî dokusu üzerinde aktif rol oynayan tekkeler, Türk tarihi için kritik dönemlerde, vatan savunmasında bulunmuşlardır. I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda Kādirî, Nakşî, Mevlevî tabur alayları oluşturulmuş, vatanın kurtuluşu için tekkeler, bütün imkânlarıyla Millî Mücadele’ye destek olmuşlardır.

Millî Mücadele Dönemi’nde şeyh ve dervişlerden oluşan çok sayıda tekke mensûbu, cephede ve cephe gerisinde pek çok hizmetin içinde yer almıştır. Özellikle Eyüpsultan’daki dergâhlardan Hâtûniye Tekkesi bu vasfıyla adını du

     68 Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, C. II, s. 46.
     69 Ebûl’ulâ Mardin, (1966), Huzûr Dersleri, İstanbul, II- III, 762-763.
     70 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 262.
     71 Mehmet Mermi Haskan, 2009, Eyüp Sultan Tarihi, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, C. I, s. 30.
     72 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 283.
     73 Ayvansarâyî, Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, C. I, s. 292.

yurmuştur.74 Hâtûniye Tekkesi, Kurtuluş Savaşı yıllarında Millî Mücadele’ye katılmak isteyenlerin, Anadolu’ya geçişinde yardımcı olduğu gibi işgâl altındaki İstanbul’dan Anadolu’ya silâh ve cephâne sevkiyâtını da yönetmiştir.75 Nitekim Kādiriyye tarîkatının Âhiyye kolunun son temsilcisi Şeyh Hüseyin Nazmî Efendi, I. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllarda (1333-1337/1914-1918), İstanbul’un İngilizler tarafından işgâli nedeniyle hukuk tahsilini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Millî Mücadele Dönemi’nde Hüseyin Nazmî Efendi, gönüllü olarak babası Sâdeddîn Efendi ile Osmanlı ordusuna âid silâh ve cephânenin Anadolu’ya sevkiyâtı çalışmalarına katılmıştır. Bu yıllarda babası Sâdeddîn Efendi, Hâkî Baba Dergâhı şeyhliğinin yanı sıra vekâleten Hâtûniye Dergâhı postnişînliğini de yürütmüştür. Sâdeddîn Efendi, Millî Mücadele’ye destek olmak için Hâtûniye Tekkesi’ni, Anadolu’daki Türk askerlerine gizlice silâh sevkiyâtı yapan merkez hâline getirmiştir.76 Sâdeddîn Efendi’nin oğlu Hüseyin Nazmî Efendi, fiilen cepheye katılmak üzere girişimlerde bulunduğu sırada, işgâl kuvvetleri tarafından yakalanarak hapse atılmıştır. Bu süreçte Nazmî Efendi, günlerce işkenceye marûz kalmış, bir süre sonra da serbest bırakılmıştır. Anadolu’ya silâh sevkiyâtı çalışmaları yaptığı anlaşılınca Sâdeddîn Efendi, meşîhat görevinden azledilmiştir. Cumhuriyet’in ilânı sonrasında Eyüpsultan’da Ümmî Sinân Tekkesi mensûbu aynı zamanda Ankara vâlisi olan Yahyâ Gâlib Bey’in ve ilk Diyânet İşleri Başkanı Rifat Börekçi’nin girişimleriyle Sâdeddîn Efendi tekrar tekkedeki hizmetine dönmüştür.77 Görüldüğü üzere, tekke mensûbları, zor durumlarda birbirlerinin yardımına koşmuşlar ‘benim tarîkatımdan değilsin’ anlayışında olmamışlardır. Nitekim bunun en güzel örneğini Sâdeddîn Ceylân Efendi ile Yahyâ Gâlib Bey arasındaki dayanışmada görmek mümkündür. Osmanlı Devleti’nde ilim ve irfânı ile temâyüz etmiş meşâyıh, yaptıkları faaliyetlerle normal zamanlarında huzûr ve sükûnun temininde önemli vazifeler üstlenmişlerdir. Bununla birlikte onlar, işgâl ve savaş gibi kritik önem arz eden durumlarda devletin bakâsı için gönüllü fedakârlıklarda bulunmuşlardır.

    74 Hâtûniye Tekkesi’nin Türk Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği hizmet ve faaliyetleri ile ilgili olarak, Kadir Mısıroğlu Evlice Baba Tekkesi şeyhi Nazmî Ceylân Efendi ile bir söyleşi yapmıştır. Babası Şeyh Sâdeddîn Ceylân Efendi’nin vekâleten Hâtûniye Tekkesi şeyhliğini yürüttüğünü, yabancı askerlerin silâh depolarından alınan muhimmâtı tekkenin bitişiğindeki câminin minâresinde sakladıklarını, onun gözetimi altında bu silâhların Anadolu’ya sevk edildiğini, hatta bu büyük fedakârlığından dolayı devletin kendisini İstiklâl Madalyası ile onurlandırdığını, fakat onun “din ve vatan yolunda vâcib olan hizmetin karşılığı olarak bize madalya almak yakışmaz” diyerek bunu
reddettiğini ifade etmektedir. Bkz.Kadir Mısıroğlu, (1990), Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler,
Sebil Yayınları, İstanbul, s.287-296.
     75 Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler, s. 287-296.
     76 Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler, s. 287-296.
     77 Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücâhidler, s. 296.

Eyüpsultan, tarihten gelen kimliği ile mânevî özelliği ile tekke, mescid, mekteb, medrese gibi kültürel malzemenin oldukça bol olduğu bir semttir. Aslında bunların her biri ayrı bir araştırma sahâsına konu olabilecek niteliktedir. Fakat bu makalede Eyüpsultan’daki tekke yapılarından hareketle, mezkûr semtteki tasavvufî ortam tespit edilmeye çalışılmıştır.

SONUÇ

Eyüpsultan örneği çerçevesinde Osmanlı Dönemi’nde tekke ve tarîkatların toplumun gündelik hayatında özellikle kültürel, sosyal, siyâsal ve askerî alanlarda ne denli etkili oldukları bu makalede ele alınmıştır. Bununla birlikte günümüz îtibâriyle tekkelerin fizikî açıdan durumuna bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Eyüpsultan’da tasavvuf kültürüne ev sahipliği yapan tekkelerin bugünkü konumlarının şu beş şekilde varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Birincisi Kâşgarî Tekkesi, Cemâlîzâde Tekkesi gibi mescidi-tevhidhânesi olan tekke yapıları ki bunlar, günümüzde ibâdete açık durumdadır. İkincisi Ümmî Sinân Tekkesi ve Evlice Baba Tekkesi gibi şeyh yakınlarının mülkiyetinde olan tekkeler ki bunlara, vârisler tarafından sahip çıkıldığı için oldukça bakımlı durumdadır. Üçüncüsü, Hâtûniye Tekkesi, Sertarikzâde Tekkesi, Bahâriye Mevlevîhânesi gibi zaman içinde metrûk bırakılmış tekkeler ki bunların bir kısmı kendilerine özgü mimârî konumları göz önünde bulundurularak restore edilmiştir. Bu kategorideki tekkeler, şuan sanat ve kültür faaliyetlerine ev sahipliği yapmaktadır. Dördüncüsü, Sultan Osman Tekkesi gibi sadece hazîre ya da duvar kalıntıları ortada kalan tekkeler ki, bunlara herhangi bir icraât yapılamamıştır. Beşincisi, Abdi Baba Tekkesi, Bayram Çelebi Tekkesi gibi sadece arsası kalan tekkelerin yerine muhtelif binâ ve yapılar inşâ edildiği için, bunların tespitinde zorluk yaşanmıştır. Çünkü bu tür yapılar, kaynaklarda zikredilmekte birlikte, yerleri tam olarak ortaya çıkartılamamıştır.

Sosyal ve kültürel tarihimizde önemli yeri olan tekkeler, orijinal hâline göre onarıldıktan sonra, bunlara Eyüpsultan’ın tarihî, dinî, mânevî dokusu ile irtibatlı fonksiyonlar verdirilirse, kendilerine özgü hâliyle ihyâ edilmiş olur. Meselâ, mûsikî, hat, ney, tezhip ve ebrû gibi geleneksel sanat dalları bu mekânlarda icrâ edilebilir. Ayrıca bu yapılar, ulusal ve uluslararası İslâmî ilimlere kaynaklık eden kongre, sempozyum, konferans, panel gibi birtakım akademik çalışmalara uygun olarak tasarlanabilir. Bu yapılara daha bir canlılık katmak için tasavvuf mûsikîsi konserleri icrâ edilebilir. Bununla birlikte muhtelif el sanatlarının sergilendiği ortamlar olarak değerlendirilebilir. Böylece bu müesseselerin geçmişte olduğu gibi günümüzde de Eyüpsultan’a olan katkılarının devamı sağlanabilir.

KAYNAKLAR

Ahmed Rıf‘at Efendi, (2007), Mir’âtü’l-Mekāsıd fî Def‘i’l-Mefâsid, İz Yayınları, İstanbul.
Arpaguş, Sâfi, (2007), Mevlânâ ve İslâm (Algı ve Anlatım), (yay. haz. Hüseyin Kader), Vefa Yayınları, İstanbul.
Artan, Tülay, (1995), “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. XII, s. 1-6. İstanbul.
Ayvansarâyî, Hüseyin, (1281), Hadîkakatü’l-Cevâmi‘, I-II, Matbaa-i Âmire, İstanbul.
Bahadır, İbrahim, (2005), Alevî Sünnî Tekkelerinde Kadın Dervişler, Su Yayınları, İstanbul.
Bayraktar, Nail, (1998), “Eyüp Vakıf Kütüphâneleri”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, C. II, s. 64-69. İstanbul.
Bereketzâde İsmâil Hakkı, (1997), Yâd-ı Mâzî, (haz. Mümtaz Habib Güven), Nehir Yayınları, İstanbul.
Can, Halil, (1967), “Mevlevîlikte Mûsikî ve Mûsikîde Mevlevî”, Mevlânâ Güldestesi, Konya Turizm Derneği, s. 32-37, Güven Matbaası, Ankara.
Çetin, Nuran, (2014), “Bir Nakşî Sûfî: Murtazâ Efendi ve Vakıfları”, Amasya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S: 3, s. 69-116.
Ebûl’ulâ Mardin, (1966), Huzûr Dersleri, İstanbul. 171
Erdem, Ayten, (2000), “Eyüp/Kuyubaşı, Emîn Baba Tekkesi Restorasyon Değerlendirmesi”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, C. IV, s. 202-214, İstanbul.
Ergin, Osman, (1939), Türk Şehirlerinde İmâret Sistemi, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul.
Ergin, Osman, (1977), Türkiye Maarif Târihi, Eser Matbaası, İstanbul.
Ergun, Sâdeddin Nüzhet, (1942), Türk Mûsikîsi Antolojisi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul.
Evliyâ Çelebi, (1969-1971), Evliyâ Çelebi Seyahâtnâmesi, I-XV, Zuhuri Danışman Yayınları, İstanbul.
Haskan, Mehmet Nermi, (2009), Eyüp Sultan Tarihi, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul.
Heyet, (1982), “Afife Hâtûn Tekkesi”, İstanbul Kültür Sanat Ansiklopedisi, C. I, s. 291-292, İstanbul.
Işın, Ekrem, (1994), “Nakşibendîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.VI, ss. 31-39, İstanbul.
Işın, Ekrem, (1994), “Abdülkādir Belhî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. I, s. 44, İstanbul.
Işın, Ekrem, (1994), “Sa‘dîlik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VI, ss. 391- 396, İstanbul.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemâl, (1958), Hoş Sadâ (Son Asır Türk Mûsikîşinasları), Maarif Basımevi, İstanbul.
İnançer, Ömer Tuğrul, (1994), “(Bedevîlik) Zikir Usûlü ve Mûsikî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. II, s. 122, İstanbul.
İnançer, Ömer Tuğrul, (1994), “(Sünbülîlik) Zikir Usûlü ve Mûsikî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VII, s. 112, İstanbul.
İnançer, Ömer Tuğrul, (1994), “(Şâzılîlik) Zikir Usûlü ve Mûsikî”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VII, s.140-141, İstanbul.
Kara, Fahrunnisa Ensari, (1994), “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. III, s. 245250, İstanbul.
Kara, Fahrunnisa Ensari, (2004), “Fetih İle Birlikte Kurulan Bir Semt Eyüp ve Fetihten Günümüze Ulaşan Mahalleler”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, C. VII, s. 340-359, İstanbul.
Koçu, Reşad Ekrem, (1960), “Bahâriye Mevlevîhânesi”, İstanbul Ansiklopedisi, C.IV, s.18541856, İstanbul.
Kömürciyân, Eremya Çelebi, (1952), XVII. Asırda İstanbul, (trc. Hrand D. Andreasyan), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.
Küçük, Sezâi, (2003), Mevlevîliğin Son Yüzyılı, Simurg Yayınları, İstanbul. Mehmed Zâkir Şükrü Efendi, (1980), Die Istanbuler Derwisch-Konvente Und Ihre Scheiche(Mecmûa-i Tekâyâ), (yay. haz. M. Serhan Tayşî- Klaus Kreiser), Friburg. 172
Mehmet Ulukan-Ahmet Ersen, (2005), “Eyüp Özbekler Tekkesi”, Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu, Eyüp Belediyesi Kültür Yayınları, C. IX, s.132-145, İstanbul.
Mısıroğlu, Kadir, (1990), Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücâhitler, Sebil Yayınları, İstanbul.
Musâhipzâde Celâl Bey, (1946), Eski İstanbul Yaşayışı, Türkiye Yayınevi, İstanbul.
Müştâk Baba, (1997), Dîvân, (haz. Mehmet Kemâl Gündoğdu), MEB Basımevi, İstanbul.
Neşri, Mehmed, (1957), Kitâb-ı Cihan-Nümâ: Neşrî Târihi, (haz. Faik Reşit Unat-Mehmed Altay Köymen), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Öngören, Reşat, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf Anadolu’da Sûfîler Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İz Yayınları, İstanbul.
Öz, Tahsin, (1987), İstanbul Câmileri, I-II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Özcan, Nuri, (1998), “Hüseyin Fahreddîn Dede”, Diyânet İslâm Ansiklopedisi, , C. XVIII, s. 546-547, İstanbul,
Özdamar, Mustafa, (1994), Dersaâdet Dergâhları, Kırk Kandil Yayınları, İstanbul.
Özdamar, Mustafa, (1995), Gönül Cerrâhı Nûreddîn Cerrâhî ve Cerrâhîler, Kırk Kandil Yayınları, İstanbul.
Tanman, M. Baha, (1990), İstanbul Tekkeleri’nin Mimarî ve Süsleme Özellikleri, Tipoloji Denemeleri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Tanman, M. Baha, (1994), “Hasan Hüsnü Paşa Tekkesi, Kütüphânesi ve Türbesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. III, ss. 563-564, İstanbul.
Tanman, M. Baha, (1994), “İslâmbey Mescidi ve Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 1994, C. IV, ss. 209-210, İstanbul.
Temelci, Gökçen Tûba, (1999), Eyüp Sokollu Mehmed Paşa Medresesi Restorasyon Projesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
Tosun, Necdet, (2004), “Tasavvuf Kültüründe Tekke Yemekleri”, Tasavvuf, İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Y: 5, S: 12, Ocak-Haziran s.123-135.
Tosun, Necdet, (2012), Derviş Keşkülü, Erkam Yayınları, İstanbul.
Uzunçarşılı, İsmâil Hakkı, (1956), Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Vassâf, Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr fî Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, I-V, Yazma Bağışlar, Süleymaniye Kütüphanesi, No: 2305-2309, İstanbul.
Yektâ, Rauf, (1318), Esâtîz-i Elhân Hoca Zekâî Dede Efendi, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul.
Yörük, Serpil, (1989), “Özbekler Tekkesi”, Türk Edebiyatı Dergisi, Y. 1, S. 183, s. 71-73.
Yücer, Hür Mahmut, (2003), “Eyüp’te Hâtûniye Tekkesi ve “Tenşîtü’l- Muhibbîn bi Menâkıb-ı Hâce Hüsâmeddin”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, C.IV, S. 10, s.219-250.
Yücer, Hür Mahmut, (2004), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (XIX. Yüzyıl), İnsanYayınları,İstanbul. 173
Zarcone, Thierry, (1994), “Kalenderhâne Tekkesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. IV, s. 398-399, İstanbul.