Nezih Eldem’in Katıldığı, Arkitekt Dergisi’nde Yayımlanan Yarışma
Projeleri

Nezih Eldem’in Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuduğu ve ilk mesleğe atıldığı dönem, 1939 yılında başlayan ve etkisi süren, 2.Dünya Savaşı zamanına rastlamıştır. Bu dönemde, 1940-1950 yılları arasında, ülke gündeminde olan milli mimari eğilimi bütün mimarlık camiasını etkisi altına almıştır. Dışarıdan getirilen birçok yapı malzemesi, savaş koşulları nedeniyle ulaşılamaz hale gelmiş ve pratik olarak yerli malzeme ve yerli işçilikle yapılabilecek geleneksel mimariye dönüş kaçınılmaz olmuştur. Savaş ortamının güçlendirdiği ulusal dayanışma, bir anlamda mimariye de yansımıştır (Sözen, 1996, 65).

Nezih Eldem’in, Güzel Sanatlar Akademisi’nde beraber çalışmalarda bulunduğu Sedad Hakkı Eldem, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde asistanı olduğu Paul Bonatz ve beraber çalıştığı Emin Onat, bu dönemde yetişen diğer genç mimarlar gibi onu da etkilemiş ve benzer anlayış içinde tasarım ve uygulama yapmaya yöneltmiştir. Dönemin önde gelen mimarları, S.H.Eldem, Onat ve Bonatz’ın bu yıllardaki eserleri incelendiğinde, kesme taşın kullanım biçiminde, mimarlık ögelerinin arasındaki oranda, pencere ayrıntılarında, saçaklarda, biçimci bir yaklaşımın egemen olduğu görülmektedir (Sözen, 1996, 69).

Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü ve İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde bu dönemde hâkim olan anlayış, 1951 yılına kadar milli mimari ile anıtsal mimari fikirlerinin benimsenmesine ve uygulanmasına neden olmuştur (Özer, 1964, 71).

Nezih Eldem’in de, Arkitekt dergisinde yayımlanan, mimarlık hayatının ilk dönemlerinde katıldığı yarışma projeleri incelendiğinde, II.Ulusal Mimarlık akımının etkisindeki, anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, taş malzemenin ve sivil mimari ögelerinin özelliklerine, boyutlarına ve oranlarına gönderme yapılan pencere, söve, saçak gibi mimari elemanların kullanıldığı tasarımlar görülmektedir. İnşa etme hevesiyle mezun olduktan hemen sonra, Emin Onat’ın çağrısı ile akademik kariyere başladığını ifade eden Nezih Eldem, bu yarışmaları, mimarlık ve 16 uygulama yapmak için fırsat olarak değerlendirmiştir. Söz konusu yarışmalardan biri olan “Ankara Belediyesi Ticaret Evi Proje Müsabakası” ile Nezih Eldem ilk uygulama deneyimini gerçekleştirmiştir.

 İstanbul Radyo Evi Proje Müsabakası, Mayıs 1945

Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü tarafından, İstanbul’da inşa ettirilecek olan “İstanbul Radyo Evi” için açılan ulusal proje yarışması, 1945 yılında sonuçlanmıştır. Mezun olduktan sonra, Yüksek Mühendis Okulu Mimarlık Bölümü’nde Rölöve ve Serbest Resim derslerini verdiği dönemde, Nezih Eldem bu yarışmaya Sedat Erkoğlu ile beraber katılmıştır. Nezih Eldem-Sedat Erkoğlu grubu, ödül alan diğer projeler gibi, II.Ulusal Mimari anlayışında tasarladıkları projeleriyle, satın alma kazanmışlardır. Yarışmaya katılan 74 proje içerisinden, birincilik ödülünü, Doğan Erginbaş, Ömer Güney, İsmail Utkular grubu, ikincilik ödülünü ise Kemal Ahmet Aru ve Orhan Safa grubu kazanmıştır (Anonim, 1945a, 143).

Nezih Eldem ve Sedat Erkoğlu tarafından hazırlanan projede, kapalı bir dikdörtgenler prizması formunda tasarlanmış kütle, giriş cephesinde beş, arka cephede dört kat olarak yükselmiştir. Cadde cephesinin ortasında yer alan iki kat yüksekliğindeki anıtsal girişin iki yanında, planda ve cephede tam simetri ilkesi ile tasarlanmış olan bu proje, cephede kullanılan dizi pencerelerle, çatı saçağı ile de tasarlandığı dönemin eğilimlerini yansıtmaktadır (Şekil B.1, Şekil B.2).

Gaziantep Ticaret ve Sanayi Odası Proje Müsabakası, Haziran 1945

1945 yılında, Gaziantep Ticaret ve Sanayi Odası tarafından açılan proje yarışması, Türkiye Yüksek Mimarlar birliğince yürütülmüştür. Katılan 23 proje içerisinden yapılan eleme sonucu Nezih Eldem, Ayet Uluboy ve Muammer Erselçuk grubunun projesi birincilik ödülünü kazanmıştır. Nezih Eldem ve grubunun hazırladığı proje, jürinin yorumu ile “Plan çok hususiyetli, tertip, maksat, muhit ve iklime en uygun bir şekilde halledilmiş. Tadili kendi bünyesinde kolaylıkla mümkün, bazı mahzurlara rağmen kuvvetli ve mimari kıymeti haiz bir proje” olduğu için birincilik ödülünü kazanmıştır (Anonim, 1945b, 197).

Mevcut yapılaşma içinde, köşe parsel için tasarlanan yapının, giriş katı, diğer katlara göre yüksek tutulmuş, giriş cephesinde kemerlerle oluşturulan revaktan, binaya ve sadece dışarıya hizmet veren bölümlere giriş sağlanmıştır. Giriş kat üzerine, pencereli iki kat ve penceresiz bir kat olmak üzere toplam üç kattan oluşan yapının, giriş katı gerektiğinde binadan bağımsız olarak kullanılabilecek şekilde tasarlanmıştır.

Bölgenin iklim şartları göz önünde tutularak boyutlandırılan ve 17 şekillenen pencereleri, teras çatısı ve seçilen yapı malzemesi ile tasarlandığı yer için özel şartlar düşünülerek hazırlanan projede, yan parsellerde yer alan binaların çatı hizaları korunmuştur. Komşu yapılarla aynı çatı silmesinin ve kesme taş kaplamasının devam ettirilmesi, biçim ögelerinin tekrar edilmesi ile yapı çevresiyle bütünleşmiştir. Bu şekilde biçimlenen yapının, yeni bir tasarım olduğu anlaşılmamaktadır. Çevresindeki binalarla uyum içinde olan, mevcut yapılardan farklılaşmayan bu projede kullanılan malzemeyle, yarım daire kemerler ve pencere söveleri gibi elemanlarla yerel mimariye göndermeler yapılmıştır (Şekil B.3–Şekil B.5).

Ankara Belediyesi Ticaret Evi Proje Müsabakası, 1947

Ankara Belediyesi tarafından açılan, Ankara’da yapılacak olan, Ticaret Evi proje müsabakasında, Nezih Eldem’in birincilik ödülünü kazanan projesi, aynı zamanda Eldem’in uygulanan ilk projesidir (Anonim, 1947a, 150).

Ankara’da askerliğini yaptığı dönemde11, hafta sonları şantiyesinde kalarak inşaatını kontrol ettiği bu yapı, Nezih Eldem’in 1950 yıllarına kadar katıldığı yarışmalardaki projeleri ile aynı çizgidedir. Cephesinde kullanılan yerel Ankara taşından sade kaplamalarıyla, geleneksel taş yapı ögelerine gönderme yapılan bu tasarımda, yapıldığı dönemin ve S.H.Eldem ile P.Bonatz’ın etkileri görülmektedir (Şekil B.6).

Taş kaplama cepheleri, geniş saçakları, çıkmaları ve bu çıkmaları taşıyan eli böğründeleri ile II.Ulusal Mimari Dönemi’nin özelliklerini taşıyan bir örnektir. Geleneksel yapılarla ilgili olarak, öğrenciliği boyunca S.H.Eldem’le beraber yaptığı çalışmalar sayesinde, oldukça geniş bir bilgi birikimine sahip olan Nezih Eldem, yaptığı ilk tasarımlarında henüz bu bilgileri yorumlayamadığını kendisi söylemiştir (Eldem, 1991, 86).

Bunun yanı sıra Nezih Eldem’in tasarım ilkelerinden olan, çevresine saygı ile yaklaşma, beraber var olmanın bilinciyle hareket etme tavrı, bu projede de kendisini göstermiştir. Bu yapı, Nezih Eldem’in mimarlık kariyerinde çok kısa süren bir dönemin gerçekleşmiş tek örneğidir. Yapı günümüzde Ankara Belediye Başkanlığı olarak kullanılmaktadır (Şekil B.7).

Karaköy’de Büro Binası Proje Müsabakası, Haziran 1947

1920 yılında Mimar Giulio Mongeri tarafından İstanbul Karaköy’de yapılan Karaköy Palas’ın, yanında bulunan 4 katlı kâgir yapının yerine (Şekil B.8), özel bir şirket tarafından yapılması planlanan büro binası için, 1947 yılında açılan proje yarışmasına katılan 25 proje arasında yapılan değerlendirme sonucu, jüri iki projeyi 11 Nezih Eldem, Kasım 1948 ve Aralık 1949 tarihleri arasında askerlik görevini yerine getirmiştir. 18 “diğerlerine nazaran mahallinin taşıdığı mimari hususiyetlere daha uygun” bulduğundan, birinci ve ikinci olarak seçmiştir. Birincilik ödülünü alan proje Nezih Eldem’in projesi, ikincilik ödülünü alan proje Orhan Safa ve Kemal Ahmet Aru grubunun projesidir (Anonim, 1947b, 170-171).

Nezih Eldem, köşe parsel için hazırladığı bu yarışma projesinde, bitişiğinde mevcut olan Karaköy Palas’ın kat yüksekliklerini dikkate almıştır. Giriş kat yüksekliğinin yandaki binayla eşit tutulduğu bu tasarımda, girişinin köşeden sağlandığı mağaza bölümü, zemin katta yer almış ve yüksek tavan sayesinde, bir asma kat planlanarak, buraya idari birimler yerleştirilmiştir. Bunun üzerinde yer alan dört adet ofis katıyla bina, komşu binanın saçak kotunda bitirilmiştir. Cephede, komşu yapı ile aynı hizada ve karakterde silme ve saçak kullanılması, pencere kotlarının devam ettirilmesi ve aynı taş kaplama malzemesinin kullanılmasıyla, iki yapı arasında uyum sağlanmıştır (Şekil B.9, Şekil B.10).

Birincilik ödülünü alan bu proje hakkında, yayımlandığı Arkitekt dergisinde, “dergimizin kanaatleri” başlığıyla şöyle bir eleştiri yazısı çıkmıştır:

Kanaatimize göre birincilik kazanan proje, arsanın çok dar olmasına rağmen inşaat talimatnamelerinin verdiği genişleme imkânlarından faydalanmamıştır. Galata gibi çok kıymetli merkezi bir yerdeki toprak fiatları düşünülürse mal sahibinin zemin kattan itibaren çıkmalar yapmak isteyeceği muhakkaktır. Yine birinci projede taş kaplama olarak düşünülen inşaat sistemi her ne kadar yanındaki Karaköy Palas binası ile mimari bir ahenk yaratmakta ise de; duvarların çok kalın olarak inşa mecburiyeti, bu arsanın tahammülünü aşmaktadır” (Anonim, 1947b, 173).”

Binanın yapılacağı çevreye, özellikle hemen yanındaki Karaköy Palas’a saygıyla yaklaşarak, uyum içinde tasarlanmış ve çevrenin bütünlüğünü bozmayarak şekillenmiş olan Eldem’in projesi, jüri tarafından birincilik ödülünü alsa da, belki de zamanın mimarlık camiası için tek ve belirleyici olan Arkitekt dergisi editörleri tarafından, tamamen arsa değeri düşünülerek ekonomik açıdan yapılan eleştirilerin etkisiyle uygulanmamıştır 12. Jüri tarafından ikinci seçilen ve sunulan perspektiften anlaşıldığı kadarıyla (Şekil B.11), çevresinin gerçeklerini göz ardı ederek, mevcut çevreye uyum gösterme arayışında olmamaktan öte, çevrenin yeni tasarıma uymasını öngören bir yaklaşımla tasarlanmış Safa-Aru grubunun projesi, uygulanmıştır; fakat uygulama sırasında mevcut çevre verileri, komşu yapılar, değişmediği için yarışma projesinde önerilen tasarıma ulaşılamamıştır (Şekil B.12)

Bu konuyla ilgili tartışma, mevcut yapıya nasıl yaklaşılması gerektiği sorunu, hala güncel olduğundan, günümüze kadar gelmiştir. Günkut Akın’ın görüşlerine göre: Nezih Eldem’in perspektifi, cadde mekânını, kentsel mekânı, insanı saran bir mekânı yansıtmasıyla diğerlerinden ayrılmıştır. Cadde karşısındaki aydınlık cepheli yapılarıyla, devinen insanlarıyla bir mekân niteliği kazanmıştır. Nezih Eldem burada, kentsel mekânı iç mekân gibi gören bir anlayışla, kentsel mekân kurgusunu oluşturmuştur. İkinci gelen projenin perspektif çiziminde ise her iki yönde sonsuzluğa giden yapının bulunduğu caddenin karşısı dikkate alınmamış, Karaköy Palas ise tamamen farklı algılanmış, cadde büyük bir otoyol olarak yorumlanmış, mevcuda benzemeyen bir çevre çizilmiştir. Akın’ın yorumuyla: “Oysa neredeyse bütün yapı adasını kaplayan Karaköy Palas’ın 45 metrelik cephesinin yanında, köşesi pahlandığında veya eğrisel olarak dönüldüğünde 10 metre kalan cephesiyle bir yeni ekin uyumdan başka ne şansı olabilir?” (Akın, 2005, 266-267). Bu konuda farklı bir yorum Enis Kortan tarafından yapılmıştır: “Sonuçta jüri, modern, güncel ve çağdaş olanı değil, eskiye benzemeye çalışan bir projeyi birinci seçmişti” (Kortan, 1999, 56).

İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Ekonomi Fakülteleri Ek Binaları Proje Müsabakası, Ekim 1947

İstanbul Üniversitesi tarafından, İstanbul Beyazıt’ta, İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Ekonomi Fakülteleri Merkez Binası olarak kullanılan Eski Harbiye Nezareti Binası arkasına gelen alana, Hukuk ve Ekonomi Fakülteleri için, enstitü ve oditoryumlardan oluşan ek bina yapılması amacıyla, 1947 yılında proje yarışması açılmıştır (Anonim, 1947c, 255).

Yarışmaya katılan Nezih Eldem’in mansiyon ödülü alan projesinde, kat yükseklikleri ve pencere dizileriyle ek yapılacak olan mevcut ana binaya uyum sağlanmıştır. Oluşturulan iç avlularla, kışla formunu hatırlatan bu tasarımda tam simetri ilkesiyle hareket edilmiştir (Şekil B.13-Şekil B.15).

 İstanbul Vakıf İş Hanı Proje Müsabakası, Nisan 1949

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, İstanbul’da Mısır Çarşısı karşısında, Haseki Hamamı arsası ve eski Şemsiyeciler Çarşısı yerine yapılacak olan iş hanı için, 1949 yılında ulusal proje yarışması açılmıştır. Hazırlanan ihtiyaç programına göre yarışmaya katılacak olan projeler için uyulması gereken birtakım şartlar belirlenmiştir. Bu şartlara göre, bina, içinde yer alacağı tarihi çevreyle uyum içerisinde tasarlanmalıdır; cephede taş kaplama kullanılmalıdır, ayrıca bodrum, zemin ve dört kattan oluşacak yapının saçak kotu ve giriş katın yüksekliği belirtilerek, binanın zemin katının iki cephede 5m. geri çekilerek kolonad oluşturulması zorunlu tutulmuştur (Anonim, 1949a, 213-215, 252).

Bu belirleyici şartlar altında hazırlanan yarışma projelerinin birbirine benzemesi kaçınılmazdır. Diğer projeler gibi taş kaplamalı ve simetrik cepheli bir proje ile yarışmaya katılan Nezih Eldem, mansiyon ödülü almıştır (Şekil B.16, Şekil B.17).

 Bursa Süleyman Çelebi Kabri Proje Müsabakası, 1949

Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından, Süleyman Çelebi’nin kabri için açılan proje yarışmasında, Nezih Eldem katıldığı projeyle üçüncülük ödülünü kazanmıştır (Anonim, 1949b, 16). Nezih Eldem’in hazırladığı projede, sekizgen planlı, yükseltilmiş ve içi boşaltılmış, üzeri piramidal olarak örtülmüş olan, mütevazi boyutta anıtsallık taşıyan kabir yapısı, sadeleştirilmiş olarak geleneksel türbe yapılarına paralel tasarlanmıştır. Nezih Eldem’in, yarışma projesi için hazırladığı perspektif çiziminin etkileyiciliği açıktır (Şekil B.18).

Türk Ticaret Bankası İzmir Şube Binası Proje Müsabakası, 1951

Türk Ticaret Bankası’nın İzmir’de yaptıracağı şube binası için, 1951’de açılan yarışmaya katılan 38 proje içinden, Muzaffer Sudalı 13-Nezih Eldem grubunun projesi, jürinin yorumu ile “banka holünde servislerin parçalanarak fonksiyonu bozması, banko tulünün çok az olması, kiralık kasalara inen merdiven yerinin fena intihap edilmesi gibi kusurlarına mukabil iç mimarisinin çok iyi dış mimarinin tatminkâr bulunması bakımından” birinci mansiyonla ödüllendirilmiştir (Anonim, 1952, 18-19).

Eldem’in tasarladığı, bitişik nizamdaki yapıda, banka şubesi olarak kullanılacak giriş katı yüksek tutularak, banka holünün çevresinde bir asma kat oluşturulmuştur. Giriş kat caddeden geri çekilerek kolonad oluşturulmuş, giriş katının üzerinde yer alan üç adet büro katıyla yapı, komşu binaların hizasında bitirilmiştir (Şekil B.19–Şekil B.21).

Yarışmaya katılan bütün projelerdeki modern yaklaşım açıktır. Eldem’in İtalya’ya gitmeden önce, modern anlayışta bir proje tasarladığını görülmektedir. Dönem itibarıyla projelerin üslupları değişmiş, ulusal mimarlık örneklerinin yerini uluslararası üsluptaki tasarımlar almıştır. Savaş yıllarının etkisinin ortadan kalkmasıyla, savaştan sonra mimari yayınlara ulaşılabilirliğin kolaylaşmasıyla, milli mimari akımı da etkinliğini yitirmiştir (Sözen, 1996, 67). 1948 yılında Adalet Sarayı için açılan yarışmada, S.H.Eldem ve E.Onat’ın birinci seçilen, rasyonel nitelikteki projeleri ile II.Ulusal Mimarlık akımındaki çözülme başlamıştır. 1950’lerden itibaren Türk mimarlığı, batıda yaygınlaşan Modern Mimarlık akımının etkisiyle rasyonalist ürünler vermiştir (Hasol, 2003, 52).

1951 yılında gerçekleşen bu yarışmada, daha önceki yıllardan farklı olarak karşılaşılan modern yaklaşım, bu şekilde açıklanabilir. Üslup dönemin etkisiyle değişmiş olsa da, Nezih Eldem’in projesinde, II.Ulusal Mimarlık dönemine özgü tasarım disiplinini yakalamak mümkündür. Uğur Tanyeli bu yarışmaya katılan diğer projelerin, malzeme ve ayrıntı gibi, inşa ile ilgili gerçeklikler göz önünde tutulmayarak, tasarlanmış olduklarını ve çizgisel seviyede kaldıklarını, dönemin Batı dergilerinde sayısız örneği bulunan yatay ve düşey kompozisyonlardan oluşan, ikinci sınıf yapı tasarımlarına öykünerek hazırlandıklarını, buna karşılık Nezih Eldem’in projesinin ayrıntılarına kadar çözülmüş bir arayışı yansıtan, arkitektonik gerçekliğin görüldüğü bir tasarım olduğunu belirtmiştir.

Tanyeli’nin yorumuna göre, çoğunluğun sunduğu, arkitektonik kesinlikten uzak, sadece çizim olarak mevcudiyet gösteren önerilerin yanında Eldem’in tasarımı inşa edilebilir, teknik olarak çözülmüş, gerçek bir yapıdır (Tanyeli, 1991, 95).

“13 Nezih Eldem’in çalışma arkadaşı, çok yakın dostu olan Muzaffer Sudalı’nın yorumuna göre, beraber bir proje hazırlandığında, herhangi bir grup çalışmasında Nezih Eldem projenin tamamını üstlenerek, tasarımı sahiplenme eğilimindedir (Sudalı, 2006).”

İTÜ Fuat Külünk Yüksek Gerilim Laboratuvarı, 1966

Konum: İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu Kampüsü, Gümüşsuyu, İstanbul

İşveren: İstanbul Teknik Üniversitesi

Üniversite bünyesinde yapımına başlanmış olan Yüksek Gerilim Laboratuvarı için, içeride laboratuvar işlevinin gereksinimleri çözülürken, dış kabukta bu işlevle hiçbir bağlantısı olmayan, sahte pencereleri ile büro binası görünümde, dikdörtgenler prizması formunda bir yapı tasarlanmışken Nezih Eldem, bu projeyi üstlenerek değiştirmiş ve bugünkü halini almasını sağlamıştır.

Yapılan Çalışmalar: Projenin içerisinde çözülmesi gereken işlev bir ses laboratuvarıdır; bu mekânda yüksek gerilimde ölçümlerin yapılması istenmektedir ve bu ölçümlerin yapılabilmesi için mekâna radyo dalgalarının girmemesi gibi teknik bir gereklilik mevcuttur. Nezih Eldem’in projeye yaklaşımını, mekânın işlevsel gerekliliklerini yerine getirmek düşüncesi belirlemiştir.

Daha önce hazırlanan ve yapımına başlanan projede, dışarıdan bakıldığında üç katlı bir bina izlenimi uyandıracak şekilde tasarlanan pencereli duvarlarda, duvar bölümlerine her noktası kaynakla birleştirilmiş 10x10luk Faraday kafesi yapılıp üstüne de metal bir aygıt bağlanılması ve tamamen sıvanması, pencere bölümlerinin ise çelik storlarla örtülmesi, bu storların da birbirlerine kaynaklı olarak kablolarla 50m. yerin altına indirilmesi planlanmıştır. Bu projede, deniz kotuna kadar topraklama yapılması gerektiği için, storların ve faraday kafeslerinin 50m. toprak kotunun altına indirilmesi, gerçekleştirilmesi gereken kullanımsal bir zorunluluktur.

Nezih Eldem projenin, sahte cephelerle teknik gerekliliklerinin gizlenerek gerçekleştirilmesine karşı çıkarak, yeni bir proje geliştirmiş ve yapımına başlanmış olan duvarları yıktırarak, binanın meyilli duvarlarının bütünüyle bakırla kaplanmış halini gerçekleştirmiştir (Şekil B.22). Giriş holü, kumanda odası, karanlık oda, çalışma odası, atölye gibi işlevlerin çözüldüğü 3.60m. yüksekliğinde tek katlı kütle ve bu kütlenin çatısını oluşturan teras bölümü, tek hacimden oluşan laboratuvar kütlesinin, güney cephesine konumlanmıştır. 22.40m. yüksekliğinde tek kattan oluşan laboratuvar kütlesi, köşeleri 45 derece kırılmış üstü kesik bir piramit biçimindedir. Bu piramit tabanda en geniş noktalarda, aksiyel olarak 36,20x 27,40m. boyutlarındadır. Bu boyutlar yapının en yüksek noktasında 26,40×18,30m. ölçülerine kadar düşer. Kesik piramit formundaki yapının çatısı ve eğimli gaz beton duvarları tamamen bakır levhalarla kaplanmıştır (Şekil B.23-Şekil B.30).

Cezmi Kınoğlu-Haydar Akın (Dere) Apartmanları, 1970

Konum: Ayşe Sultan Korusu, Bebek, İstanbul

İşveren: Cezmi Kınoğlu

Yapılan Çalışmalar: Boğaz manzaralı eğimli bir arsada Nezih Eldem’in tasarladığı, bir ara sokakla, birbirinden ayrılan ve birbirine bağlanan iki bloktan meydana gelen apartman grubunun dinamik kütlesel şekillenmeleri dikkat çekicidir. İki apartman arasında bulunan yarıkta merdiven işlevi çözülmüştür. Bu merdiven sayesinde her dairenin giriş kapısına, bağımsız olarak doğrudan, dışarıdan ulaşım imkânı sağlanmıştır (Şekil B.31). Koru içinde yer alan bloklar, topografya ile uyumlu bir biçimde boğaz manzarasına yönelmişlerdir. İki blok farklı kotlara oturtulmuştur; bu şekilde katlar arasında sağlanan kot farkı ve bakış açıları düşünülerek belirlenmiş yönelişlerle, komşulukmahremiyet ilişkileri düzenlenmiştir.

Neredeyse bir üçgen formunda olan arsanın eğimi değerlendirilmiştir. Deniz yönünden bakıldığında solda kalan blok, depo katı üzerine, her katta tek daire olmak üzere iki normal kat ve bir dubleks kattan meydana gelmiştir. Katlarda, mekânlar arasında basamaklar oluşturularak, apartman katının kendi içinde kademelenmesi sağlanmıştır. Her katta farklı olan kademelenme, 50cm ile 70 cm arasında değişmektedir. Bu kademelenmelerin cephede okunabilirliği, taşıyıcı sistem olan betonarmenin örtülmeyerek brüt beton halinin korunmasıyla, sağlanmıştır.

Üçüncü ve dördüncü katlar arasına yerleştirilen merdivenle katlar birbirine bağlanmış, dubleks daire olarak çözülmüştür. Dördüncü kat olan, dubleks dairenin üst katı, geri çekilerek önünde kalan alan teras olarak değerlendirilmiştir. Bu son katın çatısı, denizden tepeye doğru yükselecek şekilde, tek yönde eğimli olarak bitirilmiş ve bakırla kaplanmıştır. Terasın betonarme parapeti, bakır çatının formuna benzer biçimde şekillenmiştir. Aynı yaklaşımla tasarlanan ikinci blok, tek daire üzerine iki normal kat ve bir dubleks kattan oluşmaktadır.

Diğer bloktan yaklaşık 3m. kadar yüksekte konumlandırılan bu bloktaki kat içi kademelenmeler daha yüksek tutulmuştur; her katta farklı olan kot farkı birinci katta 170cm.’ye kadar ulaşmıştır. Aynı diğer blok gibi burada da son kat geri çekilerek, teras oluşturulmuş, çatı ve teras parapetleri diğer blokta olduğu gibi gerçekleştirilmiştir. Bu blokta, iki apartmanın ortak kullandığı merdiven kütlesinin üzeri, son kata ait teras olarak değerlendirilmiştir. Toplam altı ayrı aile için tasarlanmış olan bu apartman bloklarında, kullanıcıların görsel ilişkileri düzenlenmiş şekilde, manzaradan faydalanmaları düşünülmüş, apartman içinde özel birer konut oluşturma yaklaşımıyla hareket edilmiştir (Şekil B.32-Şekil B.34).

Katların cepheye yansıyan faklı çıkmaları, farklı boyutlardaki pencereleri ve balkonları ile birbirinden farklı oldukları anlaşılmaktadır. Projede, balkonların değişik boyutlarla üst üste yer alması, kütlede geri çekilmeler ve ileri çıkmalarla kurulan doluluk-boşluk, ışık-gölge etkisiyle kütlesel hareketlilik sağlanmıştır.

Eldem burada, taşıyıcı sistemi oluşturan brüt beton kolon ve kirişleri herhangi bir yolla örtmemiş, brüt beton taşıyıcı sistemin dışarıdan okunabilirliği sağlanmıştır (Şekil B.35-Şekil B.36).

İstanbul Üniversitesi Akademik Merkezi (Atilla Yücel, Melih Kamil ile birlikte, Kısmen Uygulandı), 1977-1980

Konum: Horhor, Saraçhane, İstanbul

İşveren: İstanbul Üniversitesi

Yapılan Çalışmalar: Nezih Eldem, bu tezin 3.6.2 bölümünde yer alan Süleymaniye ve Zeyrek Koruma Planları ve Pilot Proje Önerileri çalışmalarının bir devamı olarak bu proje üzerinde çalışmıştır.

Eldem’in bu bölge için hazırlamış olduğu projeler ve ön çalışmalar sayesinde İstanbul Üniversitesi yönetimiyle yakın ilişkileri olmasının da etkisiyle, kent dışına taşınmasına karar verilen İstanbul Üniversitesi’nin, kent merkezinde yer alması planlanan “akademik merkezi”nin, üniversiteye ait olan ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in İstanbul Üniversite’sine bağışladığı konağın (Şekil B.37) da bulunduğu büyük bir yapı adasında düzenlenmesi projesini, İTÜ Mimarlık Fakültesi döner sermayesi kapsamında Nezih Eldem’in gerçekleştirmesi istenmiştir.

Nezih Eldem’in, yardımcıları Atilla Yücel ve Melih Kamil ile hazırladığı projede, amfiler, toplantı birimleri, senatolar, konaklama üniteleri, çeşitli sosyal aktiviteler için düzenlenmiş mekânlar yer almaktadır. Avan ve uygulama projeleri (Şekil B.38) hazırlanmış olan tasarımın, değişen üniversite yönetimi ve politikasıyla uygulaması tamamlanamamış, sadece günümüzde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü olarak kullanılan tek bir kütlesi inşa edilmiştir.

Gerçekleşen tek kütle, bize bütün projeyi yaşatmasa da, tarihi bir yapıya komşu olarak, tekrar ve taklitlere başvurmadan, çağdaş bir anlayışla, tasarıma yaklaşıldığını göstermektedir (Şekil B.39-B.40).

Bu projede çalışmış olan Atilla Yücel, eski Bizans arkeolojik parkının karşısında bulunan yapı alanında tasarım yapılırken, bu çevresel ögenin de dikkate alındığını bildirmiştir. Projenin tamamı gerçekleşmediği için kurulması planlanan bu ilişkinin, ne şekilde olduğu anlaşılmamaktadır; fakat Yücel bunu, “karşısındaki kazı alanından gelen etkiyle, yapıların bir taç kapı gibi kazı alanına yönlendirilmesi” şeklinde ifade etmiştir (Yücel, 2007).

Yenibosna Belediyesi Yönetim, Kültür ve Ticaret Merkezi Projesi Tasarımı (Atilla Yücel, Melih Kamil ile birlikte), 1977

Yenibosna, henüz İstanbul’un Bakırköy ilçesine bağlı bir çevre yerleşmesi iken, Yenibosna Belediyesi yönetimi, yerleşmenin merkezi kamusal kuruluşlarını, programlı bir gelişmeye bağlamak istemiş ve bu programın proje hizmetlerini İstanbul Teknik Üniversitesi döner sermaye sistemi içinde Mimarlık Fakültesi’ne, Nezih Eldem’e vermiştir. Eldem’in, Atilla Yücel ve Melih Kamil ile beraber hazırladıkları proje, avan proje aşamasında kalmış ve uygulanmamıştır (Şekil B.41- Şekil B.45).

Yerel yönetimin kısıtlı bütçesi sebebiyle, öngörülen, İmar Planı kapsamı içindeki tüm kamusal tesislerin ve kentsel donatım ögelerinin program ve yerleşme kararlarını içeren bir araştırma-planlama çalışması gerçekleştirilememiş ve çalışma, bu tesislerin en önemli bölümünü teşkil eden yönetim, kültür ve ticaret merkezinin ön projesiyle sınırlandırılmıştır. Yine de bu merkezde, ileride yerleşmenin gelişmesine paralel bir büyümenin gerekeceği düşünülmüş ve ön projede ele alınmayan bazı bütünleyici işlevlerin, mekânsal konum ve ilişki esasları belirlenmiştir.

Gelecekte eklenmesi muhtemel yapıların, yakın çevrede mevcut eğitim tesisi ve kamusal kullanım alanlarıyla işlevsel bağıntılar kurarak, gelişmelerinin doğru olacağı özellikle belirtilmiştir. Belediye sorumlularının önerileri, mali koşullar, yerleşmenin zamanla büyümesi ve gereksinimlerinin artması gibi sebeplerle, aşamalı bir yapım sürecinin gerçekleşeceği düşüncesiyle, hem belediye bloğunda hem de kültür, eğlence, ticaret birimlerini barındıran bloklarda, parçalı ve gelişme-büyüme elverişliliği sağlanan bir yapı düzeni önerilmiştir. Bu parçalanma, farklı toplumsal eylemler için elverişli koşullar sağlayan meydancıklar, avlular ve diğer açık mekân düzenleri için de uygun sınırlamalar getirmiştir (Eldem ve diğ., 1977, 82).

Geleceğe yönelik zamanla belirecek ihtiyaçlar göz önünde tutularak, hazırlanan avan proje, gerçekçi plan çözümleriyle uygulanabilir, rasyonel bir tutum sergilemektedir.

Kuşadası Kongre Merkezi Projesi Tasarımı (Atilla Yücel, Melih Kamil ile birlikte), 1978

Kuşadası Belediyesi tarafından, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi döner sermaye sistemi bünyesinde, Nezih Eldem’in bir kongre merkezi projesi hazırlaması istenmiş ve Nezih Eldem yardımcıları, Atilla Yücel ve Melih Kamil ile birlikte avan projeleri hazırlamıştır. Uygulaması gerçekleşmemiş olan bu kompleks hakkında bulunabilinenler sadece, maket fotoğrafları ve bir kesit çizimidir (Şekil B.46-Şekil B.47).

Eldem burada projenin gerçekleşeceği bölgenin coğrafi şartlarını değerlendirerek, bir tepe üzerinde yer alacak kütle çözümü için, topografyaya uyarak, doğal tepe üzerinde yapay bir tepe üretme fikriyle hareket etmiştir (Yücel, 2007).

Elyaflı Çimento A.Ş. Yönetim Merkezi, 1990-1991

Konum: Harbiye, İstanbul

İşveren: Muzaffer Gazioğlu14–Demir Karamancı

Yapılan Çalışmalar: Cumhuriyet Caddesi ile bu caddenin paralelindeki Ölçek Sokak arasında bulunan bitişik nizamdaki arsaya Nezih Eldem’in hazırladığı projede, yönetim merkezi binası, Cumhuriyet Caddesi yönünde, dört katı yer altında olmak üzere toplam on dört kat, arkada Ölçek Sokak yönünde, dört katı yer altında olmak üzere yedi kattan oluşmaktadır. Bina, kat sayıları bahsedildiği gibi farklı olan, iki bölüm halinde tasarlanmıştır.

Ön bölümde giriş katı, asma kat ve birinci kat bağımsız bir banka kullanımı için düşünülmüş, üst katlar ofis katları olarak planlanmıştır. Giriş bölümünün alt katında yine bağımsız olarak kullanılabilecek sergi ve toplantı salonları tasarlanmıştır.

Arka bölüm ise, bodrum katların otopark olarak düşünüldüğü, ön bölümden bağımsız olarak kullanılabilecek dükkânlar, lokanta ve 250 kişilik bir sinema bölümünden oluşmaktadır. Yönetim işlevinin yanı sıra, kent merkezinde yer alan bu yapı için düşünülen, sinema salonu, fuar-sergileme mekânları, toplantı salonu ve kentin bu bölümü için çok önemli olan otopark bölümlerinin çözülmüş olması, yapının sadece bir yönetim merkezi değil, bir tür rekreasyon merkezi olarak düşünülmüş olduğunu göstermektedir (Şekil B.48-Şekil B.51).

Yapının giriş katı ve asma katı, giriş bölümünde kaldırım kotunda geri çekilerek, karşılayıcı bir şekilde biçimlenmiş, banka ve ofis işlevleri cepheye farklı olarak yansıtılmışlardır. İşlevi tamamen kapatan ve farklı işlevleri aynı perde arkasında gizleyen giydirme cephe uygulamalarına karşı olan Eldem, burada alüminyum doğrama kullanmayı tercih etmiştir (Şekil B.52).

Ana girişte yer alan, merdiven, rampa, aydınlatma elemanı, reklâm panosu gibi detaylar, bu proje için özel olarak tasarlanmışlardır (Şekil B.53).

“14 Muzaffer Gazioğlu, Nezih Eldem’in arkadaşıdır. Eldem, bu çalışmanın 3.3.1 bölümünde ele alınan, Yeniköy’deki Gazioğlu’na ait yalıyı da restore etmiştir.

Nezih Eldem bu binayı, gerektiğinde otele dönüştürülebilecek şekilde tasarlamıştır. Demir Karamancı, otel işlevi için ayrıca bir proje çözüldüğünü, binanın istenildiğinde otel olarak kullanılabilecek altyapıya sahip olduğunu ifade etmiştir. Bu konuda gerekli fizibilite çalışmalarını yaptırmış olan Karamancı, binayı yönetim merkezi olarak kullanmayı tercih etmiştir (Karamancı, 2006).

 İstanbul Akvaryumu Projesi Tasarımı

Nezih Eldem, İstanbul’da yapılması planlanan bir inşaatın, resmi yollarla iptal edilmesi üzerine, Ortaköy gibi kentin tarihi ve turistik açıdan en önemli semtlerinden birinde, iptal edilen yapı için açılmış olan temel çukurunda yer alacak bir proje tasarlamıştır.

Eldem’in herhangi bir proje teklifi almadan tasarladığı bu proje, İstanbul Akvaryumu Projesidir15 (Şekil B.54-Şekil B.55). Beşiktaş-Ortaköy semtleri arasındaki sahil yolunda, Çırağan Caddesi’nde, Yıldız Parkı girişindeki Küçük Mecidiye Camisi’nin hemen sonrasından başlayan, Yıldız tepesinden, Boğaziçi kıyısına kadar kesintisiz devam eden, genişçe bir yamaçta, Osmanlı Dönemi’nde, Mimar Sinan tarafından yapılan Yahya Efendi türbesi ve bir tarikat külliyesi yar almaktaydı. Günümüzde Denizcilik Yüksek Okulu’nun bulunduğu sahil ve çevresi, eski tarikat arazisine aittir.

Cumhuriyet’le tekkelerin kapatılması üzerine, 1925 yılından sonra, tevlithane bölümü cami olarak kullanılmaya başlanmış ve günümüze kadar gelmiştir. Bahsedilen bu bölge zaman içinde Denizyolları İşletmelerine tahsis olunmuş, kurum 1960’lı yıllarda buraya büyük bir hastane yapmak üzere harekete geçmiş ve yamacın içi cadde kotuna kadar boşaltılarak, gerisine 20m.yi aşan yükseklikte istinat duvarı örülmüştür.

Bu uygulamanın durdurulması için yapılan çalışmalar, ancak bu eylemler gerçekleştikten sonra sonuca ulaşmış ve inşaat engellenmiştir. Bu aşamadan sonra geriye, şehrin ortasında yüksek istinat duvarının oluşturduğu büyük boyutta bir boşluk kalmıştır. İnşaatın engellenmesinde emeği geçenlerden biri olan Nezih Eldem, bu boşluğu en uygun şekilde şehre kazandırmak, bölgenin tahrip edilen karakterini kurtarmak amacıyla çalışmalara başlamış ve burası için hem işlevsel, hem topografik, hem de mimari açıdan uygun bir çözüm getirdiğini düşündüğü bir proje hazırlamıştır. Nezih Eldem proje konusunu belirlerken “bugünkü istenmeyen durum, acaba zaten yer altında kalması uygun olan hangi işler için uygun hatta kolay, ele geçmeyen bir fırsat olabilirdi?” sorusunun üzerinde durduğunu ifade etmiştir.

Eldem’in, her zaman söylediği gibi, mimarın kendisini sınırlayan sorunların üzerine gitmesi anlayışı ve önemle belirttiği soru sorma metoduyla, sürekli sorular sorarak vardığı sonuç, bu bölge için en uygun işlevin bir “akvaryum” olduğudur. Yabancı ülkelerde örnekleri olan, denizlerin flora ve faunasını tanıtan bir akvaryumun ülkemizde mevcut bulunmaması, böyle bir işlev için gün ışığı değil, kapalı büyük bir alanın gerekmesi ve hali hazırdaki alanın bu ihtiyaçlara cevap vermesi, Eldem’in görüşünü destekleyecek yönde verilerdir. Nezih Eldem, “Osmanlı Dönemi’nde çeşitli bölgelerden getirilen çeşitli ağaçlar, halka tanıtılmak için, Yıldız Sarayı bahçesinde yetiştirilmiştir; denizaltı canlılarının tanınması için aynı bölgede yapılacak olan bir akvaryum ise bölgenin tarihsel sürekliliğini korumada görev alacaktır” düşüncesi ile hazırladığını ifade ettiği projesinde, akvaryumun yanı sıra, gösteri havuzları, sergi alanları, toplantı salonları, boğaz manzarasına sahip kahvehane, lokanta ve bölge için kullanışlı olacak geniş kapasiteli otopark işlevlerini de tasarımına katmıştır.

Eldem’in tasarımında, orijinal halinde olması gerektiği gibi, cadde kotundan üzerinde ağaçları ile bir yamaç oluşturarak yükselen kompleks, manzaraya hâkim bir Boğaziçi konağı olarak algılanmaktadır. Böylece yamacın eski haline getirilerek, çevrenin bütünlüğünün sağlanması, şehrin tarihi ve işlek bir bölgesine, kültürel-rekreatif bir merkez kazandırılması amaçlanmıştır.

Yol kotundaki iki kat yüksekliğindeki giriş işleviyle, caddeye cephe veren tesis, bu giriş kütlesinin üzerinden yamacın tepesine kadar ağaçlandırılmış ve böylece bölgenin doğal yamaç görüntüsü geri kazandırılmıştır. Yamacın tepesinde, eli böğründeleri, kırma çatısı ile tipik bir boğaz yapısı karakterinde tasarlanan iki katlı kütle, manzaraya yönelik işlevleri barındırırken, asıl işlevin tamamen eğim içerisinde kaldığı bir program tasarlanmıştır. Nezih Eldem’in bireysel olarak üzerinde uğraştığı bu proje, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından inşa etme programına alınmışken, bahsedilen arsa Galatasaray Üniversitesi’ne tahsis edilmiştir.

Eldem bu olaydan sonra da, hazırladığı projenin, üniversitelerin desteği ile Oşinografi ve Su Ürünleri Fakültesi için kullanışlı, sergi ve toplantılara elverişli, bilimsel, sosyal bir odak olacağı görüşüyle gerçekleşmesinin uygun bir girişim olacağını düşünse ve bu yolda çaba sarf etse de, proje gerçekleştirilmemiş ve tasarım aşamasında kalmıştır (Eldem, 2001, 96-99).

“15 Nezih Eldem, uzun yıllar boyunca, 10-15 sene kadar, bu bölgeyi proje konusu olarak öğrencileri ile paylaşmış ve çeşitli projeler geliştirmiş, sonunda kendisi bir tasarım yapmıştır (Yücel, 2007). “

Restorasyon Projeleri

Muzaffer Gazioğlu Yalısı Restorasyonu, 1960-1961

Konum: Yeniköy, İstanbul

İşveren: Muzaffer Gazioğlu

Yapılan Çalışmalar: Mimar Vedat Tek’in, amcası Nuri Paşa için yaptığı, 1900 başlarına tarihlenen (Batur, 2003, 276), denizle arasından yol geçmeyen yalının, kullanıcılarının güncel ihtiyaç ve teknik gereksinimlerini sağlayabilmek amacı ile yeniden düzenlenmesi restorasyon projesi, Nezih Eldem tarafından gerçekleştirilmiştir (Şekil B.56).

Yalının restorasyon çalışmaları yapılmadan önceki halini belgeleyen çizim veya resimlere ulaşılamadığından, bu projenin anlatımında, Nezih Eldem’in mevcut yapıya dair betimlemeleri ve eskizleri kaynak olarak kullanılmıştır. Kuzey yönünde komşu yalıyla bitişik yapılmış olan yalı, doğu cephesinde deniz, batı ve güney cephelerinde bahçe ile çevrelenmiştir. Ana yoldan bahçeye ve yalıya giriş kapıları, batı cephesinde yer almaktadır.

Bina ana hatları ile, batı doğu aksında, yani deniz ve bahçe arasında konumlanmış bir sofa ve bu sofanın iki yanında yer alan ikişer oda üzerine kurulmuştur. Kayıkhanenin bulunduğu bodrum kat üzerine, iki katlı olan yapının, bir bölümü üç katlıdır. Katlar arasındaki ulaşımı sağlayan ana merdiven, yalının komşu yapıyla birleştiği, sağır kuzey duvarında konumlanmıştır. Restorasyonu yapılacak olan bu yalının, bir konut işleviyle kullanılacağı ve kullanıcılarının çağdaş ihtiyaçlarının karşılanması gerekliliğinden hareketle, yapıda değişiklikler ve eklemeler yapılmıştır (Şekil B.57, Şekil B.58).

Restorasyondan önce, binaya giriş, sofanın bahçe tarafına yapılmış olan camekânlı giriş ekine ulaşan ve sofaya dik konumda bulunan, batı cephesine bitişik, yedi basamaklı bir merdivenden sağlanmaktadır (Şekil B.59). Bahsedilen camekânlı giriş ekinin, yalı yaşantısının bahçeyle olan ilişkisini kestiği ve girişte bulunması gereken bölümler için yetersiz olduğu düşüncesi ile, giriş bölümü tamamen değiştirilmiştir (Şekil B.60).

Binaya giriş merdiveni, iki farklı hizmeti bir arada ve ayrı ayrı üstlenerek, binanın kuzey duvarına doğru kaydırılmıştır. Yalıya dışardan gelenlerle, yalının içinden çıkıp bahçe ve bodrum kat arasında dolaşanlar için, biçimsel olarak ikiye ayrılan merdivenin, güneyinde yükseltilen duvara, yalının bahçesinde bulunan mevcut çeşme (Şekil B.64) monte edilerek, ufak bir meydancık oluşturulmuştur.

Eldem’in ifadesiyle “farklı eylemlere uygun yönelmeler” sağlamak amacıyla tasarlanan merdiven, dışarıdan yalıya girmek isteyenleri, geniş bölümünün karşılayıcı tavrıyla yalının giriş kapısına yöneltirken, dar ve profilsiz tarafıyla da, bahçeden veya alt kattan doğrudan, hiçbir yere uğramaksızın, sofanın camlı kapısına ulaşılmasının sağlaması düşüncesiyle, kurulmuştur (Şekil B.68). Böylece yalı içi ve bahçe arasında dolaysız bir ilişki sağlanmıştır. Merdivenin yana kaymasıyla orta aksta, ana yaşama alanında, bahçe ve deniz arasındaki bağlantının kesilmesi engellenmiştir. Komşu yalının duvarının, bahçe yönünde daha önde olması, yalıya ek yapılırken kullanılmıştır.

Giriş merdiveni ve komşu yalı duvarı arasında, giriş bölümünde olması gereken vestiyer, wc gibi servis mekânlarını ve güncel ihtiyaçlara cevap verecek bir mutfak bölümünü içeren yeni bir ek yapılmıştır (Şekil B.61-Şekil B.63). Bodrum ve giriş katında kâgir olarak yapılan bu ek, komşu yalı hizasından başlayarak mevcut yapıyla birleştirilmiş ve merdivenle beraber bir saçakla örtülmüştür (Şekil B.65-Şekil B.67).

Eldem’in kendi uygulaması için yaptığı açıklama, gerçekleştirdiği projeyi özetlemektedir:

“Orta mekânı tıkayan eski sağlıksız girişi yana kaydırarak, ana yaşama alanında arka bahçe ve deniz arasında kesintisiz bir bağlantının kurulması, ana girişin, mutfak ve servis mekânlarının gününün koşullarına uygun çözümlerinin sağlanması, yalı-bahçe-alt kat ilişkisine yeni ve doğru yanıtlar getirilmesini hedefleyen bu takı, yaşamsal birlikteliği komşu bina arka çizgi aykırılığını da uzlaştırmaya kadar vardırıyor. 1960 yılında gerçekleştirildiğini de her haliyle ifade ederek” (Eldem, 1992a, 101).”

Mevcut yapının birinci yatak katında sofanın bahçeye açılan cephesi, banyo ile kapatılmış iken, yapılan çalışma sonucunda, mevcut banyo kaldırılmış ve sofa bahçeye üç adet yeni pencere ile açılmıştır. Bodrum kat, değişiklikler yapılmadan önce, hizmetliler, ısıtma merkezi ve kayıkhane için düzenlenmişken, restorasyonla, diğer katlardan bağımsız olarak kullanılabilecek bir yaşam katı olarak değiştirilmiştir. Bodrum katta bulunan deniz üzerindeki terasta oluşturulan ahşap merdivenle, bu teras ve giriş katın sonradan eklenen terası birbirine bağlanmıştır (Şekil B.69).

Binaya eklenen ana giriş merdiveninin, yan duvarına yerleştirilen çeşmenin hemen yanından açılan bir kapı ile bodrum kata bağımsız giriş sağlanmıştır. Bahçenin kuzey köşesinde mevcut bulunan müştemilat binası yenilenmiş; yalının hizmet mekânları bu kütlede çözülmüştür. Burada, bahçe katında garaj, altında ısıtma merkezi, üst katında bağımsız bir konuk evi olarak kullanılabilecek bir bahçe pavyonu oluşturulmuştur.

Bu bina ile yapıya ek olarak yapılan mutfak bölümü arasında, bahçe kotunda kurulan servis koridoru, bahçeden bir duvar ile ayrılmıştır.

16 ay süren çalışmalarda, kullanıma yönelik değişikliklerin yanı sıra, yapının teknik olarak sağlamlaştırılması ve tesisatlarının yenilenmesi işleri de yapılmıştır.

Zaman içinde zarar görmüş ahşap döşemeler, ahşap kirişleme yerine, mevcut duvar içine yerleştirilen putrel dikmeler arasına bağlanan putrel kasnaklar arasına dökülen, betonarme döşemelerle değiştirilmiş, ahşap yalının yangın güvenliği için gerekli önlemler alınarak, yeni elektrik tesisatı kurulmuş ve zamanla tahrip olmuş ahşap elemanlar yenilenmiştir (Şekil B.70, Şekil B.71) (Eldem, 1979a, 26-30)

Asmazlar Konağı Restorasyonu, 1977-1978

Konum: Safranbolu, Kastamonu

İşveren: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu

Yapılan Çalışmalar: Asmazlar Konağı’nın pansiyon olarak kullanılması için gerekli restorasyon projesinin hazırlanmasında, İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü görev almıştır. Enstitüye bağlı olarak, Doğan Kuban, Nezih Eldem, Muzaffer Sudalı, Kani Kuzucular, Nur Fersan ve Engin Özden’den oluşan çalışma grubu, 1977 yılında rölöve, restitüsyon ve restorasyon öneri projelerini hazırlamıştır. 1978 yılında restorasyon uygulama projesi tamamlanmıştır. Geleneksel Safranbolu evlerinden biri olan konak, taş bir alt kat üzerine oturtulmuş ahşap taşıyıcılı kerpiç dolgulu bir yapıdır (Şekil B.72).

Taş olan alt katta, depo, ahır, samanlık, yemek pişirme, çamaşır yıkama gibi işlevler için taş duvarlarla şekillenmiş mekânlar yer almaktadır. Buradaki duvarların ve merdivenlerin zaman içinde değiştiği anlaşılmıştır. Çok işlevli bir hacim olan ve taşlık olarak adlandırılan bu katın üzerinde, simetrik dört oda ve bir sofadan oluşan mekânın, kuzey tarafında selamlık olarak kullanılan havuzlu bir salon bulunmaktadır. Bu salonun üzerinde, haremlik için olması gereken salon mevcut değildir. Orijinalinde oldukça büyük bir bahçeye sahip olan ve yoldan içeride bulunan konak, bahçesinden karayolu geçmesiyle, yol üzerinde kalmış ve konağın bahçesi, ikiye bölünmüştür (Şekil B.73)

Bu mevcut şartlar göz önünde tutularak, konağın pansiyon olarak kullanılması amacıyla hazırlanan restorasyon projesinde, yapının orijinal özellikleri bozulmadan işlevsellik kazanmasına, dış görünümünün özgün haline getirilmesine, geleneksel olarak genellikle düzgün bir plan şeması olmayan bodrum katın, lokanta ve servis işlevlerine karşılık verecek şekilde fakat karakteristik doku ve elemanlarının bozulmadan yeniden düzenlenmesine, zemin ve birinci katların orijinal plan şemasının aynen korunmasına, yapıya sonradan eklendiği anlaşılan fakat özgün mimariyle uyum içinde bulunan karakteristik elemanların korunmasına, yıkılmış olan ikinci kattaki haremlik salonunun, özgün dış görünümü etkilemeden, yeni bir işlevle tekrar yapılmasına karar verilmiştir (Şekil B.74-Şekil B.76).

Konağın, karayolu inşaatı nedeniyle hemen yol kenarında kalmasının getirdiği gürültü, titreşim gibi olumsuz etkenlerden bir ölçüde korunması için, bahçenin yüksek moloz taş duvarlarının yeni sınırda da tekrar edilmesine ve üzerinde yazıt bulunan eski bahçe kapısının sökülerek, yeni yapılacak olan duvara yerleştirilmesine, bu kapının da araç girişi olarak kullanılmasına karar verilmiştir.

Taşlık katında, moloz taş duvarlar, ahşap dikme, kiriş ve payandalar, ocak, yalak gibi karakteristik elemanlar değiştirilmeden, lokanta, mutfak, wc, ısıtma merkezi bölümleri çözülmüştür. 35-40 kişi kapasiteli lokantanın, gerektiğinde konaklama ünitelerinden bağımsız çalışabileceği düşünülerek, üst katlarla ilişkisi kontrol altına alınmıştır.

Birinci katta bulunan havuzlu odada yıkılmış olan duvar sedirleri, tekrar yapılmış, bu oda, kahvaltı ve dinlenme salonu olarak düzenlenmiştir. Birinci ve ikinci kattaki mevcut odalar, aynen korunarak, geleneksel kullanım yaşatılmaya devam edilmiş ve özgün haliyle, otantik gecelemeyi tercih edenlere hizmet etmesi planlanmıştır. Yatakların yalnızca geceleme süresince ortaya çıkartılacak, bunun dışındaki sürelerde mimari ile bütünlük gösteren sedir, dolap, yüklük gibi sabit oda elemanlarının içinde gizlenecek şekilde düzenlenmesine, banyo, wc gibi bölümlerin, seki altındaki gusülhanelerin genişletilmesiyle oluşturulmasına karar verilmiştir.

Kahvaltı ve dinlenme salonu olarak planlanan havuzlu odanın üzerinde olması gereken ve yeniden inşa edilmesine karar verilen bölümün, binanın özgün dış görünümü bozulmadan, klasik otel odalarını içeren bir düzende yapılandırılmasına karar verilmiştir. Yeniden yapılacak olan bu bölümün, betonarme olarak çatıdan zemine kadar yeni kurulan bir strüktür ile taşıtılması, bütünü ile kendi temellerine oturan bir sistem olması tercih edilmiştir. Böylece konak, 22 kişilik geleneksel Türk odaları ve 12 kişilik klasik konaklama odaları ile toplam 34 kişilik bir pansiyon olarak projelendirilmiştir (Kuban ve diğ., 1979, 35-39).

Müze Projeleri

İstanbul’da bulunan iki önemli müzenin mimarı olan ve bir müzenin, kendi başına binadan bağımsız çok boyutlu bir kurgusu olması gerektiğine, inanan Nezih Eldem, müze tasarlanırken öncelikle, nelerin, ne şekilde, nerede, kimlere sergileneceği sorularının cevaplandırılmasının, bu cevaplara göre senaryolar üretilmesinin ve konunun uzmanlarıyla ortak çalışmalar yürütülmesinin önemi üzerinde durmuştur. Eldem’in dile getirdiği müzeografik senaryo, öncelikle müzede sergilenecek objelere göre kurgulanacaktır. Müzede sergilenecek objelere göre tasarım yapılması, müze binasının bu objelere göre kurgulanması gerektiğine inanan Eldem, bu yolla sergilenecek objelerin değişmez olmasını öngörmektedir.

Eldem’in bu konudaki söylemleri, yapılacak uygulamaların bu şekilde objelere bağımlı olması sebebiyle, esnek mekânlardan çok, sergilenecek ögeler için özel biçimlenmiş ve sergileme düzeninin değiştirilmesi düşünülmemiş müze binalarını, işaret etmektedir. Sergilenecek objelere ve müze ziyaretçisinin hangi objeyi, hangi açıdan, ne kadar mesafeden algılayacağına, nerede ne kadar duracağına, nerede dinleneceğine, mimarla beraber konunun uzmanlarının karar vermesi gerektiğine inanan Eldem, müze binası gibi müze ziyaretini de mimarın şekillendirmesi taraftarıdır (Eldem, 1992b, 112).

Eldem’in müze mimarisiyle ilgili, mesleki deneyimlerine dayanarak getirdiği açıklama:

“Bir müze tasarımı bir roman yazmak gibidir. Senaryonun geneldeki ve ayrıntıdaki başarısı müze tasarımının başarısıdır. Anlatılmak istenen olay, verilmek istenen mesaj doğru yerde, açık ve doğru biçimde verilmeli. Her obje gerekli ve yeter bir vurguya sahip olmalı, müze mekânından soyutlanmalı, gerçek yerindeki ışık, konum, rökül koşullarına göre sunulmalıdır. Birbirinin etkisini yok edecek yığılmalardan sakınmaktan, tutumda bazen bir paragrafı başlatmak için, bazen bir etkiyi sürdürmek için yaratılmış suskunluklara varana kadar son derece nicelikleri olan bir anlatım sanatıdır müze mimarlığı. Mimara en çok iş düşen, mimarın ve mimari ögelerin en az ortalarda göründüğü bina türüdür müze binası. Daha doğrusu öyle olması gerekir. Bir yandan anlatımın etkisini hazırlamak bir yandan obje ile baş başa kalındığında en doğru algılama ve bilgilenmenin sağlanacağı konumların, koşulların sağlanması, öte yandan doğru öneriler olarak gerçekleştirilen düzenekleri kurmak son derece önemli bir işbirliğini, bilgilenmeyi şart kılar. Bir başka mesele de insanların vakti ve farklı ilgileridir. Bir müzenin senaryosu ve bütün uzmanların katılımıyla şekillenmiş sergileme düzeni ne kadar başarılı olursa olsun gezen kimselerin kim veya kimler olduğu sorusu aynı anda sorulmuş ve yanıtı alınmış olmalıdır. Çocuktan yetişkine, ancak okuryazarlığı olandan, araştırmacıya kadar farklı kişilerin sunulanı, anlatılanı, algılayabilmeleri sağlanmış olmalıdır” şeklindedir (Eldem, 1993a, 94).

Müze tasarımını roman yazmakla karşılaştıran Eldem’e göre, müzenin bütünlüğü içinde tüm objelerin ve her ayrıntının bir mesajı iletmek için görevlendirilmesi, böylece müzenin temasının rahatça okunabilir hale getirilmesi ve müzeyi gezenlerin etkili mesajı kolaylıkla almaları sağlanmalıdır. Eldem, müzenin mesajının ve bu mesaja götürecek senaryonun oluşturulmasını, tasarımın en önemli aşaması olarak nitelendirmiştir (Eldem, 1994b, 13-14).

Hemen her yeni kurumun yapımı için arsa aranırken müze için mevcut binaların gündeme gelmesinin, müze binalarının, ülkemizde genellikle işlevi ortadan kalktığı için boş kalan ve bedava ele geçirilen yapılar olmasının, müzelerin sorunlarının başlıca sebebi olduğunu düşünen Eldem, bu görüşünü şu şekilde ifade etmiştir:

“Sanki müze herhangi bir planimetrik kurgu içerisinde rahatça yer alabilirmiş gibi. Tersine müze planimetriye, mekânsal kurguya son derece şaşmaz tanımlar getiren affetmez bir konudur. O kadar ki bir bina müze olarak yaratıldı ve inşa edildiyse o bina yine o müze olmaktan başka hiçbir işleve cevap veremez. Bunun bir tek anlamı vardır: O da biz önümüze gelen her binayı müze yapıyorsak, o binadan bir şeyler kaybettiriyor ve birçok eksik ve elverişsizliğe katlanarak kusurlu bir müze elde etmeye razı oluyoruz demektir” (Eldem, 1993a, 90).”

Böylece var olan çeşitli yapıların müze olarak işlevlendirilmesinin, ya kurulacak müze için birçok kusur ve olumsuzlukların baştan göze alınması ya da müze olarak işlevlendirilecek yapının pek çok kalite ve özelliklerinin gözden çıkarılması anlamına geldiğini dile getiren Eldem, böyle bir durumda müze mimarının misyonunun, her iki taraftan da ödün vermeden, hem müzenin mekânsal kaçınılmazlıklarını hem de önerilen binanın sakladığı olanakları ve planimetrik kurgusunun zorladığı sınırları doğru değerlendirmek olması gerektiği görüşündedir (Eldem, 1994b, 13). Bu şekilde gerçekleşen düzenlemelerde, mimar ne kadar özveriyle ve hassas çalışırsa çalışsın, sonuçta en iyi şartlarla, müze etkinliği ve eski binanın kimliği arasındaki hesaplaşma sonucu katlanabilinecek ölçüde bir uzlaşma elde edilebileceğini düşünen Eldem’in bu konudaki yorumu şöyledir: “Müze olarak kullanılması düşünülen bina ile, kurulması istenen müzenin özellik ve elverişlilik kurgularının uzlaştırılabilir olup olmadığını, her ikisini çok ciddi ve ayrıntılı şekilde tanıyarak ve tanımlayarak saptamak gerekir diyorum. Yoksa, ya o bina “ölür”, ya da müze “sakat” doğar” (Eldem, 1992b, 108).

Bir müzenin önemli bir yanının “ne müzesi” olduğu üzerinde duran ve müze mimarının “ne müzesi? Obje olarak nelere sahibiz? Bunlarla neyi anlatmayı, açıklamayı, düşündürmeyi hedefleyebiliriz?” sorularını sorması gerektiğine inanan Eldem, müze konusunda başarılı bir mimarı şöyle tanımlıyor:

“Eğer müzeden çıkanlar ne binası diye soruyorlarsa, binayı görmemişler, binadan hiçbir şey hatırlamıyorlar da sadece objelerin anlattıklarını hatırlıyorlarsa o mimar eli öpülecek bir kişidir. Çünkü, tevazu içinde ortada dolaşmadan, kendini göstermeden her şeyi yönlendirmek mimarın işidir. Ama neyin, ne amaçla, hangi özellikleriyle, kimler için ve nasıl sunulmasının doğru olduğu bir ekibin ortaya koyacağı kılı kırk yaran bir çalışmaya bağlı” (Eldem, 1993a, 93)”

Eldem’in, objelerin sergilenmesi ile ilgili fikirleri şu şekildedir:

“Sergilemede objenin “kendi gerçeği”ni açıklayacak şekilde konumlandırılması gerekir. (Doğru karşılama, doğru yükseklik, doğru açı, doğru ışık…) Başarılması istenen, insanı farklı bir zaman boyutuna taşımaktır. Bu bağlamda, objenin müze mekânı ile bütünleşmesini kesinlikle önlemek ve onun buradaki “eğreti”liğini etkili bir şekilde vurgulamak önem kazanır” (Eldem, 1994b, 14).”

Eski Şark Eserleri Müzesi Yenileştirme ve Düzenleme Projesi,1964-1974

Konum: Gülhane, İstanbul

İşveren: İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü

Yapılan Çalışmalar: 1883 yılında mimar Alexandre Vallaury tarafından, Sanayi-i Nefise Mektebi için Arkeoloji Müzesi ve Çinili Köşk’ün bulunduğu alanda inşa edilen yapı (Şekil B.77, Şekil B.78), 1917 yılında okulun buradan taşınmasıyla çeşitli değişiklikler geçirerek, Eski Şark Eserleri Müzesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yakın Doğu ülkelerinin eski kültürlerine ait eserlerin sergilendiği bu müzenin düzenlenmesi için, zamanın Müzeler Genel Müdürü olan Halil Ethem Bey tarafından, Alman uzman Eckhard Unger davet edilmiştir. 1917-1919 ve 1932-1935 yıllarında Unger, müzenin teşhiri ve düzenlenmesi üzerine çalışmış ve eserler üzerine bir dizi yayın hazırlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında güvenlik sebebiyle boşaltılan müze, savaş sonrasında Osman Sümer tarafından Unger’in ilkelerine göre, tekrar düzenlenmiştir (Şekil B.79).

Yapının zamanla ihtiyaçlara karşılık vermemesi nedeniyle, 1963 yılında, çağdaş müze anlayışına göre bir sergileme sağlanması amacıyla, büyük çaplı bir yenileme çalışması yapılmasına karar verilmiştir. Bu amaçla başvurulan Nezih Eldem, projeyi hiçbir maddi karşılık beklemeksizin kabul etmiştir (Uzunoğlu, Tarihsiz, 8).

Mevcut yapının dış duvarlarını koruyup, iç mekânını müze işlevi için yeniden düzenleyen Nezih Eldem burada yaptığı tasarımda “müze olgusunun yalnızca belirli bir işlevsel programa belirli bir planimetrik çözüm arama olarak görülmesi değil, ama bir senaryonun mekâna dönüşmesi ve böylece mimari mekânın, belirli mesajların okunması için bir ortam olarak kullanılması” düşüncesi ile hareket ettiğini belirtmiştir (Eldem, 1979c, 41).

Arabistan Yarımadası, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu kültürleri kendi içlerinde sınıflandırılarak bölüm bölüm ayrılmış (Şekil B.80), herhangi bir uzmanlığı olmayan müze ziyaretçisinin algılaması düşünülerek, ona göre müze teşhiri düzenlenmiştir. Mevcut yapıda bulunan, konumları değiştirilmesi mümkün olmayan, bazı müze objelerini ve yapı elemanlarını sabit tutarak, Nezih Eldem, müze ile ilgili çalışan arkeologlar ile beraber, müzeyi gezeceklerin algılamasına dayalı bir “müzeografik senaryo” tasarlamış ve bu senaryonun mekâna dönüştürülmesi için çalışmıştır. Bu senaryonun hazırlanabilmesi için, sergilenecek müze objelerinin 1/20 maketleri yapılmıştır.

Bu dolaşım kurgusuna göre, Yakın Doğu, Mısır ve Eski Anadolu Uygarlıkları bölümlerini aralarda duraklamalarla, farklı bölgelere geçerken yapılan yer değişiklikleri ile gezme olanağı sağlanmıştır (Şekil B.81-Şekil B.84).

Yapının Gülhane Parkı’na açılan batı cephesinde, konsol çalışan bir ek yapılmış, Kafeterya-Fuaye olarak tasarlanan bu ek, bölümler arasındaki geçişleri sağlayan ara mekânların en büyüğü olarak yer alırken, manzara açısından da en uygun yerde konumlanmıştır. Tasarlanan bu mekânda verilecek ufak bir moladan sonra, müzenin bir bölümünden iki kez geçmeden, dolaşımın tamamlanması sağlanmıştır (Eldem, 1979c, 39).

Zemin ve birinci kattan oluşan mevcut yapının girişi, yenileme çalışmasından önce, doğu cephesindeki merdivenlerle ulaşılan birinci kattan sağlanmaktadır. Eldem, çeşitli servis mekânları için kullanılması mümkün olan zemin katın, fiziksel şartları nedeni ile müze olarak kullanıma elverişli olmadığını düşündüğünden, giriş, danışma, güvenlik, kontrol, wc gibi hizmet mekânlarını ve dolayısı ile girişi bu kata alarak, birinci katın kısıtlı alanını, daha da daraltmadan, sadece sergileme alanlarına ayırmaya karar vermiştir. Bu kararla Eldem, yapının mevcut giriş merdivenini yıkarak, yürüme kotundan dört basamak aşağıdaki zemin kattan yeni bir giriş düzenlemiştir.

Eldem, yeni giriş için tasarladığı giriş saçağında, mevcut yapının biçimsel ögelerini ve malzeme anlayışını kullanmayarak, tarihi yapıdan faklılaşmayı amaçlamıştır. Kaldırılan merdivenin iki yanında bulunan hitit aslanları, yeni yapılan bu giriş saçağının yükünü taşırcasına yerleştirilmişlerdir (Şekil B.85).

Eldem’in böyle bir değişiklik yapmaktaki amacı, girişi, sergileme için kullanışsız olan zemin kata alarak, hizmet mekânlarını bu katta çözmek, bu yolla serginin üst katta kesintisiz bir bütün halinde, bir senaryo dâhilinde, gezilmesini sağlamaktır. Müze içinde seçilen objeler yerleştirilirken her objenin, orijinalinde, neresi için yapıldıysa, nerede bulunduysa, o pozisyonu göz önünde tutularak, insanların bunu algılayabilecekleri şekilde sunulması ilkesiyle, kararlar verilmiştir.

Nezih Eldem bu müzede; “objenin gözlemciyle zamanca ve mekânca ayrılığını vurgulamak; objenin buradaki eğretiliğini hissettirmek; onun gerçek konumundakine uygun mesafe ve açılarla algılanabilmesini sağlamak; objelerin anlamlı yalnızlık ve birlikteliklerinin yaratılmasına yardımcı olmak; ve bütün bunları “hiç”lerle yapabilmek” düşüncesiyle hareket ettiğini dile getirmiştir (Eldem, 1992b, 112).

Müzenin içi tasarlanırken sergilenen objelerin ön plana çıkması, yapının tamamen bu objelerin algılanmasına hizmet etmesi amacıyla, mimari mekânı oluşturan maddesel ögeler, renk ve dokuları ile aynılaştırılarak mümkün olduğunca silikleştirilmiştir. Ayrıca, sergilenen objelerin müzeden bağımsız birer eleman olduklarını unutturmamak amacıyla, müze yapı elemanları ile objeler arasında, farklı malzeme, yükselti gibi ayırıcı bir eleman kullanılmış ve asıl ilginin sürekli objelerde olması sağlanmaya çalışılmıştır (Eldem, 1979c, 40).

Sergilenen objeler tematik olarak gruplandırılmış ve bu grupların birbirinden ayrılması için, artarda aynı pozisyon ve aynı sergileme metoduyla ele alınmamasına dikkat edilmiştir.

Zeminde düzenlenen düşük kotlu alanların, merkezlerinde oluşturulan yükseltilerin üzerine yerleştirilen müze objeleriyle, müze ziyaretçisinin objeye yaklaşma sınırı, zemindeki kot farkı ve kullanılan farklı malzeme ile çizilmiştir. Objeleri ayırıcı elemanlarla çevirerek sınırları çizmek yerine, Nezih Eldem bu şekilde, izleyici ile obje arasında olması gereken mesafeyi belirlemek ve objenin mekândan bağımsız algılanmasını sağlamak için, mimari çözümler üretmiştir.

Her objenin kendisine ait mekânı tasarlanmıştır; zeminde yükseltiler, çöküntüler, duvarda girintiler, çıkıntılar ve farklı malzemelerle belirlenmiş özel yerlerinde, çatıda düzenlenen ışıklıklar sayesinde yapılan aydınlatmaları ile her bir obje ayrı ayrı ele alınmış ve detaylı inceleme ve hesaplar sonucu müze içinde konumlandırılmışlardır. Küçük objelerin sergilendiği vitrinler, müzenin birer parçası olarak tasarlanan cam korumalı elemanlar olarak düşünülmüştür (Şekil B.86).

Eldem bu müzede uyguladığı sergileme çözümünü şu cümlelerle anlatmıştır:

“Son derece önemli olan objeye okunurluk kazandırmaktır. Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, iç duvarlar ve tavan homojen bir loşluk içinde, aynı renk, tekdüze bir serpme sıva ile gözden silinmiştir. Objelerin oturduğu döşeme kesimi, ziyaretçinin yürüdüğü halı kaplı döşemeden daha düşük kotta oluşturulmuş ve yüzey kaplaması için hem yürünen zeminden, hem de sergilenecek taş objelerden tamamen farklı ve daha zayıf bir malzeme olarak “tuğla” seçilmiştir. Böylece objenin, bugünün ve bu mekânın bir parçası ve bir süsü olmadığı açıkça anlatılmıştır. Ayrıca, değerli olan taş objenin kenarlarının tuğlaya basarak zarar görmemesi için ve geçiciliği, eğretiliği daha güçlü biçimde vurgulanmak üzere araya kaba bir ahşap hatıl, yastık olarak yerleştirilmiştir. Çukur döşemenin biçimlenişi ile insan, objenin boyunca veya çevresinde, ondan gerek ve yeter, doğru bir uzaklıkta tutularak yönlendiriliyor. Böylece sevimsiz kordonlara ve “Dokunmayınız” uyarılarına gerek kalmıyor” (Eldem, 1992b, 113).”

Eski Şark Eserleri Müzesi’ni “en mutlu koşullar, en verimli ve anlamlı işbirliği içinde çalıştığı” işi olarak tanımlayan Eldem, buradaki başarısını, sevdalı ve inanmış kişiler olduğunu belirttiği, zamanın müze konservasyon sorumlusu Edibe Uzunoğlu ve ekibine borçlu olduğunu söylerken, Uzunoğlu da müzeci kişiliğini bulmasında ve meslek heyecanını hiç kaybetmemesinde, Eldem gibi bir mimarla çalışmanın katkısını dile getirmiştir (Eldem, 1991, 89) (Uzunoğlu, 1991, 107).

Eldem’in, tarihi bir yapının güncel ihtiyaçlara cevap vermemesi durumunda gerekli yenilik ve değişikliklerin yapılması yoluyla yaşama katılması ve işlevini sürdürerek hayatına devam etmesi prensibiyle yenilediği ve çeşitli değişiklikler, ekler yaparak düzenlediği Eski Şark Eserleri Müzesi, 2000 yılında yapılan bir tadilatla, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından değiştirilmiştir (Şekil B.87, Şekil B.88). Nezih Eldem, müze yetkilileri ve farklı uzmanlıktaki bilim adamlarının, beraber hazırladıkları müze senaryosuna göre düzenlenen sergileme alanını oluşturmak için mevcut yapının değiştirilen giriş bölümü ve bu bölüme eklenen saçak, Kültür Bakanlığı tarafından “muhdes (sonradan ihdas edilmiş) ek” olarak nitelendirilmiş ve yapının eski fotoğraflarından yola çıkılarak, giriş bölümü eski haline döndürülmüştür. Türkiye’deki çağdaş müzecilik anlayışında tasarlanan ilk örnek kabul edilen müzenin bütün tasarımı, iç mekân kurgusu bu şekilde bozulmuştur.

Başta Nezih Eldem olmak üzere, Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, YTÜ Mimarlık Fakültesi, MSÜ Mimarlık Fakültesi, ICOMOS ve İnsan Yerleşimleri Derneği tarafından yapılan eleştiriler ve yapılan değişikliğin “mimarlık kıyımı” olarak nitelendirilmesi bir işe yaramamış ve Kültür Bakanlığı müzenin girişini ve dolayısı ile müzenin belli bir rotada gezilmesini sağlayan müzeografik senaryosunu tamamen bozarak, mimarın Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nca güvenceye alınmış müelliflik ve telif haklarını çiğnemiştir (Özer, 2000, 25).

Oktay Ekinci’nin yorumuyla, “Eldem’in “mimarca” düzenlemelerinin, “çağdaş müzecilik(!)” adına, Eldem’in tepkilerine aldırılmadan değiştirilmesi, Eldem’e ve mimarlık sanatına yapılan saygısızlığın “resmi belgesi”dir” (Ekinci, 2005).

Askeri Mektep’in Askeri Müze’ye Dönüştürülmesi, 1967-1991

Konum: Harbiye, İstanbul

İşveren: Milli Savunma Bakanlığı

Yapılan Çalışmalar: Harbiye Mektebi Binası’nın restorasyonu ve Askeri Müze olarak kullanılmasına yönelik açılan sınırlı mimari proje yarışması, 1967 yılında sonuçlanmıştır. Sedad Hakkı Eldem, Turgut Cansever, Orhan Şahinler, H.Kemali Söylemezoğlu ve Nezih Eldem’in katıldığı sınırlı proje yarışmasını Nezih Eldem kazanmıştır (Şekil B.89-Şekil B.93).

Daha önce İTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından yayımlanmış olan, “İstanbul Harbiye Mektebi, mektep veya kültür merkezi olmaya elverişlidir, müze olmaya elverişli değildir” raporuna imza atan Nezih Eldem, çağrılı olduğu bu yarışmaya katılma sebebini şöyle anlatmıştır: “Müze olmaya hazır olmayan bu binanın hangi koşullarla müze olabileceğini görmek ve göstermek hem görevim, hem de hakkımdı. Katılmamazlık edemezdim” (Eldem, 1991, 87).

1862 yılında “Mekteb-i Harbiye” olarak inşa edilen mevcut yapı, yüksek bir bodrum üzerinde iki katlıdır ve kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Bu bina ortadaki büyük, yanlardakiler küçük olmak üzere toplam üç orta avlu etrafında gelişmiştir. Binanın dört yönünden gelen kapılar orta avluya açılmaktadır. Tülin Çoruhlu’ya göre, yapının asıl girişi, 1959 yılına kadar, Cumhuriyet Caddesi’ne paralel olan duvarın ortasında bulunmaktadır (Şekil B.94) (Çoruhlu, 1993, 373).

1959 senesinde yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında, Harbiye Mektebi’nin caddeye bakan, bir koridor ve bir dizi odadan oluşan bölümü yıkılmıştır (Şekil B.95). Bu yıkılan bölümün ortasında, ana giriş olarak bahsedilen fakat Eldem’e göre, binaya sonradan eklenmiş olan bir giriş kapısı bulunmaktadır. Eldem, bu giriş kapısından girince herhangi bir hol veya merdivenin olmaması, uzun bir koridorun ortasına çıkılması nedeniyle, bu girişin sonradan eklenmiş olduğunu ve ana giriş olmadığını, binanın asıl girişlerinin, dar olan iki yan cephede olduğunu düşünmüştür (Eldem, 1991, 87).

Bu yapı, 1967-1991 yılları arasında 24 yıl süren çalışmalar sonucunda Askeri Müze olarak kullanıma açılmıştır. Tarihi bir bina olan Harbiye Mektebi’nin mekânsal kurgusunu bozmak istemediğini belirten Nezih Eldem, jürinin en çok bu konuda eleştiride bulunduğunu, mekânsal kurguyu koruma konusunda ısrarlı olmamasını ve daha fazla duvar kaldırmasını tavsiye ettiğini bildirmiştir.

Fakat Nezih Eldem kendi mimari anlayışı doğrultusunda, tarihi yapıyı mümkün olduğunca bozmamaya gayret ettiğini ifade etmiştir (Eldem, 1991, 87). Bu çalışmayla ilgili Eldem’in açıklaması şöyledir:

“Eski Harbiye Mektebinin Askeri Müze olarak düzenlenmesi düşüncesi bence gerek binanın planimetrik kurgusu gerek yeri ve konumu açısından çok uygun değildi. Alternatifi mümkün bütün binaları kaybetmek olabileceği düşüncesi ve yıkılan batı kanadının yenilenmesi sırasında müze olarak küçümsenemeyecek yeni bir şans doğmuş bulunduğu düşüncesi ile bu daveti, yarışmaya katılmayı kabul ettim. Özellikle kuzey kanadında az kusurlu bir yarı ışık ile mevcut strüktür korunabildi. İki başta daha büyük yapı derinliklerinde ise müze sergilemesinden çok kültürel etkinliklere yer verildiği için eski strüktürle fazla bir zıtlaşma doğmadı. Batı kanadı ise klimatizasyona, aydınlatmaya kadar her şeyi ile çağdaş bir müze olarak tekrarlandı” (Eldem, 1993a, 91).”

Yıkım sebebiyle ana caddeye avlusu ile açılmış olan bu yapının, tekrar eski bütünlüğüne kavuşturulması, iç avlunun tekrar avlu olarak kullanılabilmesi için, yıkılan bölümün, tekrar inşa edilmesi gerektiğine inanan Nezih Eldem, projesinde bu bölümü modern bir yapı olarak tasarlamıştır.

Yeniden yapılacak olan bu bölümde, sergileme için elverişli koşulların sağlanabileceğini dile getiren Eldem, binanın bu koparılmış parçasını müze işlevi ile tamamlamış ve bu tamamlama işlemini, mevcut yapıyı taklit etmeden, eski orijinal haline dönmeden, sergileme görevini üstlenecek teknik şartlarda ve eski binaya ek olarak sonradan inşa edildiği fark edilecek bir anlayışla gerçekleştirdiğini belirtmiştir (Şekil B.96).

Otağ Salonu, çadırlar, sancaklar ve kıyafetler seksiyonları gibi müzede sergilenmesi gereken fakat boyutları ve iklimlendirme, aydınlatma gibi sebeplerle özel mekânlar gerektiren bölümlerin, yeni yapılacak tek bölüm olan bu kanatta yer almasına karar veren Nezih Eldem, burada batı yan ışığına, gürültüye, egzoz gazına, yani ana caddeye kapalı cephesiyle, bir müzenin mekânsal ve teknik özelliklerine sahip yeni bir bölüm tasarlamıştır. Yeni yapılan bu bölümün, içerisindeki işleve uygun olarak, şehre yeni bir cephe verdiğini belirten Eldem, bu cepheyi şöyle anlatmıştır: “Batı güneşi, egzoz gazı, gürültü… gibi “istenmeyenler” ile; klimatolojik kontrol, bol duvar yüzeyi, kontrollü tepe ışığı, konuya göre çok farklı mekânsal özelliklerin peş peşe sağlanabilmesi gibi “istenirlikler” bir araya gelince de, batı kanadının içten dışa yansıyan dürüst mimarisi belirleniyordu” (Eldem, 1994b, 13).

Nezih Eldem’in yaptığı ekin ana caddeye verdiği iki yalın çıkmasıyla, sağır cephesi yüzünden aldığı eleştirilere cevabı şu şekilde olmuştur: “Eski Harbiye Mektebi’nin değil, yeni Askeri Müze’nin cephesi. Bugünün uygar dünyasınca benimsenen çağdaş restorasyon ve yenileme anlayışı, böyle bir yapıda temelden çatıya yeni bir eklentide yalancı pencereler yapmayacak kadar dürüst, taklit etmeyecek kadar saygılı davranmamı onaylar” (Eldem, 1991, 87).

Mimarın, müze tasarımı gerçekleştirirken kendisini göstermemesi gerektiğine inanan Eldem, Askeri Müze projesinde bu düşünceyle hareket ettiğini şu cümlelerle anlatmıştır: “Askeri Müzede de, senaryonun ve objenin ortaya çıkması, okunurluğunu sağlamak üzere, mimarinin büyük bir sadelik ve yalınlık içinde “geri çekilmesi” hedeflenmiştir. Betonarme kirişlerin “gri”si, döşemedeki mermerin tekdüze “bej”inden, duvarın “beyaz”ı ile ahşap ince yapı ve ekipman ögelerinin doğal renginden başka bir malzemeye ve renge rastlayamazsınız bütün binada” (Eldem, 1994b, 14).

Askeri Müze’de sergilenecek olan objelerin, sağlıklı bir şekilde tanıtılabilmesi için detaylı çalışmalar yapan Eldem, özel sergileme elemanları tasarlamıştır (Şekil B.97). Eldem burada kullandığı –icat ettiği- sergileme yöntemlerini ve sebeplerini şöyle anlatmıştır:

“Objenin sağlığı gereği, objenin tam bir istirahat halinde olması, daha doğrusu hiçbir gerilim altında bulunmaması gerekir. Kuşkusuz bu istek, objenin doğal konumunda sunulmasını bazen güçleştirir, hatta bazen önler. Örneğin sancaklar: hem kullanım gerçeğinin yansıtılması, hem iki yüzeyin de algılanabilmesi açılarından bir sancak için doğru olan, kuşkusuz gönder üzerinde sergilenmesi idi. Ama bu hemen hemen olanaksızdı. Uygulanan çözüm şöyle oldu: sancak, yatay konumdaki sızdırmaz bir cam korumanın hemen gerisinde, yine bir cam yüzey üzerinde serili. Sancağın genellikle farklı olan öteki yüzü, “ultraviyole ışınları yaymayan ve yanma süresi gerektiği gibi ayarlanabilen ve çalışmasını gözlemcinin başlattığı özel bir ışık sistemi ile aydınlatılıyor. Bu yüz, altta belli bir açı ile yerleştirilmiş, bir aynadan yansıtılarak, ön yüzey görüntüsünün hemen üzerindeki pencerede algılanıyor. Bu arada bir elektronik komuta ve kontrol sistemi aydınlatmadan kaynaklanacak ısıyı gidermek için sessiz bir aspiratörü harekete geçiriyor ve ışıkların kendiliğinden sönmesinden, yeterli bir zaman sonra durduruyor. Böylece bir sancak vitrini, kazandığı boyutlar gereği adeta çelik bir inşaat gibi başlayıp, duyarlı bir elektronik cihaz gibi biten ve hiç de sıradan olmayan özgün bir aygıt olup çıkıyor” (Şekil B.100) (Eldem, 1992b, 113).”

Eldem, Askeri Müze’de çadırların sergilenmesi için geliştirdiği yöntemi şu şekilde dile getirmiştir:

“Otağda söz konusu olan iç mekânın anlatılması idi. Bu mekâna biçim kazandıran yapısal kurgu ise, içteki orta direk ya da direklere oturtulan otağ, konik üst parçasının alt kenarı boyunca dışarıdan gerilmesi ile dengeleniyordu. Otağ ise durumu itibarıyla artık bu ölçüde gerilimlere dayanamazdı. Burada, bu durumda tek çare, gerek kalın ve düz dış çeperin, gerek ona asılı, bezemeli iç yüzey kaplamasının altına, gerilime uğrayıp zarar görmemeleri için, sağlam esnemeyen bir file ve gergi kordonları örgüsü yerleştirildi. Gerilen bu sistem oluyor ve gerilirken otağdan hemen önce onunla aynı formu alıyor ve böylece statik dengeyi sağlayan gerilimler bu taşıyıcı örgü tarafından karşılanıyor. Çadırın dışında, çepeçevre uygulanan germelerin de kısa mesafeler içinde zemine aktarılması gerekiyor. Bu ise, bu amaçla tasarımlanan çelik kafes koloncuklar ve kollarından oluşan bir yardımcı sistemle çözümleniyor. Burada da hedeflenen çadırın yardımcı sistemden ve müze binasından bağımsızlığının, buradaki yerinin eğretiliğinin vurgulanması oldu. Nitekim kendi farklı malzeme özelliklerinin gerekleri, yalın konstrüktif doğrulukları ve otağı ile olanca yabancılıkları içinde yapmacıksız, dürüstçe ve yüreklice biçimlenmeleridir ki, bu sistemin çadırla bütünleşmesini kesinlikle önlemektedir. Önemli olan da budur” (Şekil B.98-Şekil B.99) (Eldem, 1992b, 113)”

Üzerinde detaylıca çalışıldığı belli olan bu sergileme elemanları tasarımının sonuçlarından memnun olan Eldem, “sergileme elemanlarının tasarımında; Koca sancağın hiç zorlanmadığı bir konumda durması, bizim de hiç zorlanmadan arka yüzünü inceleyip yazılarını okuyabilmemiz. Isı ve nem kontrollü, özellikle ışık kontrollü, havalandırmalı ve sızdırmaz şekilde kapalı vitrinler, sonunda hiç de sık rastlanmayan biçim ve çözümlere ulaştırdılar. Bir yandan bir inşaat gibi ağır çelik konstrüksiyonlar, bir yandan sürekli şeffaflık, bir yandan elektriğin, elektroniğin ve mekaniğin katılımı ile bir “sistem”… Oldukça zevkli bir çalışma idi” sözleriyle bu memnuniyetini dile getirmiştir (Eldem, 1991, 89).

Eldem, sergileme elemanlarının tasarımında çalışırken gösterdiği hassasiyeti ve detaycılığı, yapının mimari elemanlarını tasarlarken de göstermiştir; Mehter Salonu’nun, açılan 18m.lik kapısının gerisindeki rampaların meyillerini, avludan salona giren Mehter Takımı’nın, müziğine, ritmine, adım sayılarına göre hesaplayarak, uygulamalı olarak deneyerek boyutlandırmıştır. Kendisi bu salonun tasarımı sırasında 1/1 ölçekte çalışmalar yaptığını belirtmiştir (Eldem, 2004b).

Mehter Salonu’nda sergilenmesi istenen olay, mehter seyir ve dinletisi, aslında halka şeklinde bir açık alan gösterisidir. Sunulan olayın orijinal haliyle sergilenmesi için çalıştığını ifade eden Nezih Eldem, burada gerçekleştirdiği tasarımı şöyle anlatıyor: “Bu salonda tepeden gelen bol güneş ışığı ile, ağaçlıklı derin bir avluya çok geniş bir açıklıkla bağlanan dairesel platform ile, tırmanan rampalarla, çepeçevre ve dik oturma düzeni ile, seçilen tuğla malzemesi ile, ulaşılmaya çalışılan da hep işte bu açık alan gösteri koşullarıdır” (Eldem, 1994b, 14).

Mevcut Tarihi Yapılara Yapılan İlave Projeleri

İTÜ Maden Fakültesi G (Atatürk) Amfisi, 1964

Konum: Maçka, İstanbul

İşveren: İstanbul Teknik Üniversitesi

Yapılan Çalışmalar: Tarihi bir yapı olan İTÜ Maden Fakültesi’nin içinde bulunan konferans salonu için, önceden hazırlanmış ve yapımına başlanmış olan projeyi, Nezih Eldem kötü ve yanlış bularak müdahale etmiş ve ince akustik hesaplarla planlanan yeni bir proje geliştirerek uygulanmasını sağlamıştır (Şekil B.101). Nezih Eldem’in konunun uzmanlarıyla ortak çalışma eğilimi burada da ortaya çıkmıştır. Senfoni orkestrası yöneticilerinden yardım alınarak, salonun gereksinimleri belirlenmiş, orkestra podyumu şekillenmiş, sazların bulunacakları yerler hesaplanarak, akustik düzenlemeler, yerleşmeler planlanmış, akustik levhaların konumları ince hesaplarla ortaya çıkarılmıştır. Tavanda kullanılan akustik elemanların bazılarının araları açık bırakılmış, bazıları kapatılmıştır; bazılarının eğimleri farklıdır, bütün bunlar akustik problemleri çözmek için yapılan detaylı çalışmalardan sonra şekillenmiştir (Sudalı,2006).

Malzeme olarak, döşemede tuğla zemin, tavanda ise ahşap elemanlar tercih edilmiştir. Atatürk Kültür Merkezi yapılmadan önce, önemli konserler bu salonda verilmiştir

İTÜ Mimarlık Fakültesi 109 No’lu Konferans Salonu, 1970’ler

Konum: Taşkışla, İstanbul

İşveren: İstanbul Teknik Üniversitesi

Yapılan Çalışmalar: İTÜ Mimarlık Fakültesi olarak kullanılan Taşkışla binasının giriş katında bulunan amfinin, konferans salonu olarak projelendirilmesinde, Nezih Eldem görev almıştır. Eldem burada, mevcut dış kabuk içerisinde yeni bir mekân oluşturmuştur (Şekil B.102). Bu bölümün alt katında bodrum yoktur. Bunu değerlendiren Nezih Eldem salonu projelendirirken, yapacağı eklerin mevcut salona dokunmadan kendi kendisini taşıyacak şekilde uygulanması amacıyla ve gerekirse her şeyin toparlanıp kaldırılarak, salonun eski haline döndürülebileceği düşüncesi ile hareket ettiğini ifade etmiştir. Merdiven kulesinde bulunan salon, iki katlı olarak tasarlanmış ve bu iki kata, iki ayrı girişle ulaşılmıştır; ana salon mekânına merdivenlerin başlangıç sahanlığından, konsol çalışan balkon bölümüne ise ara merdiven sahanlığından ulaşılacak şekilde tasarım yapılmıştır (Şekil B.103-Şekil B.105).

Bu mekânın bodrum katının olmaması sayesinde salonun döşemesi alçaltılmış ve sağlıklı görüşün sağlanabilmesi için gerekli eğim elde edilmiştir.

Balkon bölümünü tasarlarken Nezih Eldem, salonun şartlarını değerlendirdiğini ve eski bina içine bir ek tasarlamanın getirdiği sorumlulukla hareket ettiğini şu şekilde açıklamıştır: “Mevcut ana merdiven orta sahanlığından girilen 100 kişilik bir balkonu, bina duvarlarını yarmadan ve mevcut pencereleri bölmeden, bir mobilya gibi kendi bağımsız ayakları üzerine oturtma şansım vardı” (Eldem, 1991, 86).

Salona eklenen balkon çanağı ve konsol çalışan balkonu taşıyan kolonların tasarımındaki yaklaşımı Nezih Eldem: “Tanrı bir atın bileğini, bir insanın çene kemiğini nasıl biçimlendirdiyse öyle meydana gelsin istedim bu taşıyıcılar. Ne bir eksik, ne bir fazla…” sözleriyle ifade etmiştir (Eldem, 1991, 86).

Betonarmenin, taşıyacağı yükler ve tepkilerle şekillenmesini isteyen Nezih Eldem, etkiyle tepkinin eşitlendiği forma ulaşmak için mühendislerle beraber çalışmalar yaptığını fakat bu çalışmaların kendisini pek tatmin etmediğini şu sözlerle anlatmıştır: “O kadar alışılmıştı ki mimarın biçim kararı vermesine, sonunda benim sezgilerimle çizdiğim ve onların tahkik ettikleri kesitlerin demirini Yapı İşleri Başkanlığı’ndaki bir memur mühendis hesapladı… Ben bir şeyler kanıtlamak, bir şeyler öğrenmek, en azından denemek istiyordum. Bu fırsatı bulamadığım için üzgünüm. Fakat salonumu seviyorum ve herkes de memnun sonuçtan” (Eldem, 1991, 86).

Yatay, panoramik sinema perdesinin, işi bitince bir yandan kenara kayarken belli bir eksen etrafında dönerek düşey duruma geçebilmesi gibi yapı bünyesine bağlı mimari elemanların hareketlenmesi projelerini tasarlarken, ilgili branşlardan yeterli katkıyı alamadığını belirten Nezih Eldem, bu konularda kendi deyimiyle “yeterince inatçı” olduğu için tasarladığı elemanları gerçekleştirmeyi başarmıştır (Eldem, 1991, 88).

Fakat bu ağır mekanizmalar bir müddet sonra kullanılmaz olmuş ve harcanan emekler sadece, istendiğinde bu gibi elemanların kullanılabileceğini kanıtlamak için verimli olmuştur Eldem, yansıyan seslerle direkt gelen sesler arasında 10m.yi aşmayacak bir fark olması için, tavandaki mevcut betonarme kaset döşemelere vidaladığı heykelsi, delikli alçı panoları ile salonun akustik düzenlemesini gerçekleştirmiştir. Özel olarak tasarlanan konuşmacı kürsüsü, tepegöz, projeksiyon makineleri için düzenlenen kürsüler, piyanonun yer aldığı platform ve bunların her biri için detaylı bir şekilde tasarlanmış olan ışıklandırma düzeni, Eldem’in iç mekânın mobilya, ekipman gibi ögelerine karşı sergilediği detaycı tasarım anlayışının örneğidir.

Yapay ışığın mimari tüm ihtimaller düşünülerek, çeşitli varyasyonlarla kullanılabilecek şekilde planlandığı aydınlatma projesi, Nezih Eldem’in kendi tasarımıdır. Diğer mekanizmalar gibi ışık sistemi de zamanla tam anlamıyla kullanılmaz hale gelmiştir. Zeminde döşeme olarak kullanılan halı, zemindeki tüm yükseltileri, basamakları, oturma elemanlarının yerleştirildiği çıkıntıları, kesintisiz olarak dolaşmaktadır. Bu salon için Eldem’in isteği ile, Yılmaz Zenger’in özel olarak tasarladığı oturma elemanları, buradaki dinleyicilerin çok da rahat olmadan, dikkatli bir şekilde anlatılanları dinleyebilecekleri pozisyonda oturmalarını gerektirecek şekilde biçimlendirilmiştir18 (Zenger, 2007) (Şekil B.106, B.107).

Bu tutum da Eldem’in detaycı düşünce anlayışının bir örneğidir. Zenger teknoloji alanındaki özel ilgisi sayesinde, bu salonda Eldem’in teknolojik olarak kurmak istediği sistemler için de danıştığı kişi olmuştur. Projeksiyon aletleri, 35mm.lik sinema sistemi, özel ses ve ışık sistemlerinin kurulması, bu sistemlerin yansıtıldığı perdelerin konumlanması ve gerektiğinde kendi etrafında dönerek çekilmeleri gibi mekanizmalar için hep bu alanların uzmanlarına danışarak, projesini geliştiren Eldem, Mekân Örgütlenmesi dersini bu salonun bütün özelliklerini kullanarak, öğrencilerine de uygulamalı bir ders anlatırcasına yaşatmıştır.

Artık ilk tasarlandığı zamanki teknik özellikleri tam anlamıyla kullanılmıyor olsa da 1970’li yıllarda fakülteye kazandırılan, ilerici olarak tanımlanabilecek, bir mimarlık fakültesine yakışacak şekilde detaylandırılmış olan, 109 No’lu salonun niteliği, 2000’li yıllarda, simetriğinde yenilenen konferans salonunun sıradanlığı ile karşılaştırıldığında, daha iyi anlaşılacaktır.

“Üniversite bünyesinde gerçekleştirilen bu projenin ve bundan sonra incelenecek diğer projelerin çizimlerine ulaşılamadığı gibi kesin olarak hangi tarihte gerçekleştirildiklerinin bilgisine de ulaşılamamıştır.”

İTÜ Mimarlık Fakültesi Bünyesinde Eldem’in Gerçekleştirdiği Diğer Mekânlar

Konum: Taşkışla, İstanbul

İşveren: İstanbul Teknik Üniversitesi

Mimarlık Fakültesi’nin ilk kurulum aşamasında Emin Onat ile beraber çalışan, Taşkışla’nın Mimarlık Fakülte’sine dönüşmesine tanık olan ve emeği geçen Nezih Eldem, her zaman kendisini fakültesinden sorumlu hissetmiş, Taşkışla’yı sahiplenmiş ve herhangi bir değişiklik, yenilik yapılacağı zaman, bundan haberdar olmak istemiş ve gerektiğinde müdahale etmiştir (Kuban, 2007). Yapılacak değişikliklere kendisi talip olmuş, başarısız projelerin gerçekleşeceği endişesiyle, ilişkilerinin bozulmasını göze alarak, hiçbir şey talep etmeksizin, bazen de zorla, Taşkışla için en iyisi olacağını düşündüğü projeleri hayata geçirmek için çaba sarf etmiştir. Aşağıda Eldem’in Taşkışla’da gerçekleştirdiği projelere örnekler verilecektir.

Çatı Katı Planlaması:

Taşkışla’nın çatı katında uzun kollarda, birbirine paralel iki koridor ve bu koridorların çevresinde bulunan derslik ve odaların olduğu bölümler, zaman içerisinde yenilenmiştir. Öncelikle Taşkışla Caddesi yönünde olan uzun kolu, Nezih Eldem yenilemiştir. Taşkışla binasının giriş yönündeki uzun kanadının çatı katını tamamen yenileyen Nezih Eldem, burada mevcut ahşap çatıyı, çelik taşıyıcılı şekilde planlamış, ayırıcı elemanlar olarak gaz beton tuğlalar kullanmıştır (Şekil B.108).

Uzun bir koridorun bir tarafında küçük dersliklerin, bir tarafında proje atölyelerinin yer aldığı çatı katını, tarihi binada çelikten yeni bir taşıyıcı iskelet kurarak, yenileyen Eldem, burada gaz betonu düşey eleman olarak kullanmıştır. Duvarlarda ve tavanda gaz beton tercih edilmiştir. Ahşap çatı arasını, bu şekilde kâgirleştiren Eldem, çelik taşıyıcı sistemin tasarımını da kendisi yapmıştır. Herhangi bir yolla örtülmeden kullanılan, taşıyıcı çelik strüktür ve gaz beton tuğlalar, mekâna plastik etki kazandırmışlardır.

Düzenlenen proje stüdyolarıyla koridor arasında görsel ilişki, cam malzeme kullanımıyla, kesilmemiştir. Koridorun tavanında da cam tercih edilmiştir. Bu uygulamada, ısı kontrolü yetersiz kalmış, sıcak havalarda, bu mekânların kullanıcıları rahatsızlık duymuşlardır. 1970’li yıllarda gerçekleşen bu yenileme çalışması ve 2000 yılında gerçekleşen deniz yönündeki kolun yenilenmesi uygulaması arasında fark vardır. Avludan Eldem’in değiştirdiği bölüme bakıldığında, burada mevcut olan atölyelere dair hiçbir şey görülemez fakat deniz tarafındaki atölyelere bakıldığında, alüminyum cephe görülmektedir.

Kitaplık:

Günümüzde Süreli Yayınlar Kitaplığı olarak kullanılan bu kitaplık, fonksiyonalist bir yaklaşımla tasarlanmıştır. Tek hacimden oluşan ana kitaplık mekânı, ortada okuma masaları ve masaların çevresinde duvarlar boyunca yerleştirilen kitaplık ünitelerinden oluşmuştur. Kitaplığın yüksek tavanlı hacminde gerçekleştirilen, merdivenle çıkılan balkon-koridorlar, bu bölümde yer alan depo-raflara ulaşmak üzere planlanmıştır. Eldem’in tasarımı olan bu kitaplık çeşitli değişikliklere uğrayarak günümüze gelmiştir (Şekil B.109). Eldem, Taşkışla’da bu kitaplıktan başka bir de İnşaat Fakültesi Kitaplığı uygulaması gerçekleştirmiştir, fakat günümüzde böyle bir kitaplık mevcut değildir.

Kürsüler (Bina Bilgisi III Kürsüsü, Restorasyon Kürsüsü):

Kendi içinde ikişer kattan oluşan kürsü mekânlarında, katları ayıran döşemeleri ve merdivenleri kâgirleştiren Eldem, gerçekleştirdiği bu iç mekân projelerinde, farklı kullanıcıların mekândaki konfor şartlarının ve ses kontrolünün düşünüldüğünü dile getirmiştir (Eldem, 2004a).

213 No’lu Derslik: Taşkışla’nın ikinci katında bulunan bu derslik, özel tasarlanmış panoları, akustik levhaları, tavandaki kaset döşemeler içine yerleştirilmiş akustiği düzenleyici elemanları, duvara sabitlenmiş delikli ses tutucu panoları, oturma düzeni ve kürsüleri ile ışık ve ses kontrolü düşünülerek detaylı bir şekilde projelendirilmiştir (Şekil B.110).

Eldem’in Taşkışla içinde gerçekleştirdiği bu çalışmalarındaki malzeme kullanımı ile ilgili olarak Yücel’in yorumu şöyledir:

“Çelik, mevcut binalar içinde yapılan eklerde, ikincil strüktürlerde kullandığı malzemedir: Taşkışla’daki kitaplık düzenlemeleri, çatı yenileme önerileri bu kullanımın en tipik örneklerini verir. Bu tasarımlarda kullanılan standart profillerin kaynaklı ve perçinli birleşimleri, kullanılan elemanın özgül varlığını koruyan strüktürel ve biçimsel yorumlar içerir: Eşit kollu köşebentler kaynaklı birleşimlerle haçvari kolonlara dönüşür, iki U profil sırt sırta birleşerek bir I kesit oluşturur, bulonlu birleşim noktalarında tüm çelik elemanlar okunaklıdır. Strüktürel elemanlar kaplanmadığı gibi, her bir elemanın bütünü oluşturma biçimi ve kendi özgül geometrisi okunaklılığını korur” (Yücel, 2006, 81).”

Ziraat Bankası Karaköy Şubesi Cephe Düzenleme ve Ek Bina İnşaatı,
1971-1972

Konum: Karaköy, İstanbul

İşveren: T.C.Ziraat Bankası

Yapılan Çalışmalar: Yabancı bir banka binası olarak inşa edilen ve 20.yy başlarına tarihlenen, günümüzde Ziraat Bankası şube binası olarak kullanılan yapının, yanındaki parsele yapılan ek bina tasarımında Nezih Eldem, Muhteşem Giray’la beraber çalışmıştır. Bu projede Eldem, tarihi bir yapının bitişiğinde yapılacak yeni bir binanın ne şekilde biçimlenebileceği sorunu üzerine geliştirdiği görüşlerini uygulayarak göstermiştir (Şekil B.111-Şekil B.113).

Banka yapısında, giriş ve asma kat cephelerinin yatay bantlı taş örgü görünümündeki duvar yüzeyleri, deniz cephesindeki geri çekilme ve diğer iki cephedeki çıkmalarla üst katlardan kopartılmıştır. Her katının pencere yükseklikleri farklı olan yapının hemen bitişiğine eklenen yeni yapıda, tamamen farklı bir pencere düzeni tasarlanmıştır. İç hacimlerin birleştirildiği ana yapı ve ek bina dışarıdan tamamen farklı iki kütle olarak algılanmaktadır.

Eldem tarihi bir yapı ile ilişki içinde tasarım yaparken edindiği ilkelere göre, burada eski yapıdan herhangi bir biçim almadan, cephe elemanlarını tekrar etmeden modern bir yaklaşımla mevcutla bir uyum ilişkisi aramıştır.

Tarihi Bölge Koruma ve Geliştirme Projeleri

Sultanahmet Meydanı Çevresi ve Ayasofya Soğukçeşme Sokağı Koruma ve Geliştirme Projesi Önerisi, İstanbul, 1977-1979

T.C.Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, “Sultanahmet Meydanı Çevresi ve Soğukçeşme Sokağı” yöresi için araştırma ve uygulama projesi hazırlanması amacıyla İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne, Nezih Eldem’e başvurmuştur. Zaman içinde süregelen yanlış yapım anlayışları, bölgenin imalat merkezi halini alması gibi etkenlerden ötürü tarihi alanda ortaya çıkan sorunlar, düzensizlikler sebebiyle böyle bir projeye ihtiyaç duyulmuştur.

Tarihsel ve kültürel açıdan çok önemli olan bu bölgenin, özelliklerinden dolayı turistik merkez haline gelmesiyle beraber, bölgede konaklamaya yönelik tesisler artmıştır. Eldem, bu gelişmelerin göz önünde tutularak, bölgenin tarihsel özellikleri korunarak ve iyileştirilerek, turistik ve kültürel faaliyetlerle yeni işlev kazandırılarak yaşatılması fikri ile tasarıma başlanıldığı ifade etmiştir. Üniversite’de, Nezih Eldem, bu projeden önce bu bölge ile ilgili olarak, mimari proje stüdyoları çerçevesinde öğrencileri ile beraber çalışmalar düzenlemiştir.

Bu projeler vasıtasıyla yapılan araştırmalar, getirilen öneriler, bakış açıları, oluşturulan belgelemeler, hazırlanacak proje için, bir ön çalışma safhası olarak değerlendirilmiştir. Nezih Eldem önderliğinde, Atilla Yücel ve Melih Kamil grubunun üzerinde çalıştığı bu proje ile ilgili olarak yapılan araştırmalar, Soğukçeşme Sokağı ile sınırlı kalmamış, kuzeyde Topkapı Sarayı surları, doğuda demiryolu, güneyde eski Hipodrom Terası, batıda Adliye Sarayı ile çizilen bölge üzerine geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. İşlevsel ve doğal sınırlar, morfolojik özellikler, başka proje alanları gibi değerler göz önüne alınarak bu sınırlar belirlenmiştir. Bahsedilen geniş alan 5 ana bölgeye ayrılmıştır, bu bölgeler:

1- Soğukçeşme Sokağı ve Ayasofya çevresi koruma ve turistik-kültürel kullanımlara yönelik düzenleme alanı.

2- Yerebatan çevresi ve Zeynep Hatun-Alemdar terası alanı: Turizme yönelik kullanımları da içerecek olan, Merkezi İş Alanı ile Sultanahmet bölgesi arasında bir tampon alan.

3- Sultanahmet Meydanı ve yakın çevresi: Meydan sınır ögelerinin tanımlanması, yaya ulaşımı ve açık-kapalı mekân birimlerinin düzenlenmesi, çevreyle etkileşim esaslarının belirlenmesi için ele alınacak merkezi alan.

4-İshak Paşa, Akbıyık-Cankurtaran yöresinde turistik eylemlerin etki alanı içinde kalan iskân bölgesi; özel imar koşulları ve alan içi koruma programları içeren bir sit bütünü.

5-Genel sınırlar dışında kalmakla birlikte aynı tarihsel sitin uzantısı olan ve 1 sayılı program alanıyla yakın işlevsel ilişkileri bulunan Aya İrini-Darphane bölgesi kültür eylemleri alanı.

Bu alt başlıklarda belirtilen bölgelerde, mimari-arkeolojik tespitler, envanter çalışmaları, işlevsel kullanım tespitleri, ulaşım ilişkileri üzerine yapılan araştırmalar doğrultusunda geliştirilen, işlev, koruma, yapılanma, taşıt trafiği ve yayalaştırma önerileri, çalışmanın başlangıcını oluşturmuştur.

Soğukçeşme sokağı, Topkapı Sarayı’nın duvarlarına sırtlarını yaslamış küçük parselli, orta halli, Ayasofya imaretinin sağır duvarlarına bakan ahşap konutların yan yana dizilerek tek taraflı oluşturdukları, iki ucu açık geçit formunda, tipik bir Osmanlı sokağının görüntüsüne sahip mütevazi bir sokakken, zamanla yoksullaşmış, ahşap konutlardan bazıları yerlerini kötü betonarme örneklere bırakmış ve her geçen gün özgünlüğünü kaybeder hale gelmiştir.

Bu sokağın devamında, Ayasofya’nın batısında kalan parseldeki, konut değişimleri çok daha hızlı olmuş, konutlar yerlerini konaklama birimlerine, depolara ve küçük imalathanelere bırakmaya başlamışlardır. Soğukkuyu Medresesi de bu alan içinde bulunmaktadır (Şekil B.114- Şekil B.116).

1977 yılında bölgede durum bu haldeyken başlatılan çalışmalarda, araştırmalar sonucu kesinleşen ihtiyaçlar doğrultusunda, turizme yönelik kullanımlar için öncelik tanınmıştır. Fakat böylesine kültürel zenginlikler içeren bu bölgenin, sadece turistik konaklama için kullanılmasının yetersiz bir yaklaşım olacağı düşünüldüğünden, sokağın bir tarafında bulunan Ayasofya İmareti’nin içindeki, hiçbir işlevle kullanılmayan zengin mekânlara işlev kazandırılarak, buradan sokağa geçişler açılarak sokakta hareketlilik sağlanması, bu alanların yaşatılarak canlandırılması fikriyle projeler geliştirilmiştir.

Buradan hareketle, Ayasofya İmareti ve buradaki diğer ek yapılar, “süreli çağdaş sanat sergileri” tarzındaki işlevlerle, avlu, bahçe gibi açık olan alanlarsa arkeolojik park gibi açık müzeler olarak değerlendirilerek, sokakla aralarındaki kapılar açılarak, kültürel faaliyetlerle, sirkülasyon sağlanması ve sokağın hareketlendirilmesi projesi geliştirilmiştir. Sokağın diğer tarafındaki Topkapı Sarayı duvarlarının gerisinde kalan, Aya İrini ve Darphane ile de benzer bir ilişki kurulması düşünülmüştür. İki duvarda da kapalı olan kapıların açılması ile istenen kültürel hareketliliğe ulaşılması planlanmıştır (Şekil B.117-Şekil B.119)

Topkapı Sarayı duvarına yaslanan eski ahşap evler, gerekli müdahaleler ile aralarına yeni eklemeler de yapılarak, ev tipi ve pansiyon türü küçük konaklama birimleri olarak projelendirilmiştir. Bu birimlerin arasında, lokanta ve kafeterya işleviyle projelendirilmesi planlanan sarnıç ve sarnıca bitişik dükkânlar gibi, ortak kullanıma açık, mekânlar da düşünülmüştür. Bölgede bulunan Soğukkuyu Medresesi ise gençlere yönelik hostel olarak projelendirilmiştir. Medrese çevresinde yapılacak yeni yapılarda ise ev tipinden daha büyük otel işletmeleri planlanmıştır (Şekil B.120).

Tamamen yayalaştırılması düşünülen bu alanda, tipik yol-bahçe-avlu ilişkisine paralel bir örgütlenme ve boyutlandırma düşüncesiyle açık alan düzenlemeleri yapılmıştır. Eldem, yeni yapılacak yapıların, içinde yer alacakları çevrenin tarihsel özelliklerine ve mevcut dokuya uygun bir şekilde, gerek kullanılan malzeme gerek cepheye yansıyan kat kullanımları ve boyutları açısından çevresiyle uyum içinde ve bölgenin sürekliliğini kesmeden var olma anlayışı ile çağdaş yapılar olarak tasarlandıklarını belirtmiştir (Eldem ve diğ., 1979b, 19-23).

1977-78 yılları arasında hazırlanan, Sultanahmet bölgesi üzerine yapılan geniş çaplı araştırma ve Soğukçeşme Sokağı koruma ve geliştirme projesinin onaylanması ve hayata geçirilmesi beklenirken, proje Turizm Bakanlığı ve İstanbul Belediyesi arasında gidip gelmiş ve uygulanamamıştır. Geniş bir çevre için ciddi bir şekilde hazırlanan bu tarihi çevre düzenleme projesi, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun burada harekete geçmesi ile tamamen geçersiz hale gelmiştir. Çelik Gülersoy, yapılan tüm çalışmaları göz ardı ederek, sadece Soğukçeşme Caddesi üzerinde bulunan tarihi konutların ve sarnıç yapısının restorasyonunu 1984-1986 yılları arasında, farklı bir anlayışla gerçekleştirmiştir (Şekil B.121).

Süleymaniye ve Zeyrek Koruma Planları ve Pilot Projeleri Önerisi,
İstanbul, 1980-1984

1979 yılında İstanbul Belediyesi bünyesinde, Kültür Bakanlığı işbirliği, UNESCO ve UNDP desteği ile “İstanbul Tarihi Alanlarını Koruma” projesi çalışmaları başlatılmış, Süleymaniye, Zeyrek mahalleleri ile Kent Surları öncelikli konular olarak saptanmıştır. Uzun yıllar öğrencileri ile Süleymaniye ve Zeyrek bölgelerinde proje araştırmaları gerçekleştiren ve bu alanların korunması hakkında tebliğlerde bulunan Nezih Eldem, İstanbul Belediyesi TASK Bürosu ile birlikte Süleymaniye Koruma ve Sıhhileştirme Projesi üzerinde çalışmıştır (Şekil B.122-Şekil B.124).

İstanbul Belediyesi’nde Dünya Bankası İstanbul Nazım Plan Büro Başkanı olan Turgut Cansever bu çalışmalarda Nezih Eldem’le beraber yer almıştır. “İstanbul’un kentsel gelişiminin tarihi çevre içerisinde nasıl olması gerektiği, o çevre korunarak nasıl yerleşileceği” konuları üzerinde çalıştıklarını belirten Cansever, yapılan çalışmaları şöyle anlatıyor:

“Benim anlattıklarımın belgesi yoktu. Ama Nezih’in elinde, yapılmış akademik çalışmalar vardı. Nezih’le birlikte, Avrupa Konseyi’nin düzenlediği koruma amaçlı bir konferansa davet edildik. O noktadan sonra Avrupa’da gündemde olan korumacılık konusunu Türkiye’de nasıl harekete geçiririz üzerine Nezih’le birlikte hazırlık yaptık. Nezih öğrencilerinin Süleymaniye ve Zeyrek için yaptığı çalışmaları derledi. 16 Ekim 1977’de Nezih’in öğrenci çalışmaları ve benim Belediye’de yaptırdığım çalışmaları kapsayan bir sergi hazırlayıp gönderdik; toplantı salonunun giriş holünde sergilendi. Avrupa Konseyi oybirliğiyle, İstanbul’un tarihinin korunması için uluslararası bir kampanya başlattı” (Özel, 2005, 51).”

1977 yılında, İstanbul’un en iyi korunmuş ahşap konut gruplarının ve tipik sokak görünümlerinin yer aldığı Süleymaniye Mahallesi “Tarihi Sit Alanı” kabul edilmiştir. Konut, mektep, mescit, tekke, yatır, kahve gibi mekânları ile İstanbul kent biriminin tipik mekânsal kurgusunun mevcut olduğu Süleymaniye’de Bizans ve Osmanlı anıtsal yapıları da bir arada bulunmaktadır. Buradaki sokak yapısı, ahşap konutlar “insanlık için özgün ve ender örnekler…” olarak kabul edilmiş ve koruma çalışmalarına başlanmıştır.

İstanbul Belediyesi bünyesinde kurulan büroda, yerli ve yabancı uzmanların katılımıyla, bölgenin fiziksel ve toplumsal çevre verilerinin saptanması, plan ve stratejilerin oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucu, bölgedeki bazı yapıların da sahibi olan İstanbul Üniversitesi merkez binalarına, Fen-Edebiyat Fakültelerine yürüme mesafesinde olan alanların, öğrenciler ve öğretim görevlileri için konaklama mekânlarını ve kültürel faaliyetleri içeren bir bölge olarak sıhhileştirilmesi yönünde kararlar alınmıştır. Bu bölge bir yaya bölgesidir ve araç girmemelidir, bu yüzden bölgede ancak öğrencilerin rahatlıkla yerleşebileceği düşünülmüştür. Bu görüşten hareketle, Süleymaniye bölgesinin kültür etkinliklerine ve öğrenci konaklamalarına tahsis edilmesi fikriyle tasarım yapılmıştır.

Bu amaçla özelliklerini korumuş mevcut yapıların, yeniden kullanılarak yaşama katılması için restore edilmesi, yıkılması gereken yapıların yerine yeni yapılacak modern yapıların, bölgenin tarihsel kimliğini bozmadan, çevreye uyumlu şekilde tasarlanması kararları alınmıştır. Bu kararlar çerçevesinde yapılar, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Nezih Eldem’in yöneticiliğinde projelendirilmiştir. Tek tek rölöveleri alınarak incelenen ahşap evlere gerektiğinde yapılan takılar ve boşluklarda yeniden inşa edilen yapılar, öğrenci pansiyonları ve çeşitli işlevlerle projelendirilmiştir. Bu yapılar, İstanbul evinin bahçe, sofa ve sokak ilişkileri içinde, çağdaş gereksinimleri belli standartlarda sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. Tasarlanan 20-30 öğrencilik yurt birimlerinin bazılarında bir ailenin bakım ve sorumluluğunda öğrencilerin yönettiği bağımsız ünitelerde bir ev ve aile ortamı kurulmak istenmiştir.

Bu şekilde klasik yurt yapılarındaki yabancılaşmaya karşın, bir aile düzeni içinde kurgulanan mutlu bir çevrede yaşayacak olan öğrencinin psikolojisi de göz önünde tutulmuştur. KentÜniversite ilişkilerinin, kentin tüm kültürel ve fiziksel olanaklarının üniversiteyi ve üniversitenin de tüm etkinliği ile kent yaşantısını desteklemesinin yararı ve kaçınılmazlığı düşüncesi, Süleymaniye bölgesinin bir üniversite-öğrenci-kültür ortamı olarak sıhhileştirilmesi projesini, desteklemektedir.

Süleymaniye için hazırlanan, UNESCO tarafından desteklenen ve finansmanının uluslararası kuruluşlarca sağlanması hedeflenen, geniş kapsamlı koruma ve sıhhileştirme projelerinin, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan tarafından, reddedilmesiyle uygulama gerçekleşmemiştir.

Oktay Ekinci, Eldem’in bu projede gösterdiği tavrı şöyle dile getirmiştir: “Kültür mirasının korunması” dışında hiçbir beklentisi olmadan, yıllarını Süleymaniye’deki sivil mimari dokuyu kurtarmaya adaması “destansı”dır… 1980’lerden bu yana hemen tüm yerel yönetimlerin, Eldem’in Süleymaniye için ürettiği ve karşılığında sadece içten bir “teşekkür” beklediği projelerini “arşiv”lerinde bekletmeleri de “vefasız”lıktır…” (Ekinci, 2005).

Eyüp Merkezi Alan Düzenlemesi (Kısmen Uygulandı ve Çalışmalar
Devam Ediyor), 1986-2005

Konum: Eyüp Sultan, İstanbul

İşveren: Eyüp İlçe Belediyesi

Yapılan Çalışmalar: Eyüp İlçe Belediyesi Araştırma Planlama ve Koordinasyon Müdürlüğü’nün sorumluluğundaki Eyüp’e ait ana yerleşim kararlarının tespit edilmesi çalışmaları, İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin gönüllü katılımıyla yürütülmüştür. 1986 yılından itibaren, Nezih Eldem’in İTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki öğrencileri ve Eyüp Belediyesi ile beraber yürüttüğü çalışmalar, 1993 yılına kadar sadece proje aşamasında kalmış, bu tarihten itibaren uygulamalara başlanmış ve bu uygulamalar, Eldem’in vefatına kadar devam etmiştir. Nezih Eldem’in hiçbir maddi karşılık beklemeksizin, son yıllarında tüm enerjisiyle yürüttüğü gönüllü çalışmalarıyla hazırladığı projelerin, ölümünden sonra da gerçekleştirilmesi için çalışmalar devam etmektedir (Şekil B.125-Şekil B.128).

Eldem, Eyüp için gerçekleştirdiği projelerinde, Eyüp’ün tarihi öneminin, layık olduğu duyarlılıkla ele alınarak tanıtılması, koruma ve kullanım kararlarının gerçekleştirilmesi prensibiyle, geçmişin, geleneksel yaşamından, kültüründen, günümüze ulaşan mimari, yapısal ve sosyal özelliklerinin izlerini, parçalarını veya bütününü, çağdaş ölçülerle değerlendirerek gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak ilkesi ile hareket ettiğini belirtmiştir. Yapılan çalışmalarda ana yerleşim planları ele alınarak, projeler, gerçek yaşamsal senaryolara dayanılarak, kentsel mekân ve tek tek binalar boyutunda geliştirilmiştir (Eldem, 1998, 52).

Eldem son yıllarında, belediyede çalışanlar gibi mesai saatleri boyunca, burada projeler üretmiştir. Eski bir Eyüplü olan Nezih Eldem, Eyüp Sultan’ı ufalanmışlıktan ve ihmal edilmişlikten kurtarmak amacıyla ana prensipler çerçevesinde bütün bölgeyi projelendirmiştir. Eldem’in burada belirlediği ana prensip, dini açıdan kutsal olan ve sürekli ziyaretçi alan Eyüp Camisi ve yakın çevresinin, günlük kullanıcı ihtiyaçlarına hizmet veren bölümlerden ayrılması ve bu bölgenin tamamen yayalaştırılması olmuştur. İbadet bölümünün sessizliğe kavuşması, gündelik yaşam ihtiyaçlarının getirdiği yoğunluktan arındırılması için bölgenin yayalaştırılması planlanmıştır.

1957 yılında Rami-Eyüp arasında hatalı olarak düzenlenen geniş bulvar, Eyüp Sultan Camisi meydanına kadar ulaşacak şekilde yapılmış ve bu ulaşım, tarihi Eyüp bölgesi için oldukça tahrip edici olmuştur. Planlama çalışmalarında, bu bulvar mümkün olduğunca Eyüp’ten geri itilmiştir. Cami ile yol arasında kalarak kazanılan alanda “Arasta” adı verilen ve Eyüp Sultan’ın terminal noktası olarak düşünülen bir çarşı alanı planlanarak bölge araç trafiğine kapatılmıştır.

Böylece oluşturulan ana meydana takılı yeni meydanla, yiyip içme, tuvalet, alışveriş gibi hizmetlerin sunulduğu alan, kutsal ana meydandan uzaklaştırılmıştır. Arasta olarak adlandırılan bu yapı grubu, su ve temizlikle, tuvaletle ilgili her türlü ihtiyaca cevap verirken, haberleşme, emanet, bagaj bölümleri, kreş ve banka mekânlarını da kapsamaktadır. Arastadan yol altındaki yaya alt geçidine ve yol kotundan aşağıda planlanan otoparka geçilebilmektedir. Zemin üstünde 2.5-3 katta tamamlanan “Gündüz Oteli” hizmetlerini de verecek, geniş fonksiyonlu bir yapılaşma grubu planlanmıştır.

Eyüp’te bir kısmı uygulanmış olan ve uygulanması için sırada bekleyen başlıca projeler şunlardır: Hükümet Konağı ve Meydanı, Spor Merkezi, Yeraltı Çarşısı, Eyüp Hamamı, Arasta Kasrı, Kurban Kesim Yeri ve burada kurulan katlı otoparkın hemen yanından Pierre Loti tepesine çıkan Teleferik projesi, Kürek ve Su Sporları Tesisleri, Müzisyenler Kahvesi, Müzik Pavyonu, Sosyal Hizmet Alanı, Temaşa Sanatları Merkezi, Oyuncakçılar Çarşısı, Nikâh-Sünnet Salonu ve Katlı Otopark, Sirk ve Çocuk Eğlence Merkezi, Eyüp Belediye Başkanlığı, Amcazade Korusu.

Bütün Eyüp bölgesi için hazırlanan bu tasarımlardan, Arasta, Kurban Kesim Yeri ve burada kurulan katlı otoparkın hemen yanından Pierre Loti tepesine çıkan Teleferik projesi ve yayalaştırma projeleri günümüzde gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu projelerin dışında, sokak kaplamaları ve aydınlatmaları, mezarlıklar ve istinat duvarları restorasyonları gerçekleştirilmiştir. Düzenleme alanı içerisinde yer alan, zamanla asfaltlanarak yükselen sokaklar yüzünden yol kotundan aşağıda kalan yapıların, su baskınlarına maruz kalarak zarar görmeleri nedeniyle, yayalaştırılan sokak ve meydanlar tretuarsız, ortaya meyil veren kesitte, granit taş kaplama, arnavut kaldırımı ile kaplanmıştır (Yalçın, 2003, 394).

İmaretin arkasında, yol kotunun altında gerçekleşen kesimhanenin hemen yanında yapılan kat otoparkı sayesinde, buraya kadar araçlarıyla gelen ziyaretçilerin arabalarını otoparka bırakarak, tepeye buradan teleferikle çıkmaları düşünülmüş ve buraya teleferik durağı yapılmıştır. Eldem’in tasarladığı teleferik projesi gerçekleştirilmiştir fakat aşağıda bulunan teleferik durağında Eldem’in tasarımı uygulanırken, tepedeki durakta uygulayıcı firmanın tasarımı yapılmıştır. Arastanın karşısındaki küçük dükkânlar, yapılan çalışmalar sonunda ortak mülkiyetle birleştirilmiştir. Günümüzde bu yapı, simit sarayı olarak kullanılmaktadır.

Oyuncakçılar çarşısı ve karşısında planlanan otel grubunun tüm uygulama çizimleri hazırlanmış, belediyenin proje kurulunda onay için beklemektedir. Yüzme havuzu, buz pateni, bowling salonu gibi bölge için yeni olan aktiviteleri içeren Spor Merkezi projesinin uygulama projesi onaylanmış ihaleye çıkartılması beklenmektedir.

Eldem’in bu bölgede gerçekleşen projelerinden biri de, Belediye binasının yanında bulunan eski Askeri Dikimevi binasının yeniden yapılarak müze binası haline getirilmesidir. Eldem’in vefatından sonra, Eyüp Belediyesi tarafından bu müzenin, “Eyüp Belediyesi Nezih Eldem Şehir Müzesi” olarak düzenlenmesine karar verilmiş. Müzenin adı bahsedilen şekilde yerini almış fakat henüz müze işlevlendirilerek ziyarete açılmamıştır.