Öğretim Üyesi Olarak Nezih Eldem

Nezih Eldem’in, Yüksek Mühendis Okulu’nda Rölöve ve Serbest Resim derslerinin öğretmeni olarak başladığı akademik hayatı, Mimarlık Bölümü’nün Mimarlık Fakültesi’ne dönüşmesiyle, Bina Bilgisi III Kürsüsü’ndeki asistanlığı ile devam etmiştir. Asistanlığı döneminde, kürsü başkanı olan Prof.Paul Bonatz ile beraber proje stüdyolarını takip eden Eldem, yapılan tasarımların sebebini soran, çizerek öğreten, disiplinli bir eğitmen olan Bonatz’dan etkilenmiş olmalıdır.

Sonraki yıllarda Bina Bilgisi III Kürsüsü, “Mimari Tasarım” ve “Mekân Örgütlenmesi ve Donatımı” olarak ikiye ayrılmıştır. Mimari Tasarım Kürsüsü’nün başına Prof.Kemali Söylemezoğlu, Mekân Örgütlenmesi ve Donatımı Kürsüsü’nün başına ise Prof.Nezih Eldem gelmişlerdir. “Mimari Proje”, “İç Mimari”, “Tarihi Çevrede Yeni Yapı”, “Mekân Örgütlenmesi” gibi dersleri yürüten Nezih Eldem bu derslerin yanı sıra, mimarlık öğrencilerinin çok yönlü yetiştirilmesi için çalışmalarda bulunmuştur.

Gençlerin dogmaları kabullenmek yerine kendilerine özgü sağlıklı fikirler geliştirmelerinde ve bu fikirleri belirtmelerinde onlara yardımcı olmak, yüreklendirmek, öğrencilerin düşünsel, ruhsal ve bedensel gelişimlerine elverişli ortamı oluşturmak için üniversitenin etkili ve sorumlu bir kurum olduğuna inanan Nezih Eldem, Mimarlık Fakültesi’nde modelaj, serigrafi, fotoğraf, gravür, grafik, projeksiyon, plastik sanatlar gibi sanat ve ifade tekniklerinin öğretildiği atölyeler kurulmasında ve bu konularda seçmeli dersler açılmasında faaliyetlerde bulunmuştur.

Her zaman yeniliklere açık olan, yeni teknolojilerin mimarlara sağladıkları olanakları değerlendirmek isteyen Eldem, öğrencilerini ve asistanlarını da bu konularda desteklemiştir. Eldem’in bu yöndeki çalışmalarından biri de, Fakülte’deki klasik anlamdaki marangozhanenin geliştirilerek, öğrencilerin maketler yapabileceği, üç boyutlu denemeler, malzeme deneyleri gerçekleştirebilecekleri, model ve prototip atölyesi haline getirilmesidir Bunların dışında, “serbest ders” olarak adlandırılan notu veya herhangi bir akademik getirisi olmayan, mesela “ileri perspektif teknikleri” “gölge” gibi dersleri veren Nezih Eldem, bu dersleri şöyle anlatmıştır:

“Bunlar sanat değil, ressamlık değil, mimarlıktan bahsederken resmi nasıl kullanabiliriz, yetenek bir kenara bunlar öğrenilebilen ve öğretilebilen, sürekli çalışarak geliştirilebilen şeylerdir” (Kamil, 2006).”

Nezih Eldem, anlatacaklarını sözle değil de çizimle anlatması gerektiğine inandığı meslek grubundan olan bir mimarın, çizim kabiliyetini bir şekilde geliştirebileceğini ve bunu yapması gerektiğini düşündüğü için, öğrencilerini gerekli gördüğü alanlarda geliştirmek, bilgilendirmek, eğitmek amacıyla hareket etmiştir. Yukarıda bahsedilen, öğrenciye çeşitli ifade tekniklerinin öğretilmesi, tasarım ve yaratıcılık kabiliyetlerinin geliştirilmesi amacıyla, Eldem’in girişimleriyle açılan dersler ve atölyeler, Fakülte’de sanatsal ve deneysel bir ortamın oluşturulmasında etkili olmuştur.

Bu dersler ve atölyeler, ilerleyen yıllarda Mimarlık Fakültesi’nde açılan “İç Mimarlık” ve “Endüstri Ürünleri Tasarımı” bölümlerinin oluşturulması için atılan ilk adımlar olarak değerlendirilebilir. Mimarlık eğitimi boyunca verilen başlıca derslerin yanı sıra, yukarıda bahsedilen derslerle, yetiştirdiği mimarların yeteneklerini ve çeşitli alanlardaki bilgilerini geliştirmek amacında olan Eldem, öğrencileri aktif bir şekilde öğretim faaliyetleri içinde tutmaya yönelik çalışmalarda da bulunmuştur. Bu amaçla hazırlanan aktivitelerden biri de “toplu program” adı altında düzenlenen ve çeşitli yörelere ait, o yöreyi her yönüyle, mimarisi, tarihi, müziği, kültürü ile tanıtacak çeşitli sergileri, konferansları, dinletileri kapsayan faaliyetlerdir.

Eldem’in önayak olduğu bu toplu programlar için Taşkışla baskı atölyesinde özel broşürler, afişler basılmıştır. Bu broşürlerin, afişlerin tasarlanması bile öğrenciler ve asistanlar için başlı başına birer derstir. İçerik açısından, öğrencinin kendi kültürünü, yerel mimarisini yakından tanımasına olanak sağlayan bu çalışmalar, Fakülte’de oluşturulan kültürel ortam ve paylaşım açısından önemlidir. Bu faaliyetler zamanında Prof.Emin Onat’ın, genç akademisyenleri Anadolu Mimarlığı araştırmaları ile ilgili konularda çalışmalara yönlendirmesi, böylece Anadolu kentlerinin mimari birikiminin belgelenmesinin ve Anadolu’nun konut geleneğinin keşfedilmesinin sağlamasıyla paralel görülebilir.

Fakülte ortamında, bütün öğretim üyelerinin ve öğrencilerin paylaşacağı bir etkinlik olan, proje sergilerinin düzenlenmesinde, Eldem aktif rol almıştır. Her dönem sonunda düzenlenen bu sergilerde, Taşkışla’daki herkesin Bina Bilgisi III kürsüsünde yapılan öğrenci projelerini incelemesi ve projeler hakkında yorum yapabilmesi amaçlanmıştır. Sergileme için yapılan düzenlemeleri Melih Kamil şöyle anlatmıştır:

“Taşkışla koridorlarına asılan 100m.lik aydıngerler üzerine tek tip yazı karakteri kullanılarak belli bir düzen içerisinde yerleştirilen projeleri inceleyenlerin eleştirilerini yazabilecekleri boşluklar bırakılırdı” (Kamil, 2006).”

Bir mimarın yetişmesi için gerekli fiziksel ve kültürel ortamın hazırlanmasının öneminin farkında olan Eldem, bu inançla yeni dersler açmış, derslerini bu anlayışla yürütmüş, Taşkışla’da mimarlık faaliyetleri düzenlemiş ve bunlara ek olarak, yeni mekânlar tasarlamış ve uygulamıştır. Bu tezin 3.5.2 ve 3.5.3 bölümlerinde anlatılan, 109 No’lu Salon, 213 No’lu Derslik, kitaplık ve çatı katı planlaması uygulamaları, Eldem’in Fakülte’de ortaya koyduğu, hocalık ve mimarlık üzerine geliştirdiği kendi söylemini en etkili şekilde dile getirebileceği mekânlar olarak şekillenmiştir. Eldem bu mekânların tasarımlarına da, birer mimarlık dersi uygulaması olarak yaklaşmıştır. Hoca olan Nezih Eldem, bu uygulamalarıyla, mimarlık öğrencilerine hergün yaşadıkları mekânlarda, tatbiki olarak ders vermiştir.

Bir mimarlık bölümünün en önemli dersi olan mimari proje derslerini yürüten Eldem’in uzun yıllar boyunca büyük bir heyecanla yürüttüğü bu derslerdeki, mimari söylemi, verdiği proje konuları, dersi yürütme şekli ve yaşattığı stüdyo ortamı, öğrencilerinin ve derslere beraber girdiği çalışma arkadaşlarının anlattıklarından takip edilebilmektedir. Bina Bilgisi III Kürsüsü’nün ve Nezih Eldem’in öğrenciye, proje derslerine yaklaşımını, Eldem’in çok yakın çalışma arkadaşı olan Muzaffer Sudalı şöyle ifade etmiştir:

“Bu kürsüde, öğrenciye verilecek proje konuları seçilirken, bu proje konuları aracılığı ile öğrenciye ne verebilirim, ne kazandırabilirim, öğrenciye nasıl soru sormayı öğretebilirim düşüncesi hâkimdi. Yapı tipolojisi bizi çok da ilgilendirmiyordu; hastane, konut veya fabrika olabilirdi, bu o kadar önemli değildi bizim için. Amaç, öğrenciye yapı tipolojisinden bağımsız olarak problemleri çözme kabiliyeti kazandırmaktı. O yapının şekillenmesi, problemin çözülmesi için, öğrenciyi, gereken soruları sorması için teşvik ederdik. Eldem, söylemek istediklerini küçük bir konutla da, fabrikayla da söyleyebilirdi. Bütün yarıyıllara mesela konut projesi verebiliyorduk, fakat tabiî ki problemler değişiyordu, daha kompleks veya daha basit hale getiriyorduk. Bu şekilde öğrenci, daha önce üzerinde hiç çalışmadığı bir bina tipi tasarlaması gerektiğinde zorluk çekmeden, gereken soruları sorarak sonuca ulaşabilmeyi başaracaktı. Derslerde bina örnekleri üzerinden giderek “neden böyle yapılmış”ı arıyorduk. Derslere her zaman kalem ve eskizle girerdik. Bonatz da öyleydi, biri bir şey anlatmaya çalıştığında kalemi verir çizerek anlatmasını isterdi, Bonatz’ın etkisiyle yetişen Nezih Bey de büyük bir yetenekle çizerek anlatırdı. Bizim amacımız öğrencileri yönlendirmek değil, doğruyu aramasını, bulmasını, alternatifler oluşturmasını sağlamaya çalışmaktı. Kendisi öğrencilere sürekli “soru sorunuz, soru sorunuz, cevap arayınız” derdi” (Sudalı, 2006)”

Nezih Eldem’in öncelikle öğrencileri olan, daha sonra da Bina Bilgisi III Kürsüsü’nde asistanlıkla mesleğe başlayan Mine ve Necati İnceoğlu, Eldem’in yürüttüğü proje derslerinde seçilen proje konularını ve çözümlerini şu şekilde ifade etmişlerdir:

“Nezih Eldem’in, öğrencilere verdiği proje konuları genel olarak, oturmuş bir çevre içinde, genellikle tarihi bir çevrede modern bir konunun nasıl çözüleceği sorununa cevap arayan, özellikle Türkiye’de mimarlık yapan bir mimarın her zaman karşılaşacağı bir durum olduğu için oldukça gerçekçi, sanal olmayan projelerdi. Yeni bir çevrede proje yaptırdığında bile, çevreden birtakım veriler almayı öğrencilerine öğretiyordu, o çevrenin, o dokunun mimarı yönlendiren doğrularını buldurtmaya çalışıyordu. Eldem, projelerde her zaman çıkış noktası olarak, hemen yakın çevreden bir şey, bir kaya, bir ağaç belki modern bir bina, fakat çok yakın çevreden bir öge aratmıştır” (İnceoğlu, 2006).”

Mimari heyecanın sürekli canlı tutulduğu Eldem’in proje stüdyolarında, öğrenciye çevreye bakma alışkanlığının, sorgulama merakının verildiğini dile getiren Atilla Yücel, klasik bir hoca olan, eğilimlerini açıkça belli eden, doğrularını çizerek gösteren Eldem’in, tasarıma yaklaşırken somut çevre verilerinden hareket etmek gibi nesnel bir tavır sergilerken, proje tashihlerinde kişisel mimarlık anlayışına uymayan yorumları dışlama ihtimali gibi öznel bir yaklaşımda bulunduğunu, fakat yine de stüdyoların faklı görüşlerin de tartışılabildiği bir ortam olduğunu ve öğrencilerin kendilerini Eldem’e karşı, başka herhangi bir hocaya olmayan bir şekilde sorumlu hissettiklerini ve bu hisle proje ürettiklerini ifade etmiştir (Yücel, 2007).

Eldem’in çizerek, uzun tashihler yaptığı ve bu tashihler sırasında zamanın unutulduğu, Eldem’in grubunda olmayan öğrenciler dahil olmak üzere, ilgili bütün öğrencilerin merak ve hayranlıkla takip ettiği proje stüdyolarındaki ortamı, Eldem’i “iz bırakan hocalardan” biri olarak nitelendiren ve 1972-1981 yılları arasında asistanlığını yapmış olan Melih Kamil şöyle anlatmıştır:

“Nezih Hoca’nın proje stüdyosuna katıldığınızda, tüm ders saatleri boyunca proje grubunun bir arada, bir masanın çevresinde yürüttüğü çalışmanın içinde bulursunuz kendinizi. Görünüşe bakılırsa, ortada konuşulan, grup öğrencilerinden birinin projesidir. Ama aslında proje vesilesiyle, gündemdeki esas konu, her zaman için tüm bileşenleriyle mimarlıktır. Önce mimarlığın nasıl mimarca konuşulduğuna tanık olursunuz, çünkü Hoca çizerek anlatır. Ama ne çizim! Olağanüstü becerikli bir serbest elin, bir anda kağıda döktüğü plan, kesit eskizleri, birbirinden enfes perspektifler, birkaç parmak darbesiyle kağıda yayılan kurşunkalem tozlarının yarattığı ışık ve gölge etkileri sizi büyüler. Tasarlanan konunun üç boyutlu olarak kontrol edilmesini sağlayan çizgisel anlatım tekniklerini bu kadar kolayca kullanabilmenin yaratıcılığa nasıl yardımcı olduğunu görerek imrenir, hatta biraz da kıskanırsınız. Hoca bir yandan eskizleri sıralarken bir yandan da hatırı sayılır bir tevazu göstererek, bunun yetenekten çok bir beceri geliştirme sorunu olduğunu vurgular da, yüreğinize biraz su serpilir. İşlenen proje konusu ne olursa olsun, Nezih Eldem stüdyosunda öğrenciye verilmek istenen ana mesaj, mimarlığın bir mekân yaratma sanatı olduğudur. Eğer, tasarladığınız bir yapının cephelerine baktığınızda oluşturmakta olduğunuz dış mekânların çeperlerini görmeyi alışkanlık haline getirmişseniz, ders amacına ulaşmış demektir. O nedenle proje konuları kentsel çevreler içinden seçilir ve siz, sadece ele aldığınız konunun kendi içindeki işlevsel bağlantılarının değil, tasarladığınız yapıyla komşu binaların havasına, suyuna, ışığına ne gibi etkiler yaptığınızın da hesabını vermek zorunda kalır, bolca terlersiniz. Bu arada tarihsel çevre ile de mutlaka karşılaşırsınız; çünkü sizinkinde olmasa bile, bir arkadaşınızın proje çalışmasının çevresinde “yaklaşılan” veya “bitişilen” bir eski eser vardır. Ancak bununla elde edilmek istenen, eski eserler için özel mimarlık reçeteleri oluşturmak değil; sanılanın ve birtakım piyasa uygulamalarının aksine, duyarlı fakat yapmacıksız ve çağdaş bir tasarımın tarihsel bir çevre içinde de başarıya ulaşmak için yeterli olduğunu savunmaktır. Hoca, kültürel varlıkların korunması, mimari mirasın yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılması için savaşım verirken, Eklektisizm’in her türlüsüne şiddetle karşı gelir. Proje stüdyosunda hayal gücü, yaratıcılık, karşı görüşler serbesttir. Ama “desteksiz atış”lara kesinlikle izin verilmez. Öğrenci, çizdiği her çizginin anlamını bilerek sorumluluğunu taşımalı, tasarlanan bina yeterli “etekemiğe” sahip olarak ayakta durabilmeli, merdivenin çıkış yönü belirtilmeli, korkuluğu, kovası yerli yerinde bulunmalı, birinci merdiven kolunun altında kalıp da baş kurtarmayan kısımların pislik yuvası olmaması için ne gibi önlemler düşünüldüğü gösterilmelidir. Bu gibi yapısal konularda ve karşınıza çıkan detay sorunlarında açık vermeye başladığınızda, imdadınıza yine Hoca’nın engin yapı deneyimi yetişecek; ahşabın sokrasından, suyundan tutun da, karmaşık çelik konstrüksiyon bileşimlerine kadar bin bir konuda bilgi bombardımanına uğrayacaksınız demektir. Çünkü, Hoca hem öğretir, hem de durmadan inşa eder; o nedenle derste “sırası gelmişken” başvurulacak özgün çözüm örneklerinin sıkıntısı hiç duyulmaz. Sonunda bir yarıyıl geçiverir. Teslim ettiğiniz proje sizi tam tatmin etmez, daha iyisini yapmamış olmanın sıkıntısını duyarsınız” (Kamil, 1991, 105).”

Mimarlığı bir “kavga” ve kendisini de “kavgacı” olarak tanımlayan, tasarım yaparken inşai gereklilikleri ve yapılabilirlikleri değerlendirerek, malzeme, mekanizma ve detaylar üzerine yoğunlaşan, kendisini kullanıcıların yerine koyarak kurgular tasarlayan Eldem’in mimarlık tanımı şöyledir:

“Mimarlık aslında hem bir “haz” hem de bir “çile”. Ama nereden bakarsanız bakın, vazgeçilmez bir “tutku”. Biraz Tanrı’ca bir uğraş doğrusu. Olmayan bir çevreyi, bir düzeneği yaratıyorsunuz ve insanlar kendileri için belirlediğiniz hareketleri yapıyor, belirlediğiniz biçimde yaşamaya başlıyorlar. Kapıyı hangi eliyle açacağını, kaç adım atacağını siz belirliyorsunuz. Ne zaman neyi algılayacağına siz karar veriyorsunuz; rengi ile, ışığı ile, dokunuşu ile” (Eldem, 1991, 84).”

Öğrencilerine her zaman özgün bir tasarım yapmak için, mimarın, kendisini sınırlama olasılığı bulunan sorunların üzerine gitmesi gerektiğini söyleyen, mimarın her şeyi değil ama soru sormasını bilen, uygun yerlerde uygun soruları sorması, sorduğu sorulara alternatifli cevaplar aldığı müddetçe, kaçınılmazlığa erişinceye kadar soru sormaya devam etmesi gerektiğini düşünen ve ancak bu şekilde sıradan olmayan özgün bir sonuca ulaşabileceğine inanan Eldem bu düşüncesini şöyle dile getirmiştir:

“Mimarın yetişmesinde temel sorun, sorgulama alışkanlığının yaratılması. Hekim olmak için de, hâ,kim olmak için de önemli bir bilgi birikimi gerekli. Mimarlıkta öğrenilmesi gereken ise, “soru”. Sözcük anlamı ile bilgi ağırlıkta değil, cevabı değil soruyu bilmek, soru sormasını, soru üretmesini, sorgulamasını öğrenmek gerek. Neyin, nelere, neden olabileceğini kestirip sorgulamak; olması istenenin ve olmaması istenenin sınırlarını soruşturmak; olumsuzlukların üzerine gitmek, kişilikten kişiliğe girip senaryolar yaratarak yaşamak ve görmek… Bu kadar basit. Önlemlerini almak, uzlaştırmak ve her şeyin yolunda olduğundan kuşku kalmayana dek kusursuzu aramak” (Eldem, 1991, 84).”

“Biçim”den yola çıkan ve “biçim”i hedef sayan her türlü “reçetecilik” karşısında kapalı olduğumu söyleyebilirim” (Eldem, 1991, 89) sözleriyle, mimarın tasarım yaparken, form aramak yerine, mekân üretme fikriyle yola çıkması gerektiğini dile getiren, öncelikle problemlerin ortaya koyulup, sonra merkezine kullanıcının koyularak geliştirilen senaryolarla yaşam alanlarının oluşturulmasının doğruluğuna inanan Eldem, bu anlayışını şu şekilde ifade etmiştir: “Tasarımcının hayal gücünden, yaratısından söz edildiğinde, yaşamsal öykünün gerçeğini bütün boyutları ile açıklayacak soruların eksiksiz yaratılmasındaki titizlik ve zenginlik anlaşılmalıdır. Çünkü sadece bu, biçim ve çözüm önermekten çok daha büyük bir yürek, yetenek ve yaratı işidir” (Eldem, 1994b, 13).

Mimarlıkta formun her zaman uygunluğu, esnekliği, psikolojik algılanması ve birçok yönü ile bir elverişlilik anlayışıyla ortaya çıkması gerektiğine inanan Eldem, tasarımcının misyonunu “belli bir yaşamsal ortamı, belli bir kullanıma elverişli hale getirecek düzeneği tasarlamak ve gerçekleştirmek” olarak tanımlamıştır (Eldem, 1994b, 13).

Şekilciliğe karşı çıkarak, öğrencilerine, elverişlilik kavramıyla, fonksiyonel mekânlar kurgulanması, işlev ve çevre şartlarıyla mekânların kütlelerinin biçimlendirilmesi anlayışını vermeye çalışan Eldem, mimarlık eğitimine yaklaşımını şöyle ifade etmiştir:

“Eğitimle hedef alınması gereken önemli bir husus, kenti ve mimariyi bir kitleler düzeni olarak değil, birbirine sıkı sıkıya takılı bir “yaşamsal boşluklar düzeni” olarak görmeye alışılmasını sağlamak. Adeta “oyarak” oluşturulmuş büyük bir süngersi doku… Tabii, yaşamsal mekân deyince, dikkati boşluğa yöneltince, tüm fiziksel, fizyolojik ve işlevsel niteliklerin çok çok ötesinde, tüm düşünsel, duygusal, simgesel vs. kalitelerin, tercihlerin de aynı anda ve birlikte gündeme gelmesi ve sağlıklı bir bütünün yaratılması mümkün olacaktır. Tasarımcının bunun bilincinde olması çok önemlidir” (Eldem, 1991, 89).”

Öğrencileri için inşa eden, tüm uygulamalarını öğrencilerine aktaracağı birer deneyim olarak gören ve yaptığı tasarımlarda, öğrencinin ufkunu açarak neler yapılabileceğini, kullanılan detaylarla mekâna katılabilecek değerleri gösteren Eldem, kentin sorunlu gördüğü bölgelerini ve projelendirilmesi gerektiğine inandığı birtakım konuları da sürekli proje stüdyolarında işlemiş ve öğrencilerine bu konular aracılığıyla mimari ahlakı, koruma anlayışını, tarih bilincini vermeye çalışmıştır. Eldem, bu tezin 3.6 bölümünde yer alan, Sultanahmet, Süleymaniye ve Eyüp bölgelerini öncelikle, proje stüdyosunda öğrencileriyle paylaşmıştır.

Öğrencilerine, bu tarihi alanlarda proje yapma olanağını sağlayan Eldem, bu yolla, yetiştirdiği mimarların tarihi yapıları, sivil mimarlık örneklerini, araştırarak, rölöveler yaparak yakından tanımalarını sağlamış, tarihi bölgelerin nasıl korunması ve gerektiğinde nasıl bir yaklaşımla eklemeler yapılarak yaşatılması, üzerine geliştirdiği söylemlerini bu projeler vasıtasıyla vermiştir. Nezih Eldem, kendi hocası olan Sedad Hakkı Eldem gibi, sivil mimarlık yapılarını rölövelendirerek öğrenciye tanıtmak anlayışıyla hareket etmiştir.

Yukarıda bahsedilen tarihi bölgelerin yanı sıra, bu tezde 3.2.7 bölümünde anlatılan İstanbul Akvaryumu Projesi’nin bulunduğu alan gibi proje sahalarının ve Deniz Müzesi gibi proje konularının Nezih Eldem’in sevdiği proje alanları ve konuları arasında yer aldığını belirten Atilla Yücel, Eldem’in bu konuları uzun yıllar proje stüdyolarına taşımasının, öğrencilerine çalıştırmasının biraz da “bu projeyi ben gerçekleştirmek istiyorum” düşüncesinin işareti olduğu görüşündedir (Yücel, 2007).

Öğrencilerine sürekli mimarın namuslu olması gerektiğini söyleyen Eldem’in bu “namus” kavramından kastı, herhangi bir şekilde komisyon almamak, çıkar peşinde koşmamak gibi zaten kimsenin aklına bile gelmemesi gereken olgular değildir. Burada Eldem’in söylemek istediği, eğer bir mimar bir projeyi bir şekilde üstleniyorsa, onu en doğru şekilde gerçekleştirmesi gerekliliğidir. Bütçenin azlığı, işverenin talepleri, sürenin yetersizliği, mimara ödeme yapılmaması gibi olumsuzlukların bir kenara bırakılıp, başlanılan işin hakkıyla bitirilmesi, mimarın doğrulardan taviz vermemesi, mimarın namusudur (Zenger, 2007).

Eldem genel olarak mimarlığın teorik kısmıyla pek ilgilenmemiş, bu konuda yayınlar çıkarmamış, ifade etmek istediklerini uygulamalarıyla ve derslerindeki söylemleriyle dile getirmek yolunu seçmiştir. Çalışma arkadaşlarından Yılmaz Zenger, Eldem’in, yaptığı uygulamaları bir şekilde anlatmaya çalışmak, yazmak gibi eylemler için zaman ayırmamasının sebebini şu şekilde açıklamıştır: “Çok çalışkan olan ve çalışırken zaman kavramını unutan, gece gündüz demeden projeler üreten bir mimar için, bu üretim faslından kaybetmek olacağı görüşünde olduğundan bu yönü eksik kalmıştır” (Zenger, 2007).

Ancak kendisini ve projelerini anlatmak için çaba sarf etmeyen Eldem, yanlış bulduğu ve rahatsızlık duyduğu, kendi tabiriyle “iş edindiği” mimari sorunları ortaya koymak ve düzeltmek için uğraşmıştır. Bu yönü ile öğrencilerine bir mimarın kente, mimarlığa ve yapılan yanlışlıklara karşı duyması gereken sorumluluk ve sahiplenme hissini vermiştir.

Eldem, hayatı boyunca sadece öğrencilerine değil, mimarlıkla ilgili olarak karşılaştığı yanlışlarda, yetkili kurumlara doğrusunu anlatmak için uğraşmıştır. Kendisinin anlattığı bir örnekte, Şişli Camisinin önünde, boyutunu eline aldığı taşı attığı yeri göstererek, buradan oraya kadar olsun diyerek belirten, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in yapmak istediği, yaklaşık 35m. çapındaki havuz projesi için Nezih Eldem’den teklif istediklerinde, Menderes’e orada öyle bir boyuttaki havuzun anlamsızlığını, Osmanlı mimarlığından örnekler vererek anlatmış ve yapımına başlanmış olan havuzun yıkılmasını sağlamıştır (İnceoğlu, 2005, 59).

Mekân Örgütlenmesi Dersi

1970’li yıllarda Bina Bilgisi III Kürsüsü’nün ikiye ayrılmasıyla, başlı başına bir kürsü haline gelen Mekân Örgütlenmesi ve Donatımı Kürsüsü’nün başına Prof.Nezih Eldem gelmiştir. “İç Mimari” dersi değişip gelişerek “Mekân Örgütlenmesi” dersi haline getirilmiştir. Mekân Örgütlenmesi derslerini veren Eldem, bu dersleri anlatırken, sanat eseri olarak tanımlanan, büyüteç yardımıyla özel kalemlerle boyanmış ve perdeye yansıtıldığında birer yağlıboya tabloya dönüşen kendi yaptığı dialarını kullanmıştır.

Nezih Eldem, 24x36mm. boyutundaki asetatları, derslerinde kullanırken öğrencinin dikkatini çekmek istediği şekle, anlatacağı mimari kavramlara göre hazırlamıştır. Sayıları beş yüzü bulan, çok meşhur bu diaları ve Mekân Örgütlenmesi dersini kalıcı hale getirmek için ders sırasında ses kayıtları yapılmış, bir yandan sıralı dialar akarken, bir yandan bu dialar üzerine Nezih Eldem’in anlattığı ders takip edilebilecek şekilde sistem hazırlanmıştır. Fakat günümüzde, ses kayıtları ve görsellerin birleştirilmiş hali bulunmamaktadır 20.

Bu derslerin hiçbiri yayımlanmadığı için, dersleri takip edenler haricinde kimse Nezih Eldem’in yıllarca anlattığı söyleme, hiçbir zaman basılmamış bu kaynakçaya ulaşamamaktadır. Nezih Eldem, Mekân Örgütlenmesi dersi için yaptığı hazırlıkları şu sözlerle anlatmıştır:

“Anlatımda görüntüden yararlanmak kaçınılmaz. Ancak mekân söz konusu olunca tartışılmasını istediğim şey fotoğraflarda ya tam olarak bulunmuyor, ya da gereksiz fazlalıklarla okunaksız kalıyor. Simültane olarak çizmeyi denedim. Sözlü açıklamayla hızı uyuşmadı. Önceden çizmek zorundaydım. Ancak dikkati anlatılana çekmek için en azla yetinerek hızlı ve gelişigüzel çizmeye gerek vardı. Küçük çizmekle çaresini bulduğumu sanıyorum. Çizdiğimi tam anlamıyla gördüğümü bile söyleyemem. Böylece bu –diyelim- “mikroçizimler” ekrana badana fırçasıyla çizilmiş olarak yansıyorlar” (Eldem, 1991, 102).”

Mekân Örgütlenmesi dersinde, yaşamsal mekânın anlamı, ne olduğu, nasıl algılandığı, mekânı oluşturan katı ve yumuşak ögeler, içeriğin biçime ne şekilde yansıdığı, mekânın hangi koşullarda ne şekilde biçimleneceği gibi konular üzerinde durulmuş, çeşitli örneklerle öğrenciye mekân kavramı anlatılmıştır. Mimarın sorumlu olduğu yaşamsal çevrenin tanıtılması ve bu çevrenin elverişliliklerinin farkına varılması amacıyla bu ders yürütülmüştür.

Eldem’in bu ders kapsamındaki anlatımlarına bir örnek şu şekildedir:

“Algılama “görme” ile, görme “ışık”la başlar. Işık mekânı oluşturan yumuşak ögerden biridir ve genellikle yukarıdan gelir. İnsan da, Tanrı da her şeyi yukarıdan gelen ışığa göre yarattı. Bütün mimari vurgular böyle bir ışığa göre, yani yukarıdan gelen ışığa göre düzenlenmiştir. En ince hesaplar yapılarak geliştirilen profiller, formlar bu ışığa göre yapılmıştır. İnsan da böyledir aslında; kaşın gözün üzerinde olması, kirpiklerin durumu… Bu mabedin her profili Akdeniz’in güneşine göre yaratıldı. Ama, insanlar onu bugün böyle aydınlatabiliyorlar. En yakınınızı bile bu ters ışıkta tanıyamazsınız… Işığı ciddiye alınız!” (Şekil 4.1) (Eldem, 1991, 103-Eldem, 2004b).”

Nezih Eldem’in söylemine göre, dünya boşluklardan oluşmaktadır ve mimari, bu boşlukların elverişli halde yaratılması, yaşamsal boşlukların, işlevlerine uygun olarak şekillendirilmesidir. Eldem bu yorumunu küçük boyutlu örneklerle şöyle anlatmıştır:

“Küp şeker kutusu dikdörtgenler prizmasıdır çünkü küp şeker de dikdörtgenler prizmasıdır. Çünkü burada amaç boşluğun kayıpsız kullanılmasıdır, yani o şekerlerin boşluksuz halde dizilmiş halini mekân olarak tarif etmektir. Kutunun yapılacağı malzemeyi ise içindeki şekerin miktarı belirler, ince bir karton veya ondüle mukavvadan fakat aynı formda yapılacaklardır. Aynı şekilde sürahi, şişe, kavanoz gibi elemanların biçimleri de içlerine konacak malzemenin özelliklerine göre şekillenmiştir. Örneğin reçel kavanozu, içinden büyük bir kaşıkla reçel alınacağı için kavanozun ağzının geniş olması, kaşığın sapının belli bir derinlikten fazla giremeyeceğini düşünerek kavanozun çok dar ve uzun olmaması gerekirken zeytinyağı şişesinin, yağı kullanırken belli bir miktarı koruması için ağzının dar olması istenir. Bir su sürahisi ise, içereceği bir kaç bardaklık suya göre boyutlanır ve bir bardağa akıtılacağı için ağzı buna göre şekillenir. Bütün bunlar, içerecekleri malzemenin kıvamlı mı akıcı mı olacağı, malzemenin nasıl boşaltılacağı: Kaşıkla mı?, Eğerek ağızdan mı? ve Ne miktarlarda? Sorularının yanıtlanarak, içeriklerinin icaplarını karşılamak üzere şekillenen mükemmel tasarımlardır. Aynı şekilde Türk kahvesi yapmak için tasarlanmış kahve fincanı da bir diğer örnek. Kül üzerinde hazırlanması için düşünülmüş geniş ısı tabanı, kabaran köpüğün yayılması için şekillenmiş ağız kenarındaki kabarma balkonu, köpüğün aktarılması için küçük bir ibik” (Şekil 4.2) (Eldem, 1991, 103-Eldem, 2004b).”

Dünyayı boşluklardan oluşan bir süngere benzeten Eldem, evlerin, okulların, hamamların, camilerin, bütün yapıların aynı yukarıda örneklendirilen küçük boyutlu tasarımlar gibi içerisindeki yaşam biçimine göre form bulması gerektiğinin önemi üzerinde durmuş ve derslerinde mimarların, kaçınılmazlıklar peşinde koşarak, yaşamsal boşluklara biçim verenler olduğunu vurgulamıştır.

Nezih Eldem’le beraber Mekân Örgütlenmesi dersinin yürütücülerinden olan Atilla Yücel bu dersleri şöyle tanımlamıştır: “Hoca olarak hiçbir zaman bir kuram üretme iddiası olmadı, ama biraz sezgisel bir usa vurma, biraz kendi “mimari meşrebi”, biraz da Saper Vedere I’Architettura’nın kavramlarıyla biçimlenen ve evde, uykusuz geceler boyu asetat üzerine boyanarak elle üretilmiş dialarla verilen ve yıllar içinde süzülerek neredeyse kuramsal bir bütünlük kazanan Mekân Örgütlenmesi dersi söylemi, Mimarlık Fakültesi curriculum’u içinde eşsiz bir külliyat olarak durur” (Yücel, 2005, 10).

Mekânın tanımlanmasının, hem hoca hem de tasarımcı olarak Nezih Eldem’in mimarlık düşüncesinin odağı olduğunu, “biçim”in öğrencilere dikkatle anlatıldığını, biçim ve içerik arasındaki nazik dengenin “elverişlilik” kavramıyla çözüldüğünü, proje eleştirilerinde “güzel” tanımlamasının yerine “doğru”nun özellikle tercih edildiğini ifade eden Atilla Yücel, Eldem’in derslerdeki söylemini şöyle anlatmıştır:

“Mimariyi bir iç olgu, boşluğun sınırlandırılması, kullanım ve yaşama amaçlarına uygun bir ortam olarak gören; dış biçimi önsel (a priori) bir buyruk olarak reddeden bu düşüncenin işlevselci ve modernist etiği, Nezih Eldem’in mekâna ilişkin Bina Bilgisi derslerine ve giderek mimarlık tasarımına yansır. Bu anlayışı ve boşluk/mekân farklılaşmasını, “koşullandırılmışlıkkuşatılmışlık-yer duygusu” gibi sözcüklerle ifade eder. Ama bunu en iyi açıkladığı sözcük “elverişlilik” kavramıdır. Bu sözcük hem işlevsel bir olguyu, hem de varoluşsal, insan davranışı ile ilgili bir anlamı içerir. O derslerde, içerik-biçim ilişkilerini açıklarken “mimari en çok testiye benzer” türünden ifadelerle belirttiği faydacı anlayışa baktığımızda; gaz depolarının, şeker kutularının, çay bardaklarının biçimlerini belirleyen kullanımsal içeriklerini mimari mekânın dış biçimini de açıklayan biçimsel özü olarak gösteren örneklemelerini anımsadığımızda, salt işlevci bir düşünceyle karşılaştığımız izlenimini edinebiliriz. Ama, Nezih Bey’in aynı derslerdeki başka örnek ve başka ifadeleri sığ işlevselciliği aşar: Mekân olgusunu bir “yer duygusu” olarak ele alırken başvurduğu “sopaya sarılan macun” benzetmesi, ışık, ses, koku, algısal hafıza gibi “katı olmayan” mekân bileşenlerinin akışkanlık, geçirimlilik ve hele de “demateryalizasyon” gibi kavramlarla açıkladığı kaliteleri, bu mimari düşüncenin tinsel ve estetik boyutlarının habercisidir” (Yücel, 1991, 101).”

Eldem, özel olarak hazırladığı ve yardımcılarından oluşan geniş bir kadroyla beraber yürüttüğü bu derste, doğrudan tasarım yapılmadığı için, proje stüdyolarında olduğundan daha rahat, daha özgür ve paylaşımcı bir tavır sergilemiştir (Yücel, 2007).

Öğrencilerine nelerin yapılabileceğini göstermek için özel olarak tasarladığı ve gerçekleştirdiği 109 No’lu salonda bu dersi veren Eldem, buradaki hareketli ekranlar, müzik, projeksiyon, kayıt, ışık gibi, kurulmuş sistemin tüm olanaklarını kullanarak, mekânı tam anlamıyla kullanarak, dersin içeriği ile de örtüşen bir tavırla zengin mekânı başlı başına bir ders olarak yaşatmıştır. Burada oluşturulan görsel, işitsel, iletişimsel aktivitelerin öğrenci üzerindeki olumlu etkileri açıktır.