logo

let’s make something together

Give us a call or drop by anytime, we endeavour to answer all enquiries within 24 hours on business days.

Find us

PO Box 16122 Collins Street West
Victoria 8007 Australia

Email us

[email protected]
[email protected]

Phone support

Phone: + (066) 0760 0260
+ (057) 0760 0560

İSTANBUL SELÂTİN CAMİLERİNİN KUŞAK YAZILARI*

FATİH ÖZKAFA**

1. GİRİŞ

Tarih boyunca en hacimli ve gösterişli camiler genellikle halifelerin veya sultanların yaptırdıkları camiler olmuştur. “Selâtin camileri” olarak nitelendirilen bu önemli yapılar, genellikle başkentlerde inşa edilmiştir. Birçoğu, Türk-İslâm mimarlık tarihinin şaheseri sayılan bu eserlerin yapımı için, en iyi mimarların, en tecrübeli ustaların ve en maharetli sanatkârların istihdamı hususuna özen gösterilmiştir. Devletin ve hükümdarın gücü ile dinin yüceliğini temsil eden selâtin camileri için bütün imkânlar seferber kılınmıştır. Bu çalışmada, İstanbul’da inşa edilmiş olan selâtin camilerinin günümüzde mevcut olan kuşak yazıları incelenecektir. 

Selâtin camileri; sultanların bizzat kendi adlarına yaptırdıkları camiler, sultanların başkası adına yaptırdıkları camiler, sultanların şehzâdelikleri döneminde yaptırdıkları camiler ve hanım sultanların yaptırdıkları camiler şeklinde tasnif edilmektedir. 

Birer ibadethane olan camilerin iç mekânına bu kutsal atmosferi en güçlü biçimde kazandıran unsurların başında kuşak yazılarının geldiği söylenebilir. 

*  Bu makale, Fatih Özkafa tarafından hazırlanan “İstanbul Selâtin Camilerinin Kuşak Yazıları” adlı doktora tezinden (Konya, 2008) üretilmiştir.
     ** Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Hattat, [email protected]

Yine, hattatların, hünerlerini ve tasarım kabiliyetlerini en fazla sergileme imkânı buldukları yazılar kuşak yazılarıdır. Uygulanma açısından çok işçilik gerektiren, birden fazla sanatkârın emeği bulunan (hattat, kalemkâr veya taş ustası vs.) kuşak yazılarının maliyeti hem maliyeti de yüksektir. 

2 . KUŞAK YAZISININ TANIMI

Kuşak, kelime olarak “bir şeyin etrafına sarılan, boyu enine göre daha uzun şerit” anlamına gelir. Bu kelime gerçek ve mecazî olarak, birçok alana yönelik anlamlar kazanmıştır. Hat sanatında “kuşak yazısı” denilince akla ilk olarak mimaride yer alan uzun yazı şeritleri gelir. Dolayısıyla kuşak yazısı tabirinin, mimari eserlerle birlikte düşünülmesi gerekir. 

“Kuşak yazısı” olarak nitelendirilmiş olan yazıları incelediğimizde ortaya çıkan sonuca göre; bir kuşak yazısının mümkün olduğunca kesintiye uğramaksızın, uzunca ve birbiriyle devamlılık arz eden bir metni ihtiva etmiş olması1 gerektiği anlaşılmıştır. Bu tabir, hat uzmanları ve hattatlar arasında da genellikle böyle anlaşılmaktadır .

Kuşak yazısını diğer yazılardan ayırdetmek için şu kriterleri esas alabiliriz: 

Kavuşma: Yazının zarûret dışında kesintiye uğramaksızın devam ederek mümkünse metnin başladığı noktaya kadar gelip burada sona ermesi. 

Uzunluk: Yazının, kuşak halinde algılanabilecek belli bir uzunluğa sahip olması. 

Şekil Birliği: En, malzeme, teknik, yazı çeşidi, kalem kalınlığı ve renk bakımından yazının birlik sergilemesi. 

Anlam Bütünlüğü: Metnin birbiriyle anlam bakımından bağlantılı olan parçalardan meydana gelmesi. 

Kesintisizlik (Süreklilik): Yazının ilk bakışta, aralarında bariz fasılalar olan ve birbirinden kopuk panolar halinde değil, uzunca bir kuşak izlenimi verebilecek bütünlükte algılanması .

Bu durumda; pano görünümündeki kapı üstü yazılarını, pencere alınlıklarındaki yarım daire veya dikdötgen alanlara yazılmış yazıları, mihrap üstü yazılarını, minber kapısındaki yazıları, çehar yâr-ı güzîn levhalarını, yapı inşa ve tamir kitabelerini kuşak yazıları sınıfına dahil edemeyiz. Kubbe göbeğindeki yazılar da bir merkez etrafında dönen dairevî yazılar olduğu ve “kubbe yazıları” olarak adlandırıldığı için kuşak yazıları sınıfına girmez. 

Kuşak yazısı diyebileceğimiz yazılar; kubbe kasnaklarında, kubbe etekle 

      1 Günüç, F., “Anadolu-Asya İlişkisi İçerisinde Kuşak Yazı Geleneği”, Sanatta Anadolu-Asya İlişkileri, Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı’ya Armağan (6-7 Mart 2003), Ankara, 2006, s. 193-207.

rinde, cami hariminin duvarlarında, son cemaat mahallinde, hünkâr mahfilinde, büyük filayaklarında, türbe duvarlarında, çeşme duvarlarında karşılaşabileceğimiz ve yukarıda sayılan kriterlere büyük ölçüde uyan uzun, birbiriyle bağlantılı ve yekâhenk yazılardır. Aynı zamanda bu büyük çaplı ve emek mahsülü yazı programları, hattatların istif hünerlerini sergiledikleri önemli celî yazılar içerdiği için, celînin gelişimini ve hattatların gücünü ortaya koyan en dikkat çekici örneklerdir. 

3 . KUŞAK YAZISININ ORTAYA ÇIKIŞI

Camilerdeki en dikkat çekici ve en yoğun yazı programları kuşak yazılarıdır. Başlangıcı Abbasiler dönemine kadar uzanan Kâbe örtüsü kuşak yazıları da yine en dikkat çekici biçimde Kâbe-i Muazzama’yı süslemektedir. Hatta, Osmanlılar’dan bu yana bu örtünün zemin rengi olan siyah ile altın tellerle işlenen yazıların oluşturduğu renk kompozisyonu, camilerdeki kuşak yazılarında da gelenek halini alacak kadar yaygın biçimde tercih edilmiştir. Bu yüzden Kâbe örtüsü ve bu örtü üzerindeki yazılar hakkındaki bilgiler, kuşak yazılarının ortaya çıkışı konusuna ışık tutacak mahiyettedir.

Kâbe’ye ilk örtü giydiren hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bunlardan doğruya en yakın olanı Hz. İsmail’in örttüğüne ilişkin rivayettir. Hz. İbrahim’in Kâbe’yi örtmediğinde ittifak vardır. Bazı rivayetlerde, Hz. Peygamber’in dedelerinden Adnan’ın Kâbe’yi ilk örten kişi olduğu belirtilmektedir. Kâbe, Hz. İsmail’den sonra hiçbir dönemde örtüsüz bırakılmamıştır. Kâbe’yi örtmekten maksat onun yüceliğini ilân etmektir, onu takdis etmektir. Her milletçe bu iş salih amel olarak addedilmiştir.

İslâmiyet’ten sonra Kâbe örtüsü, halife, önemli bir hükümdar veya Mekke Valisi tarafından yaptırılmaya başlanmıştır. İlk örtü yaptıranlar Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dır. Muâviye halife olunca örtü sayısını ikiye çıkarmıştır. Bunlardan biri Hz. Ömer’den beri Mısır’da yaptırılan beyaz keten örtü, diğeri de kendisinin ihdas ettiği kırmızı ipek örtü idi. Muaviye döneminde ipek örtüler Şam’da daha sonraları Horasan’da yapılıyordu. Emeviler döneminde Abdülmelik b. Mervan’dan itibaren ipek örtüler önce Medine’ye gelir, Mescid-i Nebevî’de bir gün sergilendikten sonra Mekke’ye gönderilirdi.

Kâbe’ye örtü yaptırma görevi hilâfetle birlikte Emeviler’den Abbasiler’e geçmiştir. Abbasi Halifesi Nâsır li-Dînillah tarafından gönderilen örtülerin 579 (1183-84) yılına rastlayanı yeşil renkli olup üzerindeki yazılar kırmızıdır. Hilafetinin sonlarına doğru gönderdiği örtü ise siyah renkli ve sarı yazılıdır. Bu durum zamanımıza kadar devam etmiştir. 1517 yılında Mısır’ın fethiyle bu görev Osmanlı padişahlarına geçti ve Yavuz Sultan Selim, Kâbe örtülerinin eskiden olduğu gibi yine Mısır’dan gönderilmesini istedi. Kanunî Sultan Süleyman zamanından itibaren Kâbe’nin dış örtüsü Mısır’da, iç örtüsü İstanbul’da hazırlanmaya başlandı. Ancak iç örtünün kumaşı yine Mısır’da dokunuyordu.

Nihayet, III. Ahmed döneminden itibaren kumaşın tamamının İstanbul’da dokunması âdet oldu. I. Dünya Savaşı sırasında Mekke Emîri Şerif Hüseyin Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanınca örtülerin ikisi de yine Mısır’dan gönderilmeye başlandı. 1926’da Mısır’la Suudî Arabistan arasındaki siyasi ilişkilerin bozulmasıyla birlikte örtünün gönderilmesi durduruldu. Bunun üzerine Kral Abdülaziz, Mekke’de özel bir atölye kurdurdu ve 1936’ya kadar Kâbe örtüsü bu atölyede yapıldı. 1936’dan 1962’ye kadar yine Mısır’dan gönderilen örtü, Suudî Arabistan Hükümeti tarafından Mekke’de kurulmuş olan özel Kâbe örtüsü fabrikasında yapılmaya başlandı. 2

Kâbe örtüsünün üst tarafındaki yazılı kısım için Arapça’da eskiden beri “hizam” kelimesinin kullanılmakta oluşu ve bu kelimenin Türkçe anlamının da “kuşak” olması, kuşak yazılarıyla Kâbe örtüsü arasındaki bağı kuvvetlendirmektedir. Ayrıca, bir yazının kuşak yazısı sayılabilmesi için gerekli özelliklerin tamamı, eksiksiz olarak Kâbe örtüsündeki kuşak yazısında mevcuttur.

4. İSTANBUL SELÂTİN CAMİLERİNİN KUŞAK YAZILARI

4.1. ÜSKÜDAR ATIK VALİDE CAMİİ

Camiin baniyesi Nurbânû Sultan’dır ki, kendisi Sultan III. Murad’ın annesi ve Sultan II. Selim’in zevcesidir. Nurbânû Sultan, Venedik asıllıdır; fakat gayet dindar bir kimse olduğu bilinir. Mimar Sinan eseri olan ve yapımına 1577’de başlanan külliye, 1583 (991 h.)’te tamamlanmıştır. III. Murad, Koca Sinan’ın gördüğü son padişahtır ve bu cami de Sinan’ın yaptığı son eserlerdendir. 

Mihrap sofasındaki çiniler üzerinde yer alan celî sülüs kuşakta Âyetü’l-Kürsî (Bakara, 2/255) yazılıdır. Kuşakta imzası bulunmamasına rağmen, kuşak yazısından başka celîler de ihtiva eden Üsküdar Atik Valide Camii celîlerinin hattatı olarak kaynaklarda Hasan Üsküdarî’nin3 adı geçmektedir. 

Lâcivert zeminli kuşak yazısının etrafına mercan kırmızısı ile ince bir cetvel çekilmiştir. Bunun dışına da turkuaz zemin üzerine lâcivert, beyaz ve mercan kırmızısı ile renklendirilmiş motifler uygulanmıştır. Bütün çini yazıları çevreleyen bordürde hurde rûmîler ters simetri yaparak zarif bir mekik formu oluş 

     2 Ünal, S., “Kâbe” maddesi, DİA, c. XXIV, İstanbul, 2001, s. 19.
     3 Müstakîmzâde, S. S., Tuhfe-i Hattatîn, s. 157, 186; Rado, Ş., Türk Hattatları, s. 86, Alparslan, A., Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, s. 45-47; Derman, M. U., “Hasan Üsküdârî”, DİA, c. XVI, s. 358.

turmuştur. Kuşak, harf anatomileri bakımından incelendiğinde, harflerin olgun estetik yapılarına tam olarak kavuşamadığı anlaşılmaktadır (Resim 1). 

4.2. SULTAN AHMED CAMİİ

Sultan I. Ahmed tarafından 1609’da yaptırılmaya başlanan bu cami, 1616 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, Sedefkâr Mehmed Ağa’dır. Altı minaresi ve 16 şerefesi ile, en fazla minareye ve şerefeye sahip olan selâtin camiidir. Camiin harim kısmı 64×72 metrelik bir alanı kaplar. Cami, Şehzâde Camii’nden büyük, Süleymaniye Camii’nden küçüktür. Çapı 24 metreyi bulan, yüksekliği ise 43 metre olan orta kubbe, dört büyük filayağı üzerine bindirilmiş dört büyük kemere pandantiflerle oturur. Beş metre çapındaki bu ayaklar aşağıdan yukarıya kadar yivlidir.

Sultan Ahmed Camii’nde iç mekânı baştan başa çevreleyen bir yazı kuşağı bulunmamakla birlikte, Camiin muhtelif yerlerinde kuşak yazısı olarak değerlendirebileceğimiz yazılar mevcuttur. Bunlardan bir kısmı kalemişi tekniğiyle yüzeye uygulanmıştır; bir kısmı da çini üzerindedir. Çini üzerindeki yazı kuşağı hünkâr mahfilindedir ve orijinalliği konusunda, kalemişlerindeki yazılarda olduğu gibi bir tereddüt sözkonusu değildir. Bu bakımdan, döneminin yazı özelliklerini yansıtan asıl kuşak yazısı buradaki yazıdır. Kalemişlerinde zamanla meydana gelen tahribat, solma, dökülme gibi sebeplerle yazılar esas hüviyetini kaybedeceğinden, filayaklarını çevreleyen yazı kuşakları hakkında yapılacak değerlendirmelerde, daha önce yapılmış restorasyonlardan kaynaklanan değişiklikler göz önünde bulundurulmalıdır.

Sultan Ahmed Camii’nin orijinal diğer yazılarıyla kuşak yazılarının Hattat Seyyid Kasım Gubârî4 tarafından yazıldığı kayıtlıdır; ancak yazılarda hattat imzası tespit edilememiştir. Sıva üzerine yazılmış olan yazıların çoğu orijinalliğini kısmen de olsa kaybetmiş ve zamanla yenilenmiş yazılardır.

Kasım Gubârî’nin Sultan Ahmed Camii’ndeki yazıları, Osmanlı’nın Selçuklu etkisinde yazılan son celî sülüs yazıları olarak kabul edilir.5 Bununla birlikte, istif bakımından bu yazılar Ahmed Karahisârî ve talebelerinin celî yazılarından geride kalır.6

Sultan Ahmed Camii’ndeki filayaklarından birincisinde, “innemâ ya’muru…” ile başlayan, mescidlerin imarı hususunda namazı ve zekâtı ikame eden

     4 Müstakîmzâde, a.g.e., s. 367; Alparslan, a.g.e., s. 108; Rado, a.g.e., s. 93.
     5 Alparslan, A., “Mimari Yapıların Yazı Sanatı Bakımından Önemi”, Boğaziçi Üniversitesi (Beşeri Bilimler) Dergisi, c. IV-V, 1976-1977, s. 9.
     6 Günüç, F. XV-XX. Osmanlı Mimarisinde Celî Sülüs Hattının Uygulama ve Teknikleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya, 1991, s. 133.

lerle bağlantı kuran ayet (Tevbe: 9/18) yazılıdır. 

İkinci filayağında, “Allahu’llezî rafea’s-semâvat…” ile başlayan, kubbe ve filayağı ilişkisinden hareketle kulların acziyetine mukabil Cenab-ı Hakk’ın kudretini hatırlatan, Allah’ın gökleri direksiz yarattığını ifade eden âyet (Ra’d: 13/2) yazılıdır. 

Üçüncü filayağında, “lemescidun üssise…” ile başlayan ve içinde namaz kılınmaya en lâyık mescidlerin takva temelli olarak tesis edilen mescidler olduğunu ifade eden âyet (Tevbe: 9/108) yazılıdır. 

Dördüncü filayağında ise, “ve izâ seeleke ıbadî…” ile başlayan ve dua edene Cenab-ı Hakk’ın icabet edeceğini müjdeleyen âyet (Bakara: 2/186) yazılıdır. 

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, sözkonusu âyetler tercih edilirken mekân ile anlam arasındaki ilişkiler gözetilmiştir. Fakat yazıların estetik durumlarına bakıldığında defaatle restorasyon geçirdikleri için aslî hüviyetlerini kaybettikleri anlaşılmaktadır (Resim 2). 

Sultan Ahmed Camii kubbe eteğindeki kuşak yazısında, kubbelerde sıkça rastladığımız ve “Allahu nûru’s-semâvati…” ile başlayan âyetler (Nûr: 24/35-36) yazılıdır. Uzunluğu 52 metre kadar olan bu kuşak, harim zeminine olan 30 metrelik yüksekliğiyle İstanbul selâtin camileri içindeki en yüksek kuşaktır. Kuşağın kalınlığı ise 90 cm. kadardır; ancak yazı bu kadar yüksekte olunca haliyle ince gözükmektedir (Resim 3). 

Camiin hünkâr mahfilindeki çini kuşaklar üzerinde muhtelif sûrelerden seçilmiş âyetler yer almakla birlikte, “sizden olan ulü’l-emr’e itaat edin” (Nisa: 4/59) âyetinin de yer alması mekânla ilişki yönünden manidardır. Mahfilde ayrıca “emaneti ehline vermek, adaletle hükmetmek” gibi “hünkâr” ile bağlantılı ilâhi emirler de mevcuttur. 

4.3. ÜSKÜDAR ÇİNİLİ CAMİ

Çinili Cami’nin baniyesi, Sultan I. Ahmed’in zevcesi, Sultan IV. Murad ile Sultan İbrahim’in valideleri olan Mahpeyker Kösem Sultan’dır. Camiin mimarı Kasım Ağa’dır. Cami kare planlı ve tek kubbelidir. Tek şerefeli bir minaresi, şadırvanı ve hünkâr mahfili vardır.7 

Hat sanatı bakımından kayda değer bir nitelik taşımayan celî sülüs kuşak yazısı çini üzerinde olup Fetih Sûresi’nin 1-18. âyetlerini ihtiva etmektedir. Ancak 18. âyet de yarım bırakılmıştır. Yazılar; harf bünyeleri, istif, tenasüp vb. Hususlar bakımından döneminin yazı seviyesiyle mukayese edildiğinde oldukça düşük vasıftadır. 

     7 Öz, T., İstanbul Camileri, c. II, Ankara, s. 18.

4.4. EMİNÖNÜ YENİ CAMİ

Bu Camiin ilk baniyesi, III. Murad’ın zevcesi ve III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’dır. Planını, Mimar Davud Ağa yapmıştır. 1597 yılında temel atmak üzere hazırlanmış olan Sadrazam Hasan Paşa’nın azil haberi gelmiş ve bu sebeple temel atılması beş altı ay gecikmiştir. Fakat bir ay sonra da Mimar Davud Ağa vefat etmiştir. Daha sonra yerine Mimar Dalgıç Ahmed Ağa geçmiş ve inşaat 1603 yılına kadar devam etmiştir. III. Mehmed’in ölümüyle Safiye Sultan eski saraya nakledilince, yapı 50 yıl kadar yüzüstü kalmış; hatta bu civardaki büyük bir yangında epey hasar almıştır.

Nihayet IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan, mabedin tamamlanmasını Mimar Mustafa Ağa’ya havale etmiş ve cami, kasr, darülhadis, mektep, çarşı, sebil ve türbeden oluşan bir külliye halinde 1663 (1074 h.) yılında tamamlanmıştır. Camie bu yüzden Hatice Turhan Sultan veya Yeni Valide Camii de denmektedir.

Camiin çini üzerindeki kuşak yazıları da bu döneme aittir. Bu Camiin yazıları Teknecizâde İbrahim Efendi hattıyladır. Yeni Cami’nin son cemaat yerinde, hünkâr mahfilinde ve hünkâr kasrı balkonunda kuşak yazıları vardır.

Son cemaat yerinde celî sülüs hattıyla Cum’a Sûresi’nin tamamı yazılıdır. Yeni Cami avlusunun batıdaki kapısının solundan itibaren, revaklı son cemaat yerinde ve çini üzerinde gayet iri bir celî sülüs yazı kuşağı başlayıp kuzey duvarını kuşatarak avlunun doğusundaki kapının sağında son bulur. Camideki en gözönünde olan ve cümle kapısı kısmı hariç kesintisiz olarak yazılmış en uzun kuşak yazısı, son cemaat yerini süsleyen bu yazılardır. Kuşakta, cum’a namazının öneminden bahsedildiği için “Cum’a Sûresi” olarak adlandırılan ve 11 âyetten müteşekkil olan sûrenin tamamı yazılıdır (Resim 4). Ulu cami geleneğinin devamı sayılabilecek bir selâtin camiinde, eski ulu camilerin hutbe irad edilip toplu olarak cum’a namazı eda edilen merkezî ibadethane fonksiyonu icra etmesini hatırlatırcasına “Cum’a Sûresi”nin tercih edilmiş olması manidardır. Buna ilâve olarak, sözkonusu sûrenin 9. âyetinden sonuna kadarki kısımda, alışveriş, ticaret gibi dünyevî meşgalelerin kişiyi namazdan alıkoymaması gerektiği hatırlatılmakta ve cum’a günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen alışverişi bırakıp namaza koşulması emredilmektedir ki; bu camiin konumuyla bu âyetlerin anlamı arasındaki ilişki hemen hatıra gelmektedir. Zira Yeni Cami civarı, İstanbul’da ticaretin eskiden beri en yoğun yapıldığı mekânların başında yer alır. Yine külliyenin bir parçası olan Mısır Çarşısı, semtin önemli bir alışveriş merkezidir. İşte böyle bir muhitte yer alan Yeni Cami’de bu konuyla doğrudan ilişkili bir sûrenin, hem de son cemaat mahalli gibi herkesin gözü önündeki bir yerde tercih edilmiş olması dikkat çekicidir.

Yeni Cami hünkâr mahfilinde, Fetih Sûresi 27-29. âyetler, Hicr Sûresi 9’dan ve Mü’minûn Sûresi 97-98’den iktibaslı dua ibareleri celî sülüs hattıyla yazılmıştır.

Hünkâr kasrı balkonunda ise Bakara Sûresi 285-285. âyetleri yer almaktadır. Sözkonusu yazıların tamamı aynı üslupta olup, dikey harfler uzuncadır ve kapalı harf gözleri turkuvaz rengiyle doldurulmuştur. Yazı sahasında yaprak, dal, muhtelif çiçek ve rumi motiflerinden teşekkül eden bolca tezyinî unsur bulunmaktadır.

4.5. NURUOSMANİYE CAMİİ

Bazı kaynaklarda Osmaniye Camii olarak da geçen8 Nuruosmaniye Camii, Çarşıkapı mevkiindedir. Önceden Fatma Hatun Mescidi’nin bulunduğu bu alanda I. Mahmud, 1748 (1161 h.)’de bu Camiin inşasını başlattırmış; vefatı üzerine yapıyı III. Osman devam ettirmiş ve yapı 1755 (1169 h.)’te tamamlanmıştır. Camiin mimarı Simon Kalfa’dır.9 Fakat bazı kaynaklarda mimarın Mustafa Ağa olduğu, Simon Kalfa’nın ise onun yardımcısı olduğu zikredilmektedir.10 İnşaatı kontrol için bina emini olarak Ali Ağa’nın adının geçtiği kaynaklar da vardır.11 Camiden başka, külliyede medrese, kütüphane, imaret, sebil, türbe, çeşme, han ve dükkân da vardır. Barok üslubun Osmanlı’daki ilk önemli eseri olan Cami, iki kapılı geniş bir avluyla çevrilidir.

Camide kuşak yazısından başka, dönemin ünlü hattatlarından Rasim Efendi, Abdülhalim Efendi, Yahya Fahreddin Efendi, Kâtipzâde Mehmed Refi’ Efendi ve Bursalı Müzehhip Ali Efendi’nin yazıları da vardır.12 Ancak 155 metrelik ölçüsüyle İstanbul selâtin camileri içerisinde en uzun kuşak olması hasebiyle dikkat çeken Fetih Sûresi muhtevalı kuşak yazısı Mumcuzade Mehmed b. Ahmed tarafından yazılmıştır. Bu kuşakta hattat imzası olmadığı için bazı kaynaklarda diğer hattatlardan birine sehven izafe edilen bu mühim yazının kim tarafından yazıldığı Tuhfe’de açıkça zikredilmektedir. Tuhfe’deki Mumcuzâde Mehmed b. Ahmed biyografisinde geçen cümle ise şöyledir: “Nuruosmaniye’nin natâk-ı tâkında pîç-â-pîç dâiren mâ-dâr13 Sûre-i Feth satırını resmeyledi.”14

Nuruosmaniye Camii kuşak yazısı, tam anlamıyla bir “kuşak yazısı” örne

     8 Ayvansarayî, Hadikatü’l-Cevami’, İstanbul, 2001, s. 63; Öz, a.g.e., s. 111.
     9 Öz, aynı yer.
     10 Yetkin, S. K., Türk Mimarisi, Ankara, 1970, s. 209.
     11 Aslanapa, a.g.e., s. 456.
     12 Öz, aynı yer.
     13 Kıvrım büklüm ve dairevî.
     14 Müstakîmzâde, a.g.e., s. 389.

ğidir. Çünkü, 1755 tarihli bu Camide ilk olarak bütün iç duvarları kesintisiz kuşatan ve çepeçevre saran bir yazı ile karşılaşılmaktadır. Bundan önceki başka hiçbir selâtin camiinde böylesine kesintisiz bir kuşak yoktur. Sonraki camilerde ise bu özellik istisnaî olarak görülebilecektir. Çünkü kuşak yazısı içeren diğer camilerde genellikle en fazla üç duvarda kuşak sözkonusudur ve kuzey tarafta yazı kuşağına pek rastlanmamaktadır. Bazı camilerde ise hem kuzeyde hem de kıble duvarında kuşak kesintiye uğramaktadır. Kuzeyde harim kapısı, üst kat mahfili veya müezzin mahfili gibi zaruri kısımların bulunması, kuşakların bu duvarda kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Kıble duvarında kuşağın kesintiye uğramasının en önemli sebebi ise mihraptır. Kuşağın dört duvarı da çevrelediği ve bu açıdan Nuruosmaniye’ye en çok benzeyen camiler Eminönü Hidayet Camii ile Yıldız Hamidiye Camii’dir. Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii’nde ise mihrap sebebiyle kuşak yazısı kesintiye uğramıştır. Ayrıca bazı türbelerde iç mekânın kesintisiz bir şekilde yazıyla kuşatıldığını görmek mümkündür; fakat türbeler bu çalışmanın kapsamı dışında olduğundan, burada camilerle türbelerin mukayesesi yapılmayacaktır. Bununla birlikte, camilerin kubbe kasnaklarındaki kuşak yazılarında yine kesinti yoktur. Lâkin kubbe kasnağının, bir camiin bütün iç mekânına ve ana duvarlarının uzunluğuna göre küçük ölçekli olması ve sadece kubbeyle ilgili bir mimari unsur olması sebepleriyle, buradaki bir yazı kuşağının kesintisizliğini sıradışı ve istisnaî olarak değerlendiremeyiz. Kaldı ki, kasnaktaki bir yazının kesintiye uğramasını gerektirecek herhangi bir engel de yoktur. 

Nuruosmaniye yazı kuşağının kalemişi tekniğiyle değil, mermer üzerine zemin oyma tekniğiyle işlenmiş olması, mermer işçiliğinin kalitesini ve yoğunluğunu da olduğunu ortaya koyar. Ayrıca yazı zemini siyaha boyanmış; yazılar ise altın varak ile renklendirilmiştir. Şimdi parlaklığını kaybetmiş ve yer yer kararmış olan bu yazıların orijinal haliyle bu camii bir gerdanlık gibi süslediğini hayal etmek güç değildir. Yine bu yazılar, klasik mimari anlayıştan uzaklaşmanın başlangıç örneği olan Nuruosmaniye’deki barok tezyinata inat, geleneksel dokunun yozlaşmamış ve asil duruşunu temsil etmektedir. Camideki bütün yeni ve yabancı örneklere rağmen, yazı utangaç bir misafir gibi gizli saklı kalmamış; kendinden emin ve söz sahibi bir eda ile harime damgasını vurmuştur. 

Nuruosmaniye Camii’ndeki bu yazı kuşağının başladığı yer, çokgen mihrap sofasının ilk sağ kenarıdır. Fetih Sûresi, buradan Besmele ile başlar ve önce mihrap sofasını, sonra doğu, ardından kuzey duvarını ve son olarak da batı duvarını baştan sona dolanarak minber külahının sol tarafında, mihrap sofasına dönmeden sona erer. Dolayısıyla, kuşağın başladığı ve sona erdiği nokta aynıdır. Kuşak yazısı, Camiin taşıyıcı elemanlarından kaynaklanan girintiler ve çıkıntılar sebebiyle çok sayıda zikzak çizerek devam eder. Başka camilerde genellikle bu tür engellerle karşılaşıldığında yazıya kısa bir ara verilirken, burada yazı cami planına tamamen ayak uydurmuştur. Bu yüzden, kuşak yazısının en çok köşe döndüğü ve zikzak çizdiği örneğin de bu camide bulunduğunu ileri sürebiliriz (Resim 5-6). 

Celî sülüs hattıyla yazılmış ve zemin oyma tekniğiyle mermere işlenmiş olan kuşakta, ortalama üst üste üç satırdan oluşan bir istif düzeni sözkonusudurhattâ bazı yerlerde satır adedi dörde kadar çıkmaktadır. İstif genel olarak dengelidir ve dikey-yatay harflerin dağılımı, boşluk-doluluk oranı, kalem kalınlığı gibi kıstaslar bakımından idealdir. Kuşakta çok güzel tasarım esprilerinin denendiği ve dönemine göre değerlendirildiğinde olağanüstü denilebilecek güzellikte istiflerin kuşak boyunca özenle yapıldığı görülür. Hareke ve sair tefriş işaretleri çok yoğun kullanılmamış, kuşak alanı genel olarak harflerle doldurulmuştur. Cezmmed gibi harekeler yeterince kullanılmışken; üstün, ötre ve esre gibi harekelere fazla yer verilmemiştir. Harf bünyeleri ve terkip hususiyetleri bakımından henüz en olgun seviye yakalanamamış olsa da, bu yazılar dönemin en güzel örneklerindendir. Bu kuşaktan, hat sanatının çok ciddi atılımlar yaparak mükemmelliğe doğru hızla ilerlemekte olduğu anlaşılabilir. Dolayısıyla Nuruosmaniye Camii, kuşak yazısıyla, hat sanatının klasik dönemi olan XIX. yüzyılda ulaşacağı seviyeyi müjdelerken; mimarisi ve tezyinatı ile de yine XIX. yüzyılda Türk mimarisinin ve tezyinatının düşeceği durumun ipuçlarını vermektedir. 

Sonuç olarak; 29 uzun âyetten oluşan ve toplam dört buçuk Kur’an-ı Kerim sayfası uzunluğunda bir sûre olan Fetih Sûresi’nin tamamının sığdırıldığı Nuruosmaniye kuşak yazısı, Hattat Mumcuzâde Mehmed Efendi’nin bütün hünerlerini sergileme fırsatı bulduğu bir göz ziyafetine dönüşmüştür. Buna mukabil hattatın ketebe koymamış olması şâyan-ı hayrettir. Ayrıca, hattatın ustalığını azami gayret göstererek mermere işleyen ve yine imzası bulunmayan ustanın marifetini de önemle zikretmek gerekir. 

4.6. BEYLERBEYİ HAMİD-İ EVVEL CAMİİ

Beylerbeyi İskelesi civarındaki Camiin banisi Sultan I. Abdülhamid’dir. Cami 1778 (1192 h.)’de yapılmış olup mimarı Mehmed Tahir Ağa ve Bina Emini Mustafa Efendi’dir. I. Abdülhamid, validesi Rabia Sultan adına yaptırdığı için, Beylerbeyi Valide Camii olarak da bilinen bu cami, barok tarzında ve tek kubbelidir.

Mihrap sofasındaki kuşakta çini üzerinde âyetü’l-kürsî (Bakara: 2/255) yazıldır. Âyet, Besmele olmaksızın başlamıştır. Bu kuşakta hattat imzası yoktur. Mihrap ile kesintiye uğrayan kuşak, mihrabın sağından devam eder. Beyaz renkle yazılmış olan celî sülüs yazının zemini, yazılı çinilerde genellikle olduğu gibi lâciverttir. Yazı kuşağının etrafındaki yeşil zeminli bordür, hatâyî grubu motifleriyle tezyin edilmiştir. Bazı çinilerde kırıklar ve bozulmalar vardır. Özellikle yazının sonundaki üç dört parça çini kaybolmuş; yerlerine çok kötü bir restorasyonla uyumsuz çini plakalar yerleştirilmiştir (Resim 7).

Caminin kubbe kasnağındaki kuşak yazısında hattat imzası yoktur. Kaynaklarda son olarak Halim Özyazıcı (1898-1964) tarafından yazıldığı belirtilen, Esmâü’l-Hüsnâ muhtevalı kuşak yazısı, 1983 yılında çıkan yangında büyük ölçüde zarar gördükten sonra bozuk bir biçimde yenilenmiştir. Çok özensiz ve bilinçsizce yenilenmiş olan bu kuşakta önemli imla hataları da bulunduğundan sanatsal bir tahlile lüzum görülmemektedir.

4.7. EYÜP CAMİİ

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden sonra Şeyh Akşemseddin’in, Eyyûb el-Ensarî Hazretleri’nin kabrini keşfetmesi üzerine burada bir cami ve türbe yaptırmıştı. Bu Camiin tarihi, kaynaklarda 1458 (863 h.) olarak geçer. Sultan III. Murad, 1724’te Camii genişleterek, mahya kurulabilmesi için, Sultan III. Ahmed’in yaptırdığı iki minareyi yükseltmiştir. Fakat Sultan III. Selim zamanında, 1798’de, minareler hariç, harap vaziyeti sebebiyle Cami tamamen yıktırılarak şimdiki Cami yapılmıştır. Kapı kitabesine göre Cami 1800’de tamamlanmıştır. Camiin Haliç tarafındaki minaresine yıldırım düştüğünden, 1822’de II. Mahmud bu minareyi tamir ettirmiştir. Bugünkü Camiin planı dikdörtgen olup mihrap kısmı çıkıntılıdır. 17.5 metre çapındaki merkezî kubbe, altı sütuna ve iki filayağına dayanan kemerlere oturtulmuştur ve etrafında sekiz yarım kubbe vardır.

Eyüp Camii harimindeki kuşak yazısı celî sülüs hattoyla yazılmış olup Ahzab Sûresi 38-44. âyetleri ihtiva etmektedir. Kuşakta hattat ketebesi yoktur ancak yazı estetiği açısından yeni bir döneme girilmekte olduğunun işaretleri vardır. Hareke ve tezyini unsurlar çok kullanılmamıştır. Yazı zemini boyanmamış ancak yazıların yüzeyine altın varak yapılmıştır (Resim 8-9). Sultan III. Selim döneminde Padişah’ın kendi adına yaptırdığı bir selâtin camii olan Üsküdar Selimiye Camii (1804)’nin kuşak yazısını incelediğimizde, son yapılış tarihi çok yakın olan Eyüp Camii (1800)’ndeki bu kuşak yazısıyla büyük benzerlikler olduğu tespit edilmiştir. Bu benzerlikler şunlardır:

– Her iki kuşak yazısının da başında yer alan Besmele’lerin istifleri birbirine çok benzemektedir. Özellikle “er-Rahîm” kelimesindeki ha harfine verilen keşidenin uzunluğu ve şekli nerdeyse aynıdır. Bu keşidenin üzerindeki harekelerin yerleri ve adetleri bile aynıdır.

– Her iki yazıdaki “Lâfzatullah”lar, zülfeler, dal, ra, kef, mim gibi harfler ile sin, sad, kaf, nun gibi çanaklı harflerin çanakları çok benzeşmektedir (Çizim 14-21).

– Elif’lerin alt kısımları (Üsküdar Selimiye kuşak yazısındaki eliflerin alt kısımları biraz daha fazla olmak üzere) sola doğru eğiktir.

– Genellikle istisnaî olarak karşılaşılan, mürsel vav kuyruğunun kef sereni olarak kullanıldığı tetâbuklara her iki kuşakta da yer verilmiştir.

– Harekeler, mühmel harfler, tirfil ve tırnaklar da benzeşmektedir. Özellikle tirfiller, üst üste konulduğunda tek bir tirfilmiş gibi görünecek kadar aynıdır.

– İki camiin kuşak yazısında da hattat imzası yoktur. Tevazudan dolayı imza atılmamış olması ihtimali yüksektir. Zira, kendisi bir Mevlevî olan III. Selim’in yaptırdığı bu camilerdeki kuşak yazılarının hattatı da Mevlevî olabilir. Mevlevî hattatların birçoğu ise yazılarına imza atmaktan imtina etmişlerdir.

4.8. ÜSKÜDAR SELİMİYE CAMİİ

Camiin banisi Sultan III. Selim’dir. Bina emini ise Uzun Yusuf Efendi’dir. Kapı kitabesine göre 1804 (1219 h.) yılında tamamlanmıştır. Hadîka’da yapımına 1801’de başlandığı ve Camiin 1805’te tamamlandığı belirtilir.15 Barok tarzındaki Camiin planı kare olup tek kubbe ile örtülüdür. Cami harimindeki kuşak yazısında celî sülüs hattıyla Fetih Sûresi 1-15. âyetler yazılıdır ancak hattat ketebesi yoktur (Resim 10).

İstif düzeni bakımından akıcı, hareketli, tasarım esprileri içeren bir döneme girilmekte olduğu ortadadır. Harfler en olgun şekillerini almaya yön tutmuştur. Bazı kusurlarla birlikte, harflerin birbirlerine nispetleri yerli yerindedir. Teşrifata riayet edilmiş; özellikle “Lâfzatullah”lar üst taraflara yerleştirilmiştir. Kompozisyonda dengeli bir leke dağılımı sözkonusudur. Hareke konusunda ise hâlâ istikrarlı bir tavır yoktur. Bu kuşakta harf noktaları ihmal edilmemiş; ancak pek çok hareke konulmamıştır. Üstün ve esre, yok denecek kadar az kullanılmıştır. Ötreye de çok az yer verilmiştir. Buna karşılık, cezm, med, şedde gibi harekelerle tırnak ve tirfil gibi işaretler çokça kullanılmıştır. Tırnaklar, boşluk durumuna göre muhtelif kalınlıklarda yapılmıştır. Cezm, ihtiyaç olsa da olmasa da tezyinat unsuru gibi kullanılmıştır. Med’ler genellikle kısa ve kalın yapılmıştır. Yazı zemininden tezyinat tamamen kalkmıştır. Mühmel harflere kısmen yer ayrılmıştır. Tirfiller henüz şekil arayışı içindedir ve bu yazıdaki tirfillerin de açıları geniştir. Ayrıca boyları kısadır. Zülfeler henüz en güzel şekillerini bulmamıştır ve harflere nispetle genel olarak kısa kalmıştır.

     15 Ayvansarayî, a.g.e., s. 596 (ayrıca bkz. Aslanapa, a.g.e., s. 503).

4.9. TOPHANE NUSRETİYE CAMİİ

Sultan III. Selim tarafından yaptırılmış olan Tophane-i Âmire Arabacılar Kışlası Camii bulunmakta iken, 1822’de birçok binayla birlikte cami de yandığından, Sultan II. Mahmud, 1825 (1241 h.)’te bu Camii yaptırmıştır. Camiin mimarı Ermeni Kirkor Balyan’dır. Ampir üsluptaki Cami, yüksek bir subasman üzerinde olup mihrap sofalı ve kare planlıdır.

İstanbul selâtin camilerindeki kuşak yazıları içinde en önemlisinin bu camideki Nebe’ Sûresi kuşağı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu celî sülüs yazılar, hem o dönemin en büyük hattatı olan hem de hat sanatı tarihinin dev isimlerinden sayılan Mustafa Râkım imzasını taşımaktadır. Mustafa Râkım’ın bilhassa 1812-1824 yılları arasındaki yazıları, diğer dönemlerindeki yazılarına göre daha olgun ve daha ahenklidir. Râkım olgunluk dönemi eserlerini vermeye başladıktan sonra hattatlar onun üslubunu benimseyip onu takip etmeye başladılar. Bu yüzden 1812’den günümüze kadarki dönem, “celî’nin klasik dönemi” olarak nitelendirilir. Mustafa Râkım, ağabeyi Zühdi’nin ve Hafız Osman’ın sülüs yazılarını iyice tetkik ederek, ayrıca ressamlığının da verdiği bir dikkat, seziş ve anlayışla celi sülüsü aynen sülüs güzelliğinde yazmağa muvaffak oldu. Başka bir ifade ile sülüs harfleri aynı güzellik ölçüleri içinde büyültülmüş oldu ve harfler estetiğinden hiçbir şey kaybetmedi. Bu özellik pek mühim ve o zamana kadar kimsenin yapmağa muvaffak olamadığı bir şeydi. Daha önceki hattatlar, aynı harfleri birbiriyle aynı şekilde yazma yönünden zayıf idiler. O, Hafız Osman’ın zirveye ulaştırdığı sülüsü, celî sülüse tatbik etti. O, Hafız Osman’ın zirveye ulaştırdığı sülüsü, celî sülüse tatbik etti. Sami Efendi’nin dediği gibi; “Eğer M. Rakım’ın celi sülüslerini küçültürsek Hafız Osman’ın sülüslerini elde ederiz.”16 M.Râkım Efendi hakkında I. H. Baltacıoğlu, “Sinan Türk mimarlığında, Michelange heykeltraşlıkta ne yapmışsa daha ziyadesini M. Râkım yazıda yapmıştır”17 diyerek bu büyük sanatkâr hakkındaki hükmünü ortaya koymuştur.

Kuşak yazısı gibi celî yazılarda perspektifin ne kadar önemli olduğunu, Râkım’ın Nusretiye Camii kuşak yazısından anlamak mümkündür. Zira, bu kuşak uzaktan seyredildiğinde istif gayet ahenkli ve hareketli, harf bünyelerine göre kalem kalınlığı ise ideal ölçüsünü bulmuş görünmekteyken yazıya yakından bakıldığında harfler oldukça tok görünmektedir. Celî yazının sırları ve zorlukları da, bu ayarlamaları çok başarılı bir şekilde yapmış olan Râkım gibi hattatlar daha iyi incelenerek anlaşılabilir. Harf bünyeleri, eliflerin ve zülfelerin şekilleri,

     16 Ünver, A. S., Hattat Râkım Efendi, 50 San’atsever Serisi: 3, İstanbul, 1953, s. 1.
     17 Baltacıoğlu, Türklerde Yazı Sanatı (Türk Sanat Yazılarının Grafolojisi ve Estetiği Üzerine Sosyo-Psikolojik Deneme), Ankara, 1958, s. 56.

hareke ve diğer tefriş unsurlarının kullanımı konularında da Nusretiye Camii kuşak yazısı yeniliklerle doludur.18 Her şeyden önce, celî sülüs harfleri artık belli birer şekle bağlanmış ve harf ölçüleri standartlaşmıştır. Elifler olgun bir tavra bürünmüştür. Zülfeler önceki yazılara göre daha güzel bir hâl almıştır. Harekelerin ihmal edilmemesine özen gösterilmiş; böylelikle, daha önceki kuşak yazılarda çok az kullanılan üstün, esre ve ötre gibi harekeler bu kuşakta yeterince kullanılmıştır (Resim 11-12). 

4.10. FATİH HIRKA-I ŞERIF CAMİİ

Fatih’de bulunan Cami, Sultan Abdülmecid tarafından özellikle Hırka-i Şerif’in muhafazası ve ziyaret edilmesi maksadıyla planlanarak 1851 (1267 h.)’de inşa edilmiştir. Sekizgen biçimindeki Cami, tek kubbeyle örtülüdür. Kuzeyinde iki katlı hünkâr dairesi, güneyinde mihrap duvarına bitişik ve yine sekizgen planda, kubbeli “Hırka-i Saâdet Dairesi” vardır.

Sekizgen planlı caminin her bir kenarındaki dikdörtgen panoların içerisine namazla ilgili olan muhtelif âyetler Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından celî sülüs hattıyla yazılmıştır. Bu yazıların tamamında harf anatomileri, tirfiller, mühmel harfler, zülfeler ve harekeler ideal nispetlere sahiptir. Dönemin en büyük hattatlarından olan Kadıasker’in imzasını taşıyor olması bile bu yazıların estetik seviyesi hakkında fikir sahibi olmak için aslında yeterlidir (Resim 13-14).

4 .11 . AKSARAY PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ

Camiin baniyesi, Sultan II. Mahmud’un zevcesi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’dır. Gotik, Hint gibi yabancı unsurlardan yararlanarak melez bir tarz ile yapılmış olan Camiin mimarı İtalyan Montani’dir. Cami kare planlı olup kubbe, duvarlar üstündeki 16 kenarlı ve pencereli yüksek bir kasnağa oturtulmuştur. Tek şerefeli ince uzun minareleri yapı gövdesinden uzakçadır. Harimdeki kuşak yazısında Mülk Sûresi’nin tamamı yer almakta olup celî sülüs hattıyla yazılmıştır. Kuşağın hattatı olan Mehmed Rif’at Efendi (ö. 1879) hakkında kaynaklarda maalesef ayrıntılı bir biyografi yoktur.

Camiin yoğun ve rengârenk kalemişi tezyinatının arasından, beyaz mermere hakkedilmiş ve zemini yeşil, yazı kısmı altın varaklı bir sûre kuşağı geçmektedir. Camiin mimarisinde ve sair tezyinatında görülen yabancı unsurların etkisi, bu kuşak yazısıyla ve diğer birkaç yazılı pano ve levha ile hafifletilmiştir.

     18 Derman, M. U., “Râkım’ın Celî Sülüs Kuşaklarına Dair”, IX. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Bildiriler, c. II, Ankara, 1991, s. 47-49.

Camiin gerek dış görünüş gerekse iç mekân tezyinatı itibariyle oldukça fazla süslü oluşu, hemen bir hanım sultan çağrışımı yapmaktadır.

Pertevniyal Valide Sultan Camii’nin kuşak yazıları, birkaç bakımdan özel bir önem arz etmektedir. Bunlardan biri; kuşağın hiç kesilmediği Nuruosmaniye Camii’nden sonra, kuşağın en az kesintiye uğradığı iki selâtin camiinden biri olmasıdır. Zira bu Camiin yazı kuşağı, mihrap kısmından başka bir yerde kesilmemiştir. Bu sebeple de çok büyük boyutlara sahip olmayan bir cami olmamasına rağmen, uzunca bir metin sayabileceğimiz Mülk Sûresi tamamen yazılabilmiştir. Bir diğer özellik; harim kuşağının ilk kez üst kat mahfilinin üzerinden geçmesidir. Yani kuşak, üst kat mahfilinin bulunduğu kuzey duvarında kesilmediği gibi, mahfil korkuluklarının altından da geçmeyecek kadar yüksekte olduğu için, Camiin dört duvarını da dolanmıştır. Çünkü kuşak, harim zemininden 7 metre yüksektedir ve bu yükseklik, çok büyük boyutlu olmayan bu cami için az değildir. Kuşak, üst kat mahfilinin tavanı hizasından geçtiği için de, üst katta namaz kılanlar edebe aykırı bir vaziyette namaz kılmamış; yani yazının üstünde olmamış oluyorlar. Bu kuşak yazısının üçüncü özelliği; selâtin cami kuşakları içinde ilk kez yazı zeminin yeşile boyanmış olmasıdır. Ancak hat sanatı açısından, zeminin siyaha ya da yeşile boyanmış olmasının çok büyük bir önemi yoktur. Çünkü maksat, koyu zemin üzerine açık renkle uygulanan yazının ön plana çıkarılarak daha güzel görünmesini sağlamaktır. Bu sebeple, özellikle ördekbaşı yeşili denen renk ile yazı zeminlerinin boyanması gelenek halini almıştır. Bu kuşak yazısının dördüncü özelliği; Nusretiye Camii’nden sonra Râkım üslubunda yazılan bir selâtin camii kuşağı olmasıdır. Beşinci özelliği; istif ve harf güzelliği bakımından dönemine göre belli bir olgunluğa erişmiş celî yazılara örnek olabilecek mahiyette olmasıdır (Resim 15).

4.12. YILDIZ HAMİDİYE CAMİİ

Hamidiye Camii’nin banisi Sultan II. Abdülhamid’dir. Cami 1885 (1303 h.)’de yapılmış olup kârgir, yüksek kasnaklı, tek kubbelidir. Belli bir üslupta değildir. Camiin, gotik pencereli ve iki katlı hünkâr mahfili, selâmlık merasimleri için kabul dairesi vardır. Tek minarelidir. İçi çok zengin tezyinata sahiptir. Kubbede lâcivert üzerine altın yıldızlar serpiştirilmiştir. Bütün duvarlarda bol altın yaldız ve zengin kalemişleri görülür. Direklere oturan dilimli kemerler El-Hamra Sarayı’nı andırır.19 Bu camide de Mülk Sûresi’nin tamamı kuşak halinde yazılmış ve yazı cami iç mekanının tamamını dolanmıştır. Ancak en istisnaî özelliği kûfî hattıyla yazılmış olmasıdır. Hattatı ise Ebuzziya Tevfik Bey

     19 Aslanapa, a.g.e., s. 549-550; Öz, a.g.e., c. II, s. 29.

(1849-1913)’dir. İstanbul selatin camileri içinde kûfî hattıyla yazılmış olan tek kuşak yazısı budur. Kûfîde hareke pek kullanılmadığı için bu kuşakta da birkaç istisna dışında hareke yoktur (Resim 16). İstif genellikle üstüste iki satır halinde düzenlenmiştir. Bazı harflerin tasarımında hattata özgü buluşlar gizlidir. Birçok he harfi, muhtelif yerlerde geçen cim, ha, hı harfleri bunlara örnektir.

4.13. DİĞER SELÂTİN CAMİLERİ

İstanbul selatin camileri içinde kuşak yazısı bulunan diğer camilerden olan Eminönü Hidayet Camii ile Teşvikiye Camii yazıları maalesef aslî hüviyetlerini kaybetmiş oldukları için hat sanatının XIX. yüzyılda ulaştığı estetik seviyeyle mukayese edemeyeceğimiz bir durumdadır. Bu sebeple sözkonusu kuşak yazılarını detaylı değerlendirmeye tabi tutma gereği duyulmamıştır. Bunların dışında kalan İstanbul selâtin camilerinde ise kuşak yazısı olarak tanımlayabileceğimiz yazılar yer almamaktadır.

5. SONUÇ

İncelediğimiz kuşak yazıları, iki istisna dışında “celî sülüs” hattıyla yazılmıştır. Sultan Ahmed Camii kubbe eteğindeki kuşak yazısında “celî muhakkak” yazı çeşidi, Yıldız Hamidiye Camii kuşak yazısında ise “tezyinî kûfî” yazı çeşidi tercih edilmiştir.

Geç dönem Osmanlı camilerindeki kuşak yazıları genellikle mermer üzerine zemin oyma tekniğiyle işlenmiştir ve altın varaklı yazının zemini siyaha boyanmıştır. Hat sanatında makbul sayılmayan, zeminin yüksekte ve yazının çukurda kaldığı oyma tekniğine hiç rastlanmamıştır. Bunun dışında, çini üzerine sıraltı tekniğiyle veya sıva üzerine kalemişi tekniğiyle uygulanmış olan kuşak yazılarında zemin rengi genellikle mavi ya da lâcivert iken yazılar beyaz ya da altın sarısıdır

İncelenen kuşak yazıları, hattat imzasının yer alması bakımından oldukça fakirdir. Öyle ki; Tophane Nusretiye Camii (M. Râkım Efendi), Hırka-i Şerif Camii (Kazasker M. İzzet Efendi), Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii (M. Rif’at Efendi) ve Yıldız Hamidiye Camii (Ebuzziya Tevfik Bey) kuşak yazıları dışındaki hiçbir kuşak yazısında hattat imzası yer almamaktadır. Hattat imzasının yer aldığı kuşak yazılarındaki bütün imzalar istiflidir ve gayet muvazeneli, olgun, yazı ile ahenkli durumdadır. Mimarideki yazılara istifli olarak ilk imza koyan hattat ise Tophane Nusretiye Camii kuşak yazısının hattatı Mustafa Râkım Efendi’dir. Hattat imzası bulunmayan (Üsküdar Atik Valide Camii, Sultan Ahmed Camii, Eminönü Yeni Cami, Nuruosmaniye Camii gibi) bazı kuşak yazılarının hattatları ise kaynaklarda yer aldığı için bilinmektedir. Ancak bunların dışındaki kuşak yazılarının hattatları maalesef tespit edilememiştir.

Kuşak yazıları istif düzeni bakımından incelendiğinde, en çok iki katlı istif düzeninin tercih edildiği görülmüştür. Bununla birlikte yer yer üç, hattâ dört katlı istifle de karşılaşılmıştır. Kuşak yazılarının enleri çok fazla olmadığından, yazılar üst üste dört satırdan daha fazla satıra istiflenmemiştir.

Harf anatomileri, harekeler, mühmel harfler ve istif estetiği bakımından geç döneme doğru güzelleşen bir gelişme gözlenmiştir. Klasik dönem yazılarında aynı harfler arasında kısmî tutarsızlıklar, ölçü farklılıkları ve şekil bozuklukları varken; geç dönem yazılarında, özellikle de XIX. yüzyıla ait yazılarda harfler, harekeler ve mühmel harfler en olgun şekillerini bulmuştur. İstifte dengeli bir leke dağılımı sağlanmış, önceleri (Üsküdar Atik Valide Camii, Üsküdar Çinili Cami ve Eminönü Yeni Cami’de olduğu gibi) zeminde rastlanabilen tezyinat zamanla tamamen terk edilmiştir. Harekeler klasik dönemde kısmen ihmal edilmişken, geç dönemde yerli yerince kullanılmış ve tirfil, tırnak, mimli tirfil gibi işaretlerle birlikte mühmel harfler de dengeli bir şekilde yazı zeminine serpiştirilmiştir. Nuruosmaniye Camii kuşak yazısı, kuşak istifinin imkânları açısından zengin ipuçları verebilecek yoğunluğa sahiptir. Tophane Nusretiye Camii’nin M. Râkım Efendi tarafından yazılan kuşak yazılarında celî hattın gelişimi bakımından önemli bir atılımın gerçekleştiği görülmüştür. Daha sonraki hattatlara yol gösterecek mahiyette bir çığır açmış olan bu kuşak yazıları, uzun sürmüş bir estetik serüvenden sonra, XIX. yüzyıl itibarıyla hat sanatının en olgun dönemine girdiğinin göstergesi olmuştur. Kazasker M. İzzet Efendi tarafından yazılan Hırka-i Şerif Camii yazıları da celî yazının bu yüzyılda ulaştığı estetik seviyeyi göstermesi bakımından önemlidir. Aksaray Pertevniyal Valide Camii kuşak yazısı ise Râkım etkisiyle yazılan selâtin camii kuşak yazılarına, harf bünyeleri ve istif düzeni gibi açılardan Râkım mecrâsının kendisinden sonra ulaşacağı seviyeyi arayan denemelere önemli bir örnektir.

Mihrap, üst kat mahfili vb. zaruretler dışında kesintiye uğramayan kuşak yazıları, sözkonusu selâtin camilerinin daha ziyade kıble, doğu ve batı duvarlarında yer almaktadır. Bununla birlikte kubbe eteğinde, filayaklarında (Sultan Ahmed Camii), kubbe kasnağında (Beylerbeyi Hamid-i Evvel Camii), hünkâr mahfilinde (Sultan Ahmed Camii ve Eminönü Yeni Cami) ve son cemaat yerinde (Eminönü Yeni Cami) yer alan kuşak yazıları da vardır

Kalem kalınlıkları 2.5 cm. ile 5 cm. arasında değişen kuşak yazıları, uzunluk, yükseklik ve en bakımından da farklılık arz etmektedir. İstanbul selâtin camileri içinde en uzun kuşak yazısı Nuruosmaniye Camii’ndedir. Fetih Sûresi gibi uzun sayılabilecek bir sûrenin yazılı olduğu bu celî sülüs kuşak yazısının uzunluğu 155 metreye ulaşmaktadır.

Kuşak yazılarında metin olarak büyük çoğunlukla Kur’an-ı Kerim’den sûreler veya âyetler tercih edilmiştir. Bununla birlikte âyetlerden iktibasların yapıldığı duaları içeren (Eminönü Yeni Cami hünkâr mahfili) veya Esmâ-i Hüsnâ’nın yazıldığı (Beylerbeyi Hamid-i Evvel Camii kubbe kasnağı) kuşak yazıları da vardır. Fetih Sûresi (tamamı ya da bazı âyetleri), Mülk Sûresi, Nebe’ Sûresi, Cum’a Sûresi ve âyet el-Kürsî, kuşaklarda en çok karşılaştığımız sûre ve âyetlerdir.

Sonuç olarak; sanat ve kültür tarihimiz açısından endişe verici bazı durumlar bir yana, Osmanlı Medeniyeti’nin seçkin örneklerinden kabul edilen ve günümüze kadar ulaşabilen İstanbul selâtin camilerinin kuşak yazıları, bu camilerin tezyinatındaki en gözalıcı unsurlardan olup hem yazının estetik gelişimi hakkında eşsiz ipuçları sunmakta hem de mimari ile yazıyı anlam bakımından zarif bir biçimde kaynaştırmaktadır. Bu kıymetli mirasın muhafaza edilip ihtiyaç varsa bilinçli bir şekilde onarılarak sonraki kuşaklara sapasağlam devredilmesi, sanata ve tarihe saygının gereği olduğu gibi, geçmişe vefânın da göstergesidir.

KAYNAKÇA

Alparslan, Ali: “Mimari Yapıların Yazı Sanatı Bakımından Önemi”, Boğaziçi Üniversitesi (Beşeri Bilimler) Dergisi, c. IV-V, 1976-1977, s. 1-14.
Alparslan, Ali: Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul, 1999.
Ayvansarayî, Hüseyin vd. : Hadikatü’l-Cevami’, İstanbul, 2001.
Baltacıoğlu, I. Hakkı: Türklerde Yazı Sanatı (Türk Sanat Yazılarının Grafolojisi ve Estetiği Üzerine Sosyo-Psikolojik Deneme), Ankara, 1958.
Derman, M. Uğur: “Hasan Üsküdârî”, DİA, c. XVI, İstanbul, 1997, s. 358.
Derman, M. Uğur: “Râkım’ın Celî Sülüs Kuşaklarına Dair”, IX. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Bildiriler, c. II, Ankara, 1991, s. 47-49.
Günüç, Fevzi: XV-XX. Osmanlı Mimarisinde Celî Sülüs Hattının Uygulama ve Teknikleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya, 1991.
Günüç, Fevzi: “Anadolu-Asya İlişkisi İçerisinde Kuşak Yazı Geleneği”, Sanatta Anadolu-Asya İlişkileri, Prof. Dr. Beyhan Karamağaralı’ya Armağan (6-7 Mart 2003), Ankara, 2006, s. 193-207.
Müstakîmzade, S. Sa’deddin: Tuhfe-i Hattâtîn, (nşr. İbnülemin Mahmud Kemal), İstanbul, 1928.
Öz, Tahsin: İstanbul Camileri, c. I-II, Ankara, 1997.
Rado, Şevket: Türk Hattatları, İstanbul, ts.
Ünal, Sadettin: “Kâbe” maddesi, DİA, c. XXIV, İstanbul, 2001, s. 14-21.
Ünver, A. Süheyl: Hattat Mustafa Râkım Efendi, 50 Sanatsever Serisi 3, İstanbul, 1953.
Yetkin, S. Kemal: Türk Mimarisi, Ankara, 1970.

Valide Atik Camii’nden

Sultanahmet Camii’nden

Yeni Camii’den

Nuruosmaniye Camii’den

Eyüpsultan Camii’nden

Selimiye Camii’nden

Nusretiye Camii’nden

Hırka-i Şerîf Camii’nden

Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii’nden

Yıldız Camii’nden