Askeri Mektep’in Askeri Müze’ye Dönüştürülmesi, 1967-1991
Konum: Harbiye, İstanbul
İşveren: Milli Savunma Bakanlığı
Yapılan Çalışmalar: Harbiye Mektebi Binası’nın restorasyonu ve Askeri Müze olarak kullanılmasına yönelik açılan sınırlı mimari proje yarışması, 1967 yılında sonuçlanmıştır. Sedad Hakkı Eldem, Turgut Cansever, Orhan Şahinler, H.Kemali Söylemezoğlu ve Nezih Eldem’in katıldığı sınırlı proje yarışmasını Nezih Eldem kazanmıştır.
Daha önce İTÜ Mimarlık Fakültesi tarafından yayımlanmış olan, “İstanbul Harbiye Mektebi, mektep veya kültür merkezi olmaya elverişlidir, müze olmaya elverişli değildir” raporuna imza atan Nezih Eldem, çağrılı olduğu bu yarışmaya katılma sebebini şöyle anlatmıştır: “Müze olmaya hazır olmayan bu binanın hangi koşullarla müze olabileceğini görmek ve göstermek hem görevim, hem de hakkımdı. Katılmamazlık edemezdim” (Eldem, 1991, 87).
1862 yılında “Mekteb-i Harbiye” olarak inşa edilen mevcut yapı, yüksek bir bodrum üzerinde iki katlıdır ve kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Bu bina ortadaki büyük, yanlardakiler küçük olmak üzere toplam üç orta avlu etrafında gelişmiştir. Binanın dört yönünden gelen kapılar orta avluya açılmaktadır. Tülin Çoruhlu’ya göre, yapının asıl girişi, 1959 yılına kadar, Cumhuriyet Caddesi’ne paralel olan duvarın ortasında bulunmaktadır. (Çoruhlu, 1993, 373).
1959 senesinde yapılan yol genişletme çalışmaları sırasında, Harbiye Mektebi’nin caddeye bakan, bir koridor ve bir dizi odadan oluşan bölümü yıkılmıştır. Bu yıkılan bölümün ortasında, ana giriş olarak bahsedilen fakat Eldem’e göre, binaya sonradan eklenmiş olan bir giriş kapısı bulunmaktadır. Eldem, bu giriş kapısından girince herhangi bir hol veya merdivenin olmaması, uzun bir koridorun ortasına çıkılması nedeniyle, bu girişin sonradan eklenmiş olduğunu ve ana giriş olmadığını, binanın asıl girişlerinin, dar olan iki yan cephede olduğunu düşünmüştür (Eldem, 1991, 87).
Bu yapı, 1967-1991 yılları arasında 24 yıl süren çalışmalar sonucunda Askeri Müze olarak kullanıma açılmıştır. Tarihi bir bina olan Harbiye Mektebi’nin mekânsal kurgusunu bozmak istemediğini belirten Nezih Eldem, jürinin en çok bu konuda eleştiride bulunduğunu, mekânsal kurguyu koruma konusunda ısrarlı olmamasını ve daha fazla duvar kaldırmasını tavsiye ettiğini bildirmiştir.
Fakat Nezih Eldem kendi mimari anlayışı doğrultusunda, tarihi yapıyı mümkün olduğunca bozmamaya gayret ettiğini ifade etmiştir (Eldem, 1991, 87). Bu çalışmayla ilgili Eldem’in açıklaması şöyledir:
“Eski Harbiye Mektebinin Askeri Müze olarak düzenlenmesi düşüncesi bence gerek binanın planimetrik kurgusu gerek yeri ve konumu açısından çok uygun değildi. Alternatifi mümkün bütün binaları kaybetmek olabileceği düşüncesi ve yıkılan batı kanadının yenilenmesi sırasında müze olarak küçümsenemeyecek yeni bir şans doğmuş bulunduğu düşüncesi ile bu daveti, yarışmaya katılmayı kabul ettim. Özellikle kuzey kanadında az kusurlu bir yarı ışık ile mevcut strüktür korunabildi. İki başta daha büyük yapı derinliklerinde ise müze sergilemesinden çok kültürel etkinliklere yer verildiği için eski strüktürle fazla bir zıtlaşma doğmadı. Batı kanadı ise klimatizasyona, aydınlatmaya kadar her şeyi ile çağdaş bir müze olarak tekrarlandı” (Eldem, 1993a, 91).”
Yıkım sebebiyle ana caddeye avlusu ile açılmış olan bu yapının, tekrar eski bütünlüğüne kavuşturulması, iç avlunun tekrar avlu olarak kullanılabilmesi için, yıkılan bölümün, tekrar inşa edilmesi gerektiğine inanan Nezih Eldem, projesinde bu bölümü modern bir yapı olarak tasarlamıştır.
Yeniden yapılacak olan bu bölümde, sergileme için elverişli koşulların sağlanabileceğini dile getiren Eldem, binanın bu koparılmış parçasını müze işlevi ile tamamlamış ve bu tamamlama işlemini, mevcut yapıyı taklit etmeden, eski orijinal haline dönmeden, sergileme görevini üstlenecek teknik şartlarda ve eski binaya ek olarak sonradan inşa edildiği fark edilecek bir anlayışla gerçekleştirdiğini belirtmiştir.
Otağ Salonu, çadırlar, sancaklar ve kıyafetler seksiyonları gibi müzede sergilenmesi gereken fakat boyutları ve iklimlendirme, aydınlatma gibi sebeplerle özel mekânlar gerektiren bölümlerin, yeni yapılacak tek bölüm olan bu kanatta yer almasına karar veren Nezih Eldem, burada batı yan ışığına, gürültüye, egzoz gazına, yani ana caddeye kapalı cephesiyle, bir müzenin mekânsal ve teknik özelliklerine sahip yeni bir bölüm tasarlamıştır. Yeni yapılan bu bölümün, içerisindeki işleve uygun olarak, şehre yeni bir cephe verdiğini belirten Eldem, bu cepheyi şöyle anlatmıştır: “Batı güneşi, egzoz gazı, gürültü… gibi “istenmeyenler” ile; klimatolojik kontrol, bol duvar yüzeyi, kontrollü tepe ışığı, konuya göre çok farklı mekânsal özelliklerin peş peşe sağlanabilmesi gibi “istenirlikler” bir araya gelince de, batı kanadının içten dışa yansıyan dürüst mimarisi belirleniyordu” (Eldem, 1994b, 13).
Nezih Eldem’in yaptığı ekin ana caddeye verdiği iki yalın çıkmasıyla, sağır cephesi yüzünden aldığı eleştirilere cevabı şu şekilde olmuştur: “Eski Harbiye Mektebi’nin değil, yeni Askeri Müze’nin cephesi. Bugünün uygar dünyasınca benimsenen çağdaş restorasyon ve yenileme anlayışı, böyle bir yapıda temelden çatıya yeni bir eklentide yalancı pencereler yapmayacak kadar dürüst, taklit etmeyecek kadar saygılı davranmamı onaylar” (Eldem, 1991, 87).
Mimarın, müze tasarımı gerçekleştirirken kendisini göstermemesi gerektiğine inanan Eldem, Askeri Müze projesinde bu düşünceyle hareket ettiğini şu cümlelerle anlatmıştır: “Askeri Müzede de, senaryonun ve objenin ortaya çıkması, okunurluğunu sağlamak üzere, mimarinin büyük bir sadelik ve yalınlık içinde “geri çekilmesi” hedeflenmiştir. Betonarme kirişlerin “gri”si, döşemedeki mermerin tekdüze “bej”inden, duvarın “beyaz”ı ile ahşap ince yapı ve ekipman ögelerinin doğal renginden başka bir malzemeye ve renge rastlayamazsınız bütün binada” (Eldem, 1994b, 14).
Askeri Müze’de sergilenecek olan objelerin, sağlıklı bir şekilde tanıtılabilmesi için detaylı çalışmalar yapan Eldem, özel sergileme elemanları tasarlamıştır. Eldem burada kullandığı –icat ettiği- sergileme yöntemlerini ve sebeplerini şöyle anlatmıştır:
“Objenin sağlığı gereği, objenin tam bir istirahat halinde olması, daha doğrusu hiçbir gerilim altında bulunmaması gerekir. Kuşkusuz bu istek, objenin doğal konumunda sunulmasını bazen güçleştirir, hatta bazen önler. Örneğin sancaklar: hem kullanım gerçeğinin yansıtılması, hem iki yüzeyin de algılanabilmesi açılarından bir sancak için doğru olan, kuşkusuz gönder üzerinde sergilenmesi idi. Ama bu hemen hemen olanaksızdı. Uygulanan çözüm şöyle oldu: sancak, yatay konumdaki sızdırmaz bir cam korumanın hemen gerisinde, yine bir cam yüzey üzerinde serili. Sancağın genellikle farklı olan öteki yüzü, “ultraviyole ışınları yaymayan ve yanma süresi gerektiği gibi ayarlanabilen ve çalışmasını gözlemcinin başlattığı özel bir ışık sistemi ile aydınlatılıyor. Bu yüz, altta belli bir açı ile yerleştirilmiş, bir aynadan yansıtılarak, ön yüzey görüntüsünün hemen üzerindeki pencerede algılanıyor. Bu arada bir elektronik komuta ve kontrol sistemi aydınlatmadan kaynaklanacak ısıyı gidermek için sessiz bir aspiratörü harekete geçiriyor ve ışıkların kendiliğinden sönmesinden, yeterli bir zaman sonra durduruyor. Böylece bir sancak vitrini, kazandığı boyutlar gereği adeta çelik bir inşaat gibi başlayıp, duyarlı bir elektronik cihaz gibi biten ve hiç de sıradan olmayan özgün bir aygıt olup çıkıyor” (Eldem, 1992b, 113).”
Eldem, Askeri Müze’de çadırların sergilenmesi için geliştirdiği yöntemi şu şekilde dile getirmiştir:
“Otağda söz konusu olan iç mekânın anlatılması idi. Bu mekâna biçim kazandıran yapısal kurgu ise, içteki orta direk ya da direklere oturtulan otağ, konik üst parçasının alt kenarı boyunca dışarıdan gerilmesi ile dengeleniyordu. Otağ ise durumu itibarıyla artık bu ölçüde gerilimlere dayanamazdı. Burada, bu durumda tek çare, gerek kalın ve düz dış çeperin, gerek ona asılı, bezemeli iç yüzey kaplamasının altına, gerilime uğrayıp zarar görmemeleri için, sağlam esnemeyen bir file ve gergi kordonları örgüsü yerleştirildi. Gerilen bu sistem oluyor ve gerilirken otağdan hemen önce onunla aynı formu alıyor ve böylece statik dengeyi sağlayan gerilimler bu taşıyıcı örgü tarafından karşılanıyor. Çadırın dışında, çepeçevre uygulanan germelerin de kısa mesafeler içinde zemine aktarılması gerekiyor. Bu ise, bu amaçla tasarımlanan çelik kafes koloncuklar ve kollarından oluşan bir yardımcı sistemle çözümleniyor. Burada da hedeflenen çadırın yardımcı sistemden ve müze binasından bağımsızlığının, buradaki yerinin eğretiliğinin vurgulanması oldu. Nitekim kendi farklı malzeme özelliklerinin gerekleri, yalın konstrüktif doğrulukları ve otağı ile olanca yabancılıkları içinde yapmacıksız, dürüstçe ve yüreklice biçimlenmeleridir ki, bu sistemin çadırla bütünleşmesini kesinlikle önlemektedir. Önemli olan da budur” (Eldem, 1992b, 113)”
Üzerinde detaylıca çalışıldığı belli olan bu sergileme elemanları tasarımının sonuçlarından memnun olan Eldem, “sergileme elemanlarının tasarımında; Koca sancağın hiç zorlanmadığı bir konumda durması, bizim de hiç zorlanmadan arka yüzünü inceleyip yazılarını okuyabilmemiz. Isı ve nem kontrollü, özellikle ışık kontrollü, havalandırmalı ve sızdırmaz şekilde kapalı vitrinler, sonunda hiç de sık rastlanmayan biçim ve çözümlere ulaştırdılar. Bir yandan bir inşaat gibi ağır çelik konstrüksiyonlar, bir yandan sürekli şeffaflık, bir yandan elektriğin, elektroniğin ve mekaniğin katılımı ile bir “sistem”… Oldukça zevkli bir çalışma idi” sözleriyle bu memnuniyetini dile getirmiştir (Eldem, 1991, 89).
Eldem, sergileme elemanlarının tasarımında çalışırken gösterdiği hassasiyeti ve detaycılığı, yapının mimari elemanlarını tasarlarken de göstermiştir; Mehter Salonu’nun, açılan 18m.lik kapısının gerisindeki rampaların meyillerini, avludan salona giren Mehter Takımı’nın, müziğine, ritmine, adım sayılarına göre hesaplayarak, uygulamalı olarak deneyerek boyutlandırmıştır. Kendisi bu salonun tasarımı sırasında 1/1 ölçekte çalışmalar yaptığını belirtmiştir (Eldem, 2004b).
Mehter Salonu’nda sergilenmesi istenen olay, mehter seyir ve dinletisi, aslında halka şeklinde bir açık alan gösterisidir. Sunulan olayın orijinal haliyle sergilenmesi için çalıştığını ifade eden Nezih Eldem, burada gerçekleştirdiği tasarımı şöyle anlatıyor: “Bu salonda tepeden gelen bol güneş ışığı ile, ağaçlıklı derin bir avluya çok geniş bir açıklıkla bağlanan dairesel platform ile, tırmanan rampalarla, çepeçevre ve dik oturma düzeni ile, seçilen tuğla malzemesi ile, ulaşılmaya çalışılan da hep işte bu açık alan gösteri koşullarıdır” (Eldem, 1994b, 14).